“Bremen Sosyalist Cumhuriyeti”
Devrimci sol, Bremen’de, diğer kentlerle karşılaştırılamayacak kadar önemli bir nüfuz kurmayı başarmıştı. Almanya’nın kuzeybatı kıyılarındaki kent, 1914’ten önce bile SPD içindeki muhalefetin merkezi durumundaydı; yerel parti örgütünün gazetesi, sık sık sayfalarında Luxemburg, Mehring ve Radek’in makalelerine yer veriyordu. SPD içinde 1917’de yaşanan bölünme, tüm Alman kentleri arasında en çok Bremen’deki muhalefetin işine yaradı; bölünmeden sonra ‘eski parti’ örgütünün elinde sadece ‘birkaç yüz’ üye kalmıştı. O arada, Johann Knief’in liderliğindeki devrimci sol, şehirde Arbeiterpolitik adlı haftalık bir gazete çıkarmayı başarmıştı. Bunlar, imparatorluk rejiminin baskısından sakınabilmek için, işyerlerinde kök salmış yasadışı bir örgüt kurmuşlardı.
Sosyal Demokratlar, devrimden sonraki ilk hafta içinde kentin kontrolünü ele geçirdiler: O günlerin genel atmosferinde, insanların çoğu, işçi ve asker konseylerinin o güne kadar Bremen’i imparatorluk içinde bir kent devleti olarak idare etmiş Senato ile uygunluk içinde olduğunu düşündü. Fakat insanların tavrı, 16 Kasım’da Knief’in beraberinde devrimci deniz erlerinden bir birlikle kente gelmesiyle beraber değişecekti; bunlar, kentte “silahlı işçilerin iktidarının çekirdeği”ni oluşturmaya kararlıydılar.
24 Kasım’a gelindiğinde, devrimciler belediye binası önündeki meydanda kitlesel gösterilere önderlik ediyorlardı, işçi ve asker konseyi Ulusal Meclis’in toplanmasına karşı çıkarak proletarya diktatörlüğünden yana tavır alıyordu. Komünistler, Sosyal Demokratlar garnizonda belli bir güce sahip olmakla beraber, “sanayi işçilerinin çoğunluğunun desteğini kazanmış durumdaydılar”. İşçi konseyi için 6 Ocak’ta yapılan yeni seçimlerde, SPD oyların yarısından daha azını alabildi, Bağımsızlar 64, komünistler ise 62 oy aldılar.
10 Ocak’ta, yeni konsey Bremen belediye binasında toplandığında, Berlin’de silahlı çatışmalar hâlâ devam etmekteydi. Bremen caddeleri, “komünistlerin liderliğindeki büyük silahlı işçi” kitlelerinin gösterilerine tanık oluyordu. Konseyin Bağımsız Sosyal Demokrat üyeleri de kentin bu havasından etkilenmişti. Komünistlerle birlikte, Bremen’in ‘bağımsız bir sosyalist cumhuriyet’ olarak ilan edilmesi lehinde oy kullandılar. Bir ‘halk komiserleri konseyi’ seçildi (beş Bağımsız Sosyal Demokrat ve dört komünist) ve bir dizi devrimci önlem alındı: “proleter halk ordusu” tarafından uygulanacak bir sıkıyönetim; burjuvazinin ve subayların ellerindeki silahları 24 saat içinde teslim etmeleri; burjuva basın üzerinde sansür.
Bu noktada, Bremen’deki devrimci hareket hiç umulmadık ama kaçınılmaz bir yara aldı: Hareketin o zamana kadarki en yetenekli lideri Johann Knief çok ağır bir hastalıktan yatağa düştü. Knief’in son politik eylemi, Berlin’e askeri destek vermeye ya da yerel bir ayaklanmaya yönelik her türlü girişimden sakınılması uyarısında bulunmak oldu. Fakat verdiği bu öğüt kulakardı edildi.
Knief’in ne kadar haklı olduğu, bundan sadece üç gün sonra, Bağımsız Sosyal Demokratların mücadeleye sırt çevirmeleriyle kanıtlanmış olacaktı. İşçi ve asker konseyleri, az bir oy farkıyla kentte Ulusal Meclis için seçimlere gidilmesi kararı aldı. Komünistler, ‘cumhuriyeti’ muhafaza etmek için işçiler arasında yeterince desteğe sahip olmadıklarını gördüler.
21 Ocak günü, konsey, Mart’ta yapılacak bir ‘yurttaşlar seçimi’ ile kent için yeni bir yönetimin seçilmesine karar verdi. “Bağımsız sosyalist cumhuriyet”, onu kuranlar tarafından unutulmuştu- fakat askeri bir müdahaleye gerekçe oluncaya kadar varlığını sürdürdü.
Şimdilik, işçi konseyi Bremen’de iktidarda kalmaya devam ediyordu ve işçiler hâlâ silahlanmış durumdaydılar. Bu, kendi içinde, Berlin’deki hükümet için yeterince aşağılayıcı bir durumdu. Ulusal Meclis seçimleri yapılır yapılmaz, Bremen’e karşı kampanya başlatıldı.
Basın, bağıra çağıra, Bremen’deki radikal rejimin Amerikan gıda yardımının diğer Alman kentlerine dağıtımını engellediğini ileri sürüyordu. ‘Kamuoyu’ basın aracılığıyla yürütülen bu kampanya ile istenildiği biçimde hazırlandıktan sonra, askerî harekât başladı.
28 Ocak’ta, geleceğin önde gelen Nazilerinden biri olacak Erhardt komutasındaki Freikorps birlikleri Wilhelmshaven’daki donanma üssüne karşı saldırıya geçtiler. Deniz erleri konseyini ezmek için, makineli tüfekler, ağır toplar, el bombaları kullanıldı. Erlerden sekizi bombardıman sırasında yaşamım yitirdi. 30 Ocak günü, Freikorps askerlerine Bremen üzerine yürüme emri verildi.
Durum, bir bakıma, o ayın ilk günlerinde Berlin’de yaşanmış durumu andırıyordu. Radikal sol, iktidarı ele geçirmeye yönelik bir girişim içine sürüklenmişti. Bunlar, ülkenin diğer bölgelerindeki işçilere, ‘fanatikler’ ve ‘darbeciler’ olarak gösterilebilir, Berlin hükümetinin ‘sosyalizme doğru düzen içinde ve adım adım’ gidişini engellemeyi amaçlamakla suçlanabilirlerdi.
Ancak, Berlin ile Bremen arasında önemli bir fark vardı. Berlin’de, meşruluğunu Kasım devriminden alan yönetici organ İşçi Konseyleri Merkez Komitesi hükümete destek vermişti. Bremen’de ise, hükümetinin saldırısına hedef olan İşçi Konseyi yönetiminin kendisiydi.
Sonuç, gerek kent içinde ve gerekse kent dışında işçi sınıfının çeşitli kesimlerinin Bremen’deki radikal sola destek vermesi oldu. “Tüm Wasserkante [kuzeybatı kıyıları] işçi sınıfı Bremen’e karşı girişilen hareketi bir tehdit olarak gördü.” Bölgenin diğer büyük kenti Hamburg’daki Sosyal Demokrat gazete Hamburger Echo, “Devrimi militarizme başvurarak boğmak zorunda mıyız?” diye soruyordu.
Bölge, daha üç ay kadar önce imparatorluk rejimine son vermiş olan konsey hareketinin beşiği idi. Şimdi, bölgedeki tüm konseyler Bremen’in savunması için birleşik bir cephe oluşturacak görünüyorlardı.
Hamburg’da üslenmiş 11. Ordu Konseyi destek vaadinde bulundu. Hamburg’daki İşçi Konseyi, 206’ya karşı 232 oyla, Bremen’e karşı girişilecek askeri bir harekâtı engellemesi için 11. Ordu’nun devreye sokulması, “Hamburg işçilerinin 48 saat içinde silahlandırılması”, tüm erzak maddelerinin kontrolü için gıda ve erzak depolarının işgal edilmesi, “tüm askeri olanakların kullanılması suretiyle” Bremen’e destek verilmesi için karar aldı.
Bremen’de, halk komiserleri ile işçi ve asker konseyleri hükümete bir uzlaşma önerisi sundular. Buna göre, Bremenli işçiler ellerindeki silahları Freikorps birliklerine değil, Hamburg ve Bremen’de konuşlandırılmış asker birliklerine teslim edecekler, halk komiserleri organı sandalyelerin yarısı Sosyal Demokratlara verilecek şekilde yeniden yapılandırılacaktı.
Bremenli Sosyal Demokratlar, bu uzlaşma önerisini heyecanla karşıladılar. Ancak, Noske bu öneriye burun kıvırdı. Freikorps birliklerinin liderleri Lüttwitz ve Erhardt, kendisine, “söz konusu olan şey ordunun saygınlığıdır” demişlerdi. Bremen ile bir uzlaşmaya varılması, Asker Konseyleri’nin ordunun hareketlerini belirleme yetkisinin kabulü anlamına gelirdi.
3 Şubat günü Freikorps birlikleri Bremen’e girdiler. İki taraf arasında şiddetli çatışmalar yaşandı: İşçiler, bu devrim boyunca sık sık olduğu gibi, müzakereler dolayısıyla gevşeklik içine girip güvenliği ikinci plana bırakmamışlardı. 30 Ocak günü Berlin’den gelen uyarı telgrafıyla birlikte fabrikalarda sirenler çalmaya başlamış ve hemen işçi sınıfının silahlandırılmasına girişilmişti.
Freikorps birlikleri, işçileri arka sokaklara sürüklemek zorunda kaldı. Köprüleri tutan silahlı işçiler, zırhlı araçlarla girişilen saldırılara direndiler. Bu işçiler, ancak bombaların devreye sokulmasıyla bu köprülerden uzaklaştırabildiler. Çatışmalar sırasında 28 işçi yaşamını yitirirken, Freikorps askerlerinden ölenlerin sayısı 46 idi.
İşçiler Hamburg’dan gelecek olan yardıma güveniyorlardı -oysa bu yardım hiçbir zaman gelmeyecekti. Hamburg’daki Sosyal Demokratlar, hükümetin Bremen’e yönelik tehditlerini sözlü olarak kınamışlardı. Fakat bu hükümet karşıtı tavırlarını eyleme geçirmeye niyetli değillerdi. Geride durdular ve Bremen’in şiddet yoluyla ezilmesine göz yumdular.
Bremen’in ‘temizlenmesi’ yaklaşık yüz insanın yaşamına mal oldu; gelişigüzel tutuklamaların yerini gelişigüzel kurşuna dizmeler alırken, silah arama gerekçesiyle girilen işçi evleri talana uğradı. Kente askeri hücumu durdurmak için hükümetle ‘müzakerelere girişmiş’ aynı Sosyal Demokratlar, şimdi, kentte geçici bir hükümetin kurulması için Freikorps birlikleriyle işbirliği içindeydiler.
Her şeye karşın, işçilerin devrimci ruhu tamamen kırılmamıştı. Şubat’ta tutuklanmış mahkûmların salıverilmesi talebiyle Nisan ayında girişilen genel grev kenti felce uğrattı. Hükümet grevi bastırmak için yeniden askeri güce başvurmak zorunda kaldı: Sokaklarda işçilerin üzerine ateş açıldı, kitlesel tutuklamalara girişildi, askeri mahkemelerde yargılanan işçilere ‘yağmalama’ suçlamasıyla 15 yıla varan hapis cezaları verildi.
(Chris Harman, Kaybedilmiş Devrim, Pencere Yayınları, s.126-30)
Yazının başlığı tarafımızdan konulmuştur...