Joe Biden’ın ABD Başkanı seçilmesi sonrasında dış politikada izleyeceği adımlardan ABD toplumuna vaatlerine kadar pek çok başlık ele alındı. Biden’ın manifestosu, söylemleri dikkate alındığında en fazla vurgu yaptığı alanların başında enerji geliyor. ABD’nin Paris İklim Anlaşması’na döneceği şimdiden duyuruldu. Ancak yönetimin çelişkili yorum ve tutumları da dikkat çekici. Bu çelişkilerin bir kısmı aslında ABD’nin içinde bulunduğu durum, hegemonik hesapları, iklim krizi kaygıları, pekişen petrol ve gaz üretimiyle de alakalı.
Biden’ın içinde bulunduğu koşullar, buna dönük çözüm önerileri ve amiral gemisine davet ettiği isimler izlenecek pusula konusunda ipuçları veriyor. Ancak öncelikle Biden’ın devraldığı ABD’nin enerji politikasını ele almak gerekiyor. Üç hafta sürecek bir yazı dizisiyle Obama’dan Trump’a Trump’tan Biden’a ABD başkanlarının karnelerine bakacağız.
Değişimin sınırı: Obama ve kurtuluş reçetesi
ABD’nin ilk siyah başkanı Barack Obama’nın seçim sloganı “Değişim (Change)"di ve slogan aşırı beklentilere neden oldu. İlk siyah başkanın daha adil, toplum refahını düşünen, enerjide yeni bir dönemi muştulayan bir lider olması umuluyordu, ancak değişimin sınırlarını görmek için çok beklemek gerekmeyecekti.
Obama yönetimi 2009’de George Bush’tan başkanlık koltuğunu devraldığında iki önemli yıkıcı sorun önlerinde duruyordu. 2008 Finansal Krizi ve iklim krizi ya da krizin odakta olduğu, çözüme vurgu yapan enerji dönüşümü. Seçilmiş başkan olarak Obama Georgetown Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada enerji için şöyle diyecekti: “İyileştirme Yasası’nda ulusal yenilenebilir enerjiye yapacağımız yatırım iki katına çıkacak. Daha verimli binalar ve enerji yatırımlarıyla faturalarımızda milyonlarca dolarlık tasarruf sağlayacağız.”
Obama’nın bahsettiği yasa, Şubat 2009’da Amerika İyileştirme ve Yeniden Yatırım Yasası (American Recovery and Reinvestment Act of 2009) olarak yasalaştı. Yasanın temelinde 2008’de ortaya çıkan krizin yarattığı yıkımı ortadan kaldırma, istihdam sağlama ve enerji verimliliği alanında girişimlere destek olma vardı. Yasanın maliyeti 787 milyar dolar olarak açıklansa da sonraki güncellemeyle paketin harcaması 831 milyar dolara çıktı. Peki bu paket nerelerde kullanıldı?
Bankalara can simidi enerjiye kırıntı
ABD ekonomi tarihinde krizlerin varlığı dönem dönem dikkat çeker. Ancak bunlardan en akılda kalanı 1929 Büyük Buhranıdır. 1929’da patlak veren bu kriz öylesine yıkıcı bir etki yarattı ki Franklin D. Roosevelt’in adıyla anılan, temelinde kamu harcamaları yoluyla dev projelerin yaratılmasını, istihdamın artırılmasını ön gören ekonomik yaklaşım Yeni Anlaşma (New Deal), 1933-39 arasında uygulamaya konuldu. Devasa projeler, barajlar, otobanların inşa edildiği dönem, yani kamu eliyle iş ve ekonominin onarılması ve canlandırılması süreci...
Obama’nın benzer bir saikle yola çıktığı sır değildi, zira 2008 Krizi en az 1929 Buhranı kadar yıkıcıydı. Bu yıkıma neden olansa kâr hırsıyla kamçılanmış finans çevresinin dev bankalar, derecelendirme kuruluşları ve temelleri Clinton yönetimine uzanan türev varlıklara dönük düzenlemeler üzerinden oluşturduğu tuhaf bir yumak ve her yol mubah anlayışıydı. Söz konusu devasa bankalar için “batmak için çok büyük” terimi icat edildi ve neredeyse bu krize neden olan kimse ceza almadı. 9.3 milyon insanın ev kredilerini ödeyememesi ve evlerinden olmasını saymazsak. Ancak ne bu bankaların CEO’ları ne de derecelendirme kuruluşları hizaya çekildi. Geride milyonlarca işsiz ve küresel ölçekte dalga dalga yayılan bir yıkım kaldı.
Obama yönetimi canlandırma yasasıyla toplumsal yaraları sarmaya çalışsa da bankaları kamulaştırmadı, bunun yerine krize neden olan sistemi onardı. Obama her ne kadar sağlık sigortası politikasıyla eleştiri oklarına hedef olsa da Wall Street için onun sevilen bir yönetim olduğunu söylemek gerekiyor. Hatta sağlık sigortası eleştirilerinin Cumhuriyetçilerin dilinde seçim kazanma aracından öteye gitmediğini de. Finans çevreleri, ekonomi guruları ve kamçısı elinde, gözünü kâr hırsı bürüyenler için Obama hiç de kötü bir başkan değildi. Peki enerjide durum nasıldı?
Obama’ya karşı açılan bayrak: Radikal yeşil anlaşma sesleri
Canlandırma paketinde Beyaz Saray yenilenebilir enerji yatırımlarına, enerji verimliliği ve düzenlemelerine 90 milyar dolar ayırdı. Yani toplam paketin nedeyse yüzde 10’unu. Ancak Tesla’ya verilen borçlar dahil aslında güneş, rüzgar gibi alanlara yapılacak enerji yardımlarının bir kısmının büyük şirketlere gittiği, ayrıca kamunun doğrudan rol almak yerine perde gerisinde durarak yürüttüğü enerji yatırımlarının hem kötü idare edildiği hem de yolsuzlukların döndüğü gündeme geldi. Enerji dönüşümüne ayrılan bütçenin kullanımı konusunda en dikkat çeken, bu alanda çalışan örgütlerin, oluşumların ve aktivistlerin görmezden gelinmesiydi. Nitekim Beyaz Saray'ın toplumun taleplerini dinlemeden yalnızca bazı şirketlerle görüşmesi, kendi hazırladığı planın en iyisi olduğunu iddia ederek alternatiflere kapısını kapatması Biden döneminde Radikal Yeşil Yeni Anlaşma taleplerinin de nedeni. Obama yönetiminin tepeden uyguladığı ve başarısı tartışmalı olan pratikleri içeren Yeşil Yeni Anlaşma’ya karşı atılan bir adım yani.
Yenilenebilir enerji alanında 90 milyar doların kullanım tarzı, Solyndra, Tesla, Fisker’in elde ettiği faydaya karşı yükselen sesler, Paris Anlaşması’na imza koyan Obama yönetimine, “bir anlaşmayla kurtulamazsın” mesajı veriyordu.
Obama’nın altın çağı: Kaya gazı ve petrolü patlaması
Eşitlik ve sosyal refah, iklim krizine çare çağrıları arasında ABD ve dünya tarihi açısından en önemli kırılmalardan biri yine Obama döneminde yaşandı. ABD’de 2006 ya da daha öncesine referans veren kaya gazı ve petrolü üretim verileri, Trump’ın seçim sürecinde Obama’yı eleştirmek için kullandığı hakikatin aşındırılmasını tersyüz etti. Trump seçim kampanyası boyunca Obama’yı petrol sektörünü batırmakla suçluyordu. Oysa veriler incelendiğinde Obama döneminde ABD’nin petrol üretiminin yüzde 72 oranında artış kaydettiği görüldü. Benzer bir atılım doğal gaz alanında yaşandı. Dahası 2015’te ABD gaz ihracat etmek için var olan yasağın kaldırılmasının önünü açtı. Aynı adımı petrol izledi. Yani Obama döneminde hem teknolojik atılım hem yeni yatırımlarla kaya gazı ve petrolü üretimi hızla artış gösterdi. ABD kendi ülkesinde yenilenebilir kaynaklara yatırımı teşvik ederken bir yandan da dünyaya hidrokarbon satışına başladı. 2020’de ABD dünyadaki en büyük petrol üreticisi, onu iki geleneksel üretici Suudi Arabistan ve Rusya izliyor.
ABD’nin petrol üretiminde liderliği Tump dönemine denk gelse de ivmelenme Obama döneminde gerçekleşti. Söz konusu dönemde gaz ve petrol lobicileri başarının Obama’nın hanesine yazılmasını önlemek için şöyle dediler: “Obama yönetimi petrol ve gaz üretimine ekstra destek olmadı, ancak engel de çıkarmadı. Aslında çalışan kapitalist ilkelerdi.”
Özetle 'değişim' sloganıyla iktidara gelen Obama yönetimi, 2008 Krizi’ni ele alış tarzıyla, Wall Street’teki şirketlerin değerlerinin nasıl arttığını anlatarak kendisine övünç kaynakları buldu. Enerji alanında yenilenebilir politikası, üstten, şirketleri ve lobileri dikkate alan bir yöne savruldu. “Sorunu emisyona indirgeyemezsiniz, krizin nedeni ekonomik sistem ve işleyişinde” diyenlerin sesi sessizlik perdelerine takıldı. Petrol ve doğal gaz sektörü gittikçe büyüdü, istihdam alanı genişledi. Vergi muafiyetleri de unutulmadı elbette. Yani Obama’nın attığı bazı adımlar ve atmadıkları aslında mücadele edilmesi gereken sorunları büyüttü, yükü ağırlaştırdı. Bu nedenle eğer Biden Obama’dan aldığı mirasa sadık kalacaksa, dünyanın başının çaresine bakması gerekebilir. Zira, Obama döneminde gördüğümüz bir türlü karar verememenin yarattığı gerilim ve savrulmaydı da.
Önümüzdeki hafta petrol sevdasını gizlemeyen, iklim krizine burun kıvıran Trump dönemine eğileceğiz.
Gazete Duvar / 09.12.20