"Kölner Stadt-Anzeiger" gazetesi Libya'da Berlin konferansı sonrasındaki durumu ele alıyor.
"Berlin'deki Libya zirvesi, ülkede çatışan taraflar ve Ankara, Moskova, Kahire, Abu Dabi ve Riyad'daki destekçileri ile yürütülecek karmaşık müzakerelerin sonu değil, daha başlangıcı anlamına geliyor. Hepsi toprak kazanarak müzakerelerde elini güçlendirmeye çalışıyor. Avrupa bu tırmanan iktidar oyununu uyarılarda bulunmakla yetinip seyretmek istemiyorsa Rusya, Türkiye ve müdahil Arap ülkelerine baskıyı artırmak zorundadır. Diplomatik çabalar yaptırım tehditleriyle güçlendirilebilir. AB'ye bağlı askeri bir güç içinse zamanlama uygun değil. Libya'da yabancı asker istenmiyor. Akdeniz'de konuşlandırılmaları silah kaçakçılığına karşı da birşey ifade etmeyecektir. Mallar Libya'ya hava yoluyla getiriliyor. Ancak ateşkesin kırılganlığı ve silah ambargosunun ihlal edilmesi pes etmek için bir neden değil. Tam tersine: Şiddet arttıkça arabuluculuğa daha acil ihtiyaç duyulacaktır."
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü SIPRI'nin son raporu, Çin Halk Cumhuriyeti'nin dünyanın en büyük ikinci silah üreticisi konumuna yükseldiğini ortaya koyuyor. Freiburg kentinde yayımlanan "Badische Zeitung"un yorumu şöyle:
"SIPRI'nin son raporu alarm veriyor. Çin gibi uçak gemisi inşa eden bir ülke, askeri gücünü kendi sınırları ötesine taşımak istiyor demektir. Bu, dünya çapındaki İpek Yolu ticaret güzerâhını korumak için de olabilir, kapısı önünde Güney Çin Denizi'ndeki hak iddiasını kabul ettirmek için de. SIPRI daha yıllar önce Çin'den endişe eden komşu ülkelerin silahlanmayı artırdığını tespit etmişti. Silahların üretimi ve depolanmasından daha da kötüsü, Asya'da anlaşmazlıkların barışçı çözümü için mekanizmaların bulunmaması."
Nazilerin bir milyonu aşkın Yahudiyi öldürdüğü Auschwitz toplama kampının Sovyet birliklerince kurtarılmasının 75'inci yıldönümünde Almanya Auschwitz ziyaretlerinin öğrenciler için zorunlu hale getirilmesini tartışıyor.
"Süddeutsche Zeitung"un yorumunda şu satırları okuyoruz:
"İsrail'de halen Yahudi Soykırımından hayatta kalan 200 bine yakın insan yaşıyor. Her gün otuz kadarı yaşamını yitiriyor. Annesi ile babası soykırımda öldürülen ve hayatını kaybettiği 1987 yılına kadar Auschwitz'deki tanıklıklarını paylaşan yazar Primo Levi şu uyarıda bulunmuştu: 'Bizim tanıklığımız olmadığında çok uzak olmayan bir zamanda Nazilerin zulmü, tam da canavarlığı nedeniyle efsaneler arasına girebilecektir.' Bu efsaneleşmenin önüne geçilmeli. Dönemin tanıklarının anlattıkları dijital çağın tüm imkanları kullanılarak kayda geçirilmeli ve yayılmalı. Her öğrencinin bir toplama kampını ziyaret etmiş olması gerekir. Bu, yükümlülük haline getirilmeli. Tanıklar sustuğunda geriye kalan ayakkabıları, gözlükleri ve diş fırçaları konuşacaktır."
Weiden'da yayımlanan Der neue Tag gazetesi ise toplama kampı ziyaretlerinin öğrencilere zorunlu hale getirilmesi konusunda farklı görüşte.
"Bu doğru bir yol mu? Instagram'da bu fikirden kuşku duyulmasına yol açan fotoğraflar dolanıyor. Ergenlik çağındaki gençler Auschwitz gaz odaları önünde yüzünü buruşturuyor, zafer işaretleriyle kapısının önünde selfie çekiyor, insanların ölüme gönderildiği demir yolu rayları üzerinde pozlar veriyor. Sonuçta adap ve edep öğrenmemişlerin Auschwitz'de, Dachau ya da Flossenbürg'de işi yok. Bu, yetişkinler için de geçerli. Öğrencileri, anlamını kavramadıkları ya da kavramak istemedikleri bir yere gitmeye zorlamak hiçbir yarar sağlamayacaktır."