Hıdır Demir çocukluğundan itibaren devrimci ilişkiler içinde yetişmişti. Ama onun 1976 yılı sonuna kadar Halkın Kurtuluşu gençliği içinde tanındığı söylenemezdi. Sempatik ve esprili kişiliğiyle çevresinde sevilen bir gençti. HK gençliği içinde bir sıra neferiydi. Yakın köylüsü gençler dışında kimse onun Sinan’ın kardeşi olduğunu bilmiyordu. İlişkileri daha çok yakın köylüsü öğrenciler ve Kışla Mahallesi’nde oturan yaşıtlarından oluşuyordu.
1976 yılı sonbaharında Ankara’da bir devrimci faşistler tarafından öldürülmüştü. Dersim Miskeşah köyünden olan bu devrimcinin cenazesi şehir girişinde karşılanmış ve kalabalık bir katılımla köyüne götürülmüştü. Bu devrimcinin cenazesi HK kitlesi için iki yeni yoldaşıyla tanışma vesilesi olmuştu. İlki, aslında Sinan’ın ilk çekirdeğinden biri olan ama Ankara’da hukuk eğitimi gördüğü için yeni kuşak tarafından tanınmayan Hüseyin Sancar’dı. Cenazeyle birlikte gelmiş ve THKO adına konuşma yapmıştı.
Defin sonrası kitle gruplar halinde dağılmaya başladığında, HK kitlesi genç bir yoldaşını daha tanıyacaktı. Gruplar halindeki dağılmayı fırsat sayan polis arama bahanesiyle şehrin girişine barikat kurmuştu. Bu besbelli ki kontrolü elde tutma manevrasıydı ve fazlasıyla keyfiydi. Ama HK yöneticilerinden birinin de içinde olduğu çeşitli gruplardan oluşan eylem komitesi, “önemli kadrolar”ın şehre dağ yolunda dönmeleri ve kitlenin aramadan geçmeyi kabul etmesi üzerine anlaşmışlardı. Bir grup THKO-HK gençliği buna isyan etmiş ve kararı tanımadığını ilan etmişti.
İnisiyatifi alan ve grup adına öne çıkan Hıdır Demir’di. Henüz 18’ine yeni ayak basacak olan bu genç, yaptığı kısa konuşmada, alınan kararı “sağcı ve teslimiyetçi” ilan etmişti. Kendisine “örgüt kararı” hatırlatılınca da, “örgütten ayrılıyoruz” diye kestirip atmıştı. “Şefler dağ yolunu tırmandıklarında”, Hıdır ve ekibi bütün kitlenin desteğini alarak barikata yürümüş ve aşarak geçip gitmişti.
Hıdır’ın “örgütten ayrılıyoruz” sözlerini fazla ciddiye alan yanındaki genç öğrencilerden biri, “farz edelim ki örgütten ayrıldık, peki bizim örgütümüzün adı ne olacak?” diye saf saf sorunca, Hıdır cevabı yapıştırmıştı: “Halkın Kuvveti!”
“Halkın Kuvveti” Pertek’te kuvvet oldu
“Halkın Kuvveti”, alınan kararın sağ nitelikte olduğu düşüncesinden hiçbir zaman geri adım atmadı. Ama yeni bir örgüt kurma söylemi, Hıdır’ın saf yoldaşına yaptığı bir espriydi yalnızca. Yine de Hıdır ekibini dağıtmış değildi. Grubunun ana kitlesi Pertek köylerinden olduğu için, hep birlikte Pertek merkeze yerleştiler. Pertek gençlik çalışması da bundan sonra canlandı. Yaklaşık 1-1,5 yıl içinde de faşistleri Pertek’ten söküp attılar. Türk kökenli ve Sünni mezhepten emekçilerle inanılmaz iyi bağlar kurdular. Bu kesimden gelen gençlerin bir kısmı siyasal faaliyete dahil edildi. İlçe merkezinde oturan sakinlerin önemli bir bölümü artık devrimcilerin dostuydu.
Pertek gençliğini okul ve köy birimleri üzerinden örgütlediler. Pertek gençlik örgütü, sıkıyönetim geldiğinde, faaliyetini koşullara uyarlamakta zorlanmayan gençlik birimlerinin başında geliyordu. Hıdır, biri Pertek merkezde olmak üzere birbirinden bağımsız üç değişik köy grubunda kendi komitelerini kurmuştu. Gençlik kitle örgütü YDGD, sıkıyönetim koşullarında bir dağın yamacında kongresini yaparak yönetimini yenilemişti.
Hıdır doğal önderliğin kendine özgü tiplerinden biriydi. Yalnızca gençlik alanında değil, köylüler içinde de bir otoriteydi. Bazı köylerde on yıllardır bir türlü çözülemeyen anlaşmazlıklar, o yıllarda devrimcilerin hakemliğinde konuşulup çözüme bağlanıyordu. Pertek bölgesinde köylülerin karar merci olarak istedikleri ilk kişi, alandaki parti sorumluları ya da tanınmış devrimci simalar değil, Hıdır oluyordu. Tanz köylüleri bir parti görevlisinin önerilmesi üzerine oylama yapmışlar, tek karşı oy dışında oybirliğiyle Hıdır’ı istemişlerdi.
Hıdır Dersim merkeze geri dönüyor
Sıkıyönetimin ilanından sonra Dersim merkezde bir boşluk yaşanıyordu. Bu alandaki gençlik çalışması Dersim TDKP çalışmasının en kritik alanıydı ve riske edilemezdi. Bu nedenle Pertek gençlik çalışmasının zayıflayabileceği göze alınarak Hıdır merkeze kaydırılmıştı. Doğal önderlik vasıfları taşıyan kadrolar, yetkiler başkalarında olsa bile, kapasite ve yetenekleriyle örgüte ve çalışmaya kendi renklerini verirler. GKB merkez çalışması da Hıdır’ın rengini almaya başlamıştı. Gençlik çalışması onun ekibiyle kaynaşması sayesinde hiçbir sarsıntı yaşamamıştı. O kısa sürede bütün GKB biriminin tartışmasız otoritesi ve gençlik kitlesinin sevgilisi olmuştu.
Dersim merkezdeki çekirdek gençlik grubunu yönetmek hem kolay ve hem de çok zordu. Kolaydı, çünkü büyük bir bölümü organlarda örgütlüydü ve ne yapacaklarını bilen militanlardı. Zordu, çünkü bu ekibi çekip çevirmek kapasite gerektirirdi. Hıdır kapasitesiyle misyonunu oynayan bir devrimciydi. Örgüt yetkisi kullanmayı asla bilmezdi. Böyle bir yetkiye tepki duyduğu bile söylenebilirdi.
Gençler için onunla çalışmak ve eyleme çıkmak bir zevkti. Çok doğal bir otoritesi vardı, gençleri disipline etmeyi iyi başarıyordu. Nitekim Veli Gültekin’in öldürülmesinden sonra, Veli’yi seven gençlerin öfkesini dizginlemeyi o başarmış, PKK’lılarla kavga yaşanmasını önlemişti. Yönettiği gücün bütün enerjisini 24 Ocak Kararları ve faşist diktatörlüğün saldırılarına karşı mücadeleye kanalize etmeyi başarmıştı.
2 Nisan 1980 günü TDKP il örgütünün 24 Ocak Kararları ve sıkıyönetimin saldırılarına karşı 1 Mayıs’ta yığınları gösteriye çağıran bildirisinin dağıtımını planlamış, kendi de Dağ Mahallesi’nde dağıtım yapacak grubun başına geçmişti. Dağıtım esnasında devriye gezen askerler ile sürekli dolaşan polis otolarına karşı azami dikkat gösteriyorlardı. Bu nedenle dağıtım işi yavaş yürümüştü. Çalışmanın sonuna gelinmişti. Son sokağa girdiklerinde yanındaki yoldaşını sokağın başına bırakmıştı. Üç-beş adım atar atmaz, MİT’e çalıştığı bilinen birinin kiraya verdiği evinden çıkan iki kişi karanlıkta yaklaşarak, “kimin bildirisi” diye sormuşlardı. Bunlardan bir PKK’nın tanınmış kadrolarından Veli Tayhani’ydi. Öteki ise Hıdır Alkış. Hıdır Alkış PKK’lılarla iyi ilişkileri olan ama PKK’lı olmayan biriydi. Devrimci Kurtuluş’çu olduğunu söylerdi. İki farklı örgütten tanıdığı iki kişi yaklaşınca bir terslik olabileceğini ne o, ne de sokağın başındaki yoldaşı düşünmüştü. Hıdır yine de “kimin bildirisi?” sorusuna “Devrimci Yol”un diye cevap vermişti. “Seni tanımadık mı!” diyerek küfür eden ikili silahlarını ateşlemiş ve karanlığa karışmışlardı. Ne iki sokak aşağıdaki askerler silahların patladığı yöne yönelmiş, ne de tur atan polis otoları olay yerine gelmişlerdi.
Sinan tehlikeyi seziyor ve felaketi önlüyor
Hıdır vurulduğunda Sinan (Teslim Demir) il dışındaydı. Haberi alır almaz, yakalanma riskini göze alarak, özel bir araçla Dersim’e gelmişti. Zannedileceği gibi, kardeşinin vurulmasından ötürü duyduğu hassasiyetten ötürü değildi bu. O, Veli Gültekin’den yalnızca bir hafta sonra bu kez Hıdır’ın öldürülmesinin, bir süredir zor zaptedilen GKB’li militanların öfkesini kontrolden çıkarabileceğinden korkmuştu.
Kaygılarında haklıydı. Demek ki yönettiği güçleri iyi tanıyordu. Hastaneye varır varmaz gençlerin ve kimi partililerin öfkesine maruz kalmıştı. Kimi HK’lı analar bile “bu kadar da olmaz” demeye başlamışlardı. Normalde Dersim’in kadroları, özellikle de gençleri, ona karşı saygıda asla kusur etmezlerdi. Fakat şimdi sayısız militan ona karşı ağız birliği etmişçesine “Al sana teşhir ve tecrit politikasının sonu. Taşları bağladın, köpekleri saldın!” diye tepki gösteriyor, yapılan Hoca’nın suçuymuş gibi onu itham ediyorlardı.
Sinan işinin bu kez kolay olmadığını anlamıştı. Ama bir misilleme girişimini engellemek zorundaydı. Kontrol kaybedilirse olacakları düşünmek bile istemiyordu. Hıdır’ın acısını unutmuş, bir çılgınlık olmasın diye çabalıyordu.
Yaklaşık sekiz bin kişinin katıldığı cenaze töreninde tek konuşmayı kendisi yapmıştı. Konuşmaya başlamasıyla beraber topluluk inanılmaz bir suskunluğa girmişti. Hıdır’ın pek çok yoldaşı, Pertek, Mazgirt ve Hozat’ın militanları, öfke ve sabırsızlıkla “saldırı” kararının açıklanmasını bekliyorlardı.
Bir an Sinan’ın sözü ansızın kesilmiş, yanık sesle devrimci bir ağıt yükselmişti:
“Yürüyoruz dalgalar gibi
Ellerimizde bayraklarımız
Ölüyoruz yaşatmak için
Özgürlük uğruna dökülen kanız
En yiğitlerimiz ölmüşse bile
Yiğitlere gebe analarımız”
Konuşmasını kesmiş, marşın bitmesini beklemişti. Söze yeniden başladığında, belki binlerce insan şimdi ağzından intikam sözleri dökülecek diye bekliyordu. O ise bir an beklemiş, gözlerini ufka çevirmiş ve kitleyi süzdükten sonra mealen şunları söylemişti:
Dün aşiretleri birbirine kırdırıyorlardı. Şimdi aynı oyunu Dersimli gençler üzerine oynuyorlar. Kendi arkadaşını vurup bunu üstümüze yıkanlar kan davası güderek düşmana hizmet ediyorlar. Biz komünistiz ve devrim için varız, feodal intikam için değil. Hangi oyunu çevirirlerse çevirsinler doğru bildiğimiz yoldan şaşmayacağız. Kurulan tuzaklara düşmeyeceğiz. Bu düzeni yerle bir ettiğimiz gün yoldaşlarımızın intikamını da almış ve onların rahat uyumalarını sağlamış olacağız.
Genç yoldaşlarım, olan biteni Dersim halkına anlatın! Dersim halkı katillerin hakkından gelir. Hıdır, Veli, Hüseyin [Sancar], Komır [Hüseyin Demir], Yusuf ve Sultan, sizden devrim bekliyor, feodal intikam değil. Onların anısına size sesleniyorum. Kurulan tuzaklara dikkatlice bakın!
Eğer tuzaklara düşmeye hevesli ve katillerle düello yapmaya kararlı olanlarınız varsa, böyleleri önce hareketimizle bütün bağlarını kessinler.”
Ortalığı derin bir suskunluk aldı. Her taraf buz kesmişti. Slogan bile atılmadı. Bütün bir örgüte rağmen tutumu çok netti. Yüzlerce militanın kopuşunu göze almıştı.
Büyük insanlık, davasını her şeyin üstünde tutmak, devrime kenetlenmiş irade denilen şey bu olmalıydı. TDKP Dersim önderliği, o önderliğin düzeyi, Tahsin Hoca, Kara, “Doğunun generali”, yani Teslim Demir, buydu işte. Kardeşinin acısını bile yaşayamamış ama büyük bir felaketi önlemişti.
Hüseyin Demir, Veli Gültekin ve Hıdır Demir… Dersim GKB, yalnızca altı hafta içinde üç temel direğini peş peşe kaybetmişti. 12 Eylül sonrası dağılmada gençliğin bu üç önder kadrosunun yitirilmiş olmasının payı neydi? Bunu en iyi o dönemin sahipsiz kalan gençlik kuşağı bilir.