Doğu sorunu hakkında genel tezler

Değişik tarihî koşullarda, çok farklı temsilcilerin ulusun bağımsız devlet iradesinin taşıyıcısı olabileceğini dikkate alan Komünist Enternasyonal, emperyalizme karşı her millî devrimci hareketi destekliyor. Ama aynı zamanda, ezilen yığınları zafere götürmenin ancak en geniş yığınları aktif mücadelenin içine çekmeye yönelik ardıcıl devrimci bir çizgiyle ve kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda emperyalizmle uzlaşma yanlılarıyla bütün bağları kopararak mümkün olduğunu da, hiç unutmuyor.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 29 Aralık 2020
  • 17:38
Ankara'da 1924 1 Mayıs'ından İmalat-ı Harbiye işçileri

Ankara'da 1924 1 Mayıs'ından İmalat-ı Harbiye işçileri

Komünist Enternasyonal
V. Kongresi ve TKP

1924 Temmuz’unda toplanan Komünist Enternasyonal V. Kongresi, TKP’nin de çok yönlü eleştirilere konu olduğu bir kongredir.

Sunuşun tamamı...

Komünist Enternasyonal V. Kongresi (Temmuz 1924)

 

I. DOĞUDAKİ DEVRİMCİ HAREKETTE YÜKSELİŞ

Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi, Doğudaki Sovyet kuruculuğu örneği ile sömürgelerdeki millî devrimci hareketin yükselişinden hareketle, emperyalizm ile proletarya diktatorası arasındaki sürekli mücadele devrinde, millî mesele ve sömürgecilik meselesinin genel ilkesel değerlendirmesini yaptı.

Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde emperyalist ezgiye karşı mücadele, o zamandan bu yana, emperyalizmin savaş sonrası siyasî ve iktisadî bunalımının derinleşmesiyle, önemli ölçüde güçlendi.

Bunun kanıtları şunlardır: 1) Türkiye’nin paylaşımına ilişkin Sevr Anlaşması’nın başarısızlığı ve ülkenin millî ve siyasî bağımsızlığının tamamıyla kazanılması; 2) Hindistan, Mezopotamya, Mısır, Fas, Çin ve Kore’de millî devrimci hareketin hızla büyümesi; 3) Japon emperyalizminin çıkmazlara yolaçan iç bunalımı, bunun sonucunda ülkedeki burjuva demokratik devrim yanlısı unsurların hızla artması ve bugün Japon proletaryasının bağımsız sınıf savaşına geçmesi; 4) Bütün Doğu ülkelerinde işçi hareketinin canlanması ve bu ülkelerin neredeyse tamamında komünist partilerinin kurulması.

Sıralanan bu olgular sömürgelerdeki devrim hareketinin içtimaî zemininin değiştiğini gösteriyor; sömürgelerdeki devrim hareketinin içtimaî zeminindeki bu değişiklik anti-emperyalist mücadelenin güçlenmesini getiriyor ve böylece bu mücadelenin yönetimi artık yalnız emperyalizmle uzlaşmaya hazır feodal unsurların ve millî burjuvazinin elinde kalmıyor.

1914-1918 emperyalist savaşı ve savaş sonrasında kapitalizmin, en başta Avrupa kapitalizminin içine düştüğü ağır bunalım, büyük devletlerin sömürgeler üzerindeki iktisadî himayesini önemli ölçüde zayıflattı.

Diğer taraftan, dünya emperyalizminin iktisadî tabanını ve siyasî etki alanını daraltan bütün bu olgular, emperyalist devletler arasında sömürgelerle ilgili rekabetin sertleşmesine yol açtı ve böylece bütün olarak dünya emperyalist sistemi içinde dengeleri bozdu. (Petrol kavgası, Küçük Asya’daki İngiliz-Fransız kapışması, Pasifik Okyanusu’nda hegemonya uğrundaki Amerikan-Japon rekabeti vb.)

Emperyalizmin sömürgeler üzerindeki etkisinin zayıflaması ve buna paralel olarak değişik emperyalist gruplar arasında rekabetin gitgide artması, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki yerli kapitalizmin gelişmesini kolaylaştırdı. Bu ülkelerde kapitalizm büyük devletlerin emperyalist egemenliğinin getirdiği daraltıcı sınırları aştı, aşıyor. Emperyalist sermaye şimdiye kadar geri kalmış ülkeleri ticaret, sanayi ve vergi alanında sömürüden aşırı kâr elde etmedeki tekel konumunu korumaya çalışırken, bu ülkeleri dünya ekonomi mübadelesinden tecrit etmeye özen gösteriyordu. Sömürgelerde milliyetçi hareketin yükselttiği millî ve iktisadî bağımsızlık talebi, bu ülkelerde burjuvazinin gelişme ihtiyacını dile getiriyor. Şöyle ki, sömürgelerde üretici güçlerin gelişmesi, dünya emperyalizminin çıkarlarıyla uzlaşmaz bir çelişkiye giriyor. Çünkü emperyalizmin özü, dünya ekonomisinin değişik bölgelerinde üretici güçlerin gelişme düzeyindeki farklarını tekelci aşırı kâr sağlamak için kullanmaktır.

II. MÜCADELENİN KOŞULLARI

Sömürgelerin geri kalmışlığı, emperyalizme karşı milliyetçi devrimci hareketlerin çok renkli olmasında önemli rol oynuyor; bu ise feodal ve ataerkil ilişkilerden kapitalizme geçişin değişik aşamalarını yansıtıyor. Bu çok renklilik, söz konusu hareketlerin ideolojilerine belirli ölçüde damgasını vuruyor. Sömürge ülkelerde kapitalizm, feodal zemin üzerinde ortaya çıkıp, her şeyden önce ticarî sermayeye öncelik veren, ne kadar çarpık, tamamlanmamış, ara biçimlerde gelişiyorsa, burjuva demokrasisinin feodal-bürokratik ve feodal-çiftçi unsurlardan ayrışması da, çoğu zaman o kadar karmaşık ve uzun yollardan geçerek gerçekleşiyor. Bu husus, emperyalist ezgiye karşı başarılı yığınsal mücadele yürütebilmenin önünde başlıca engeli oluşturuyor. Çünkü bütün geri kalmış ülkelerde yabancı sermaye toplumun feodal (bazen de yarı-feodal, yarı-burjuva) üst tabakasını kendi egemenliğinin uygulayıcısı yapıyor (Çin’de askerî valiler, Hindistan’da yerli aristokrasi ve toprak vergi tahsildarı Zemindar ve Talukdarlar, İran’da feodal bürokrasi ve aristokrasi, Mısır’da kapitalist esaslı büyük çiftlik ve toprak sahipleri vb.).

Bu yüzden sömürge ve yarı-sömürge halkların egemen sınıfları, giderek yığınların devrimci hareketine dönüşen emperyalizme karşı mücadeleyi yönetmek istemiyor, yönetemiyor. Bu egemen tabakaların temsilcileri emperyalist zorbalığa karşı mücadeleye yalnız göçebe ve yarı göçebeler gibi, yalnız feodal ve ataerkil düzenin yerli aristokrasiyi halkından tamamıyla koparacak derecede çökmüş olmadığı yerlerde aktif yöneticiler olarak katılabiliyor (Mezopotamya, Fas, Moğolistan).

Müslüman ülkelerde millî hareket, ilk zamanlarda kendi ideolojisini, Panislamizmin dinî- siyasî sloganlarında buluyor ve bu, emperyalist devletlerin memurlarına ve diplomatlarına geniş halk yığınlarının önyargılarını ve cehaletini millî harekete karşı savaş için kullanma imkânı veriyor (İngiliz emperyalistlerinin Panislamizm ve Panarabizm oyunları, İngilizlerin Halifeliği Hindistan’a taşıma planı, Fransız emperyalizminin Müslüman sempatizanlığı taslaması). Ancak, millî kurtuluş hareketleri genişleyip güçlendikçe, Panislamizmin dinî-siyasî sloganları artık somut siyasî taleplerle sıkıştırılıyor. Bir süredir Türkiye’de dünyevî iktidarı Halifelikten ayırma mücadelesi bunu doğruluyor.

Bütün millî devrimci hareketlerin ortak ana görevi, millî birliği sağlamak ve devletin bağımsızlığını kazanmaktır. Bu görevin fiilen ve ardıcıl bir şekilde yerine getirilmesi, şu ya da bu millî hareketin gerici feodal unsurlardan koparak ve geniş emekçi yığınların taleplerini kendi içtimaî programında birleştirerek, bu yığınları ne derecede kazanabileceğine bağlıdır.

Değişik tarihî koşullarda, çok farklı temsilcilerin ulusun bağımsız devlet iradesinin taşıyıcısı olabileceğini dikkate alan Komünist Enternasyonal, emperyalizme karşı her millî devrimci hareketi destekliyor. Ama aynı zamanda, ezilen yığınları zafere götürmenin ancak en geniş yığınları aktif mücadelenin içine çekmeye yönelik ardıcıl devrimci bir çizgiyle ve kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda emperyalizmle uzlaşma yanlılarıyla bütün bağları kopararak mümkün olduğunu da, hiç unutmuyor. Yerli burjuvazinin gerici feodal unsurlarla bağlantıları emperyalizme feodal anarşiyi, değişik kabile ve şeyhler arasındaki rekabeti, köy ile şehir arasındaki çelişkileri, dinî grup ve tarikatlar arasındaki mücadeleyi halk hareketlerini yanıltmak için kullanma fırsatı veriyor (Çin, İran, Kürdistan, Mezopotamya).

III. TARIM SORUNU

Çoğu Doğu ülkelerinde (Hindistan, İran, Mısır, Suriye, Mezopotamya) tarım sorunu emperyalist despotluğun ezgisinden kurtulma mücadelesinde birinci derecede önemlidir. Bir yandan emperyalistler köylü çoğunluğu, sömürerek ve iflâsa sürükleyerek en temel geçim imkânlarından mahrum bırakırken, öte yandan ülkenin yalnız belirli merkez bölgelerine dağılmış olan az gelişmiş sanayi, yurt dışına göç edemediği için de giderek biriken işsiz köylülere iş sağlayamıyor. Tarlalarda kalıp fakirleşen köylüler de zamanla toprak kölesi oluyor. Savaştan önce gelişmiş ülkelerde, bunalımlar, toplumun üretim alanında düzenleyici rol oynarken, sömürgelerde düzenleyicilik işlevini açlık görüyor. Elden geldiğince az sermayeyle mümkün olan en büyük kârı sağlamakta hayatî çıkarı olan emperyalizm, geri kalmış ülkelerdeki işgücünü sömürmede tefecilik gibi bütün feodal yöntemleri son kertesine dek destekliyor. Hindistan gibi kimi ülkelerde feodal devletin toprak üzerindeki tekel hakkını üzerine alıyor ve toprak vergisini emperyalist sermayenin ve onun uşağı Zemindar ve Talukdarların kâr kaynağına çeviriyor; İran, Fas, Mısır gibi kimi diğer ülkelerde ise toprak rantını yerli büyük toprak sahipliği vasıtasıyla ele geçiriyor. Böylece, toprağı feodallerin haraç ve toprak ağalığı köleliğinden kurtarma mücadelesi, emperyalizme ve feodal büyük toprak ağalığına karşı mücadele niteliği kazanıyor. (Buna örnek olarak, Hindistan’da Sihlerin 1922 isyanı gösterilebilir). Muazzam köylü yığınlarını ancak ve ancak büyük toprak sahiplerinden toprağı istimlâk etmeyi hedefleyen tarım reformu harekete geçirebilir, onları emperyalizme karşı mücadelede çözümleyici etkiyi sağlamak üzere kazanabilir. Burjuva milliyetçilerin tarım reformu sloganlarından korkusu ve onları kısıtlayıcı tutumu (Hindistan, İran, Mısır), yerli burjuvazinin büyük feodal ve yarı-feodal yarı-burjuva toprak mülkiyetiyle bağlantı ve ideolojik bağımlılık içinde olduğunu gösteriyor. Onların bu ikircimli ve sallantılı tavrı, bütün devrimci unsurlar tarafından millî hareketlerin burjuva yöneticilerinin yarım yamalaklığını sürekli eleştirmek için kullanılmalıdır. Hindistan’da pasif direniş taktiğinin (non cooperation) iflâsının gösterdiği gibi, emekçi yığınların teşkilâtlanmasının ve birleşmesinin önündeki engel tam da bu yarım yamalaklıktır.

Geniş köylü yığınlarının eylemleri temelinde gelişmediği sürece, geri kalmış Doğu ülkelerinde devrimci hareket başarıya ulaşamaz. Bu yüzden tüm Doğu ülkelerinde devrimci partiler feodalizmin ve kalıntılarının tamamıyla ortadan kaldırılmasına yönelik olması gereken tarım programlarını net bir şekilde belirlemelidir. Köylü yığınlarını aktif bir şekilde millî kurtuluş mücadelesine çekmek için, toprak mülkiyeti ilkelerinin temelden değiştirileceği beyan edilmeli; millî burjuva partileri bu devrimci tarım programını mümkün olan en asgari ölçüde benimsemeye zorlanmalıdır.

IV. DOĞU’DA İŞÇİ HAREKETİ

Doğu’nun genç işçi hareketi son zamanlarda yerli kapitalizmin gelişmesinin bir ürünüdür. Şimdiye kadar buralarda işçi hareketi, temel çekirdeğini bile ele alsak, küçük atölye ve tamirhanelerden büyük kapitalist fabrikalara geçiş yolunda bulunuyor. Devrimci işçi sınıfını emperyalizme karşı mücadelenin içine burjuva milliyetçi aydınlar çektiğinden, işçilerin oluşum halindeki sendikal teşkilâtlarını ve çıkışlarını ilk zamanlarda onların temsilcileri yönetiyor. Başlangıçta işçi sınıfının bu çıkışları burjuva demokrasisinin "millî" çıkarları (Çin’de ve Hindistan’da emperyalist bürokrasiye ve onun idarecilerine karşı grevler) dışına çıkmıyor. Komintern’in II. Kongresi’nde de işaret edildiği gibi, burjuva milliyetçiliğinin temsilcileri çoğu kez Sovyet Rusya’nın manevî ve siyasî itibarını kullanarak ve işçilerin sınıfsal içgüdüsüne uyarak, demokratik burjuva çabalarına "sosyalist" ve “komünist" üniforma giydiriyor, bu yolla, bazen kendileri de farkına varmadan, gelişmelerinin daha ilk aşamasında proleter grupları dolaysız sınıfsal teşkilât görevlerinden alıkoyuyor (Türkiye’de Pantürkizmi komünist renge boyayan Yeşil Ordu partisi; Çin’de Guomintang partisinin kimi temsilcilerince propaganda edilen ‘Devlet sosyalizmi").

Bunlara rağmen geri kalmış ülkelerde işçi sınıfının hem sendikal, hem siyasî hareketi son yıllarda hayli ilerleme kaydetti. Neredeyse bütün Doğu ülkelerinde bağımsız sınıfsal proletarya partilerinin kurulmuş olması, kayda değer bir olgudur. Gerçi bu partilerin ezici çoğunluğu derme çatmacılıktan, dernekçilikten ve diğer olumsuzluklardan kurtulmak için yoğun bir çalışmanın üstesinden gelmek zorunda olsa bile, bu değişmez. Komünist Enternasyonal’in ta baştan Doğu’daki işçi hareketinin potansiyel gücünü görmüş olması, son derece önemli bir olgudur. Çünkü bu olguda dünya proletaryasının komünizm bayrağı altındaki birliği açık ifadesini buluyorken, II. ve II buçuk Enternasyonaller Avrupa ve Amerikan emperyalizmine yalnız “memurluk hizmeti" verdikleri için, hiçbir geri kalmış ülkede taraftar bulamıyor.

V. DOĞU’DAKİ KOMÜNİST PARTİLERİNİN ORTAK GÖREVLERİ

Burjuva milliyetçiler, işçi hareketine kendi başarıları için taşıdığı önem açısından yaklaşırken, dünya proletaryası, Doğu’nun genç işçi hareketine onun devrimci geleceği açısından bakıyor. Kapitalizm koşullarında, geri kalmış ülkeler, emperyalist sermaye yararına barbarca sömürülerek çok ağır bedel ödemeden, çağdaş tekniğin ve kültürün kazanımlarından yararlanamıyor. Emperyalizme karşı ortak mücadelenin çıkarlarından başka, art niyetsiz yardımı sadece Doğu ülkelerinin zafere ulaşan proletaryasından alabilecek olmaları da, onları kendi geri kalmış üretici güçlerini geliştirmek için ileri ülkelerin proletaryasıyla ittifaka itiyor. Batının proletaryasıyla ittifak, uluslararası Sovyet Cumhuriyetleri Federasyonunun yolunu açıyor. Geri kalmış halklar için ilkel yaşam koşullarından, dünya ekonomisinde kapitalist üretim ve paylaşım biçiminin yerini alacak yüksek komünist kültüre en sancısız geçiş biçimi, Sovyet düzenidir. Eski Rusya İmparatorluğunun kurtarılmış sömürgelerindeki Sovyet kuruculuğunun deneyimi bunu gösteriyor. Tarımda köylü devriminin ardıcıl bir şekilde tamamlanmasını, ancak Sovyet idare biçimi sağlayabilir. Belirli Doğu bölgelerinin tarımında geçmişte feodal-ataerkil zeminde bir tür kollektif işbirliğiyle/imeceyle desteklenen, ancak vahşi kapitalizm tarafından yokedilen özgül koşullar (sunî sulama), planlı ve düzenli bir şekilde içtimaî ihtiyaçları karşılayabilecek benzer bir devlet teşkilâtını gerektiriyor. Özgül iklim ve özgün tarih koşulları sebebiyle genel olarak Doğu’da küçük üretici kooperatifleri geçiş döneminde çok önemli rol oynayacaktır.

Sömürgelerde devrimin kesin başarıya ulaşması, sırf dünya emperyalizminin egemenliğine taban tabana zıt düştüğü için bile, bu devrimin nesnel görevleri burjuva demokrasisinin sınırlarını aşıyor. Başlangıçta yerli burjuvazi ve burjuva aydınlar, sömürgelerdeki devrimci hareketlere önayak olurken, bu hareketlere proleter ve yarı-proleter köylü yığınlarının çekilmesiyle halkın alt tabakalarının çıkarları ön plana geçtiği için, büyük burjuva ve burjuva-toprak ağası unsurlardan bir uzaklaşma başlıyor. Sömürgelerin genç proletaryasının koskoca bir tarih dönemi boyunca uzun soluklu bir mücadele yürütmesi, sanayi ve kültür alanlarındaki gelişmelerin bütün yararları üzerinde kendi tekellerini kurmaya ve geniş emekçi yığınlarını eski “tarih öncesi” durumda tutmaya çalışan emperyalistlerin sömürüsüne ve kendi egemen sınıflarına karşı savaşması gerekecektir.

Köylü yığınları üzerinde etki sağlamak için yürüteceği bu mücadele, yerli proletaryayı siyasî önderlik işlevine hazırlayacaktır. Ancak kendisini ve kendine yakın içtimaî tabakaları bu mücadele içinde tamamıyla hazır duruma getirdikten sonradır ki, yerli proletarya, geri kalmış Doğu koşullarında Batı’dakine oranla biçimsel olarak daha geri kalmış nitelik taşıyan burjuva demokrasisine karşı koyabilecektir.

Sömürge ülkeler komünist partilerinin bağımsız sınıf çıkarlarını “koruma” bahanesiyle emperyalist ezgiye karşı mücadeleye katılmak istememesi, Doğu’daki proletarya devriminin adına leke sürmekten başka işe yaramayan, en kötü türden oportünizmdir. “Millî birlik” ya da burjuva demokratlarla “iç barış” adına işçi sınıfının günlük hayatî çıkarları uğrundaki mücadeleden uzak durmak da, en azından onun kadar zararlıdır. Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki komünist ve işçi partilerinin önünde ikili bir görev duruyor: Bir yandan, devlet olarak ve siyasî bakımdan bağımsızlığı kazanmaya yönelik burjuva demokratik devrim görevlerinin en köklü şekilde yerine getirilmesi için savaşıyor, öte yandan, milliyetçi demokratik burjuva cephesindeki çelişkilerden yararlanarak, işçi ve köylü yığınlarını öz sınıf çıkarları uğrunda mücadele için teşkilâtlıyor. İçtimaî taleplerini yükseltmekle komünist partileri, liberal burjuva taleplerinde kendini gösteremeyen devrimci enerjiyi teşvik ediyor, ortaya çıkmasını sağlıyor. Sömürge ve yarı-sömürgelerin işçi sınıfı, kendisini devrimci önder düzeyine yükseltecek tek yolun büyük devlet emperyalizminin ezgisine karşı savaşı genişletip derinleştirmek olduğunu çok iyi bilmelidir. Ve tersine, emperyalizme karşı savaşın devrimci yükselişini ise, ancak işçi sınıfının ve yarı-proleter tabakaların iktisadî ve siyasî teşkilâtıyla siyasî eğitimi olduğunu da unutmamalıdır.

Doğu’nun sömürge ve yarı-sömürge ülkelerinde az ya da çok gelişmesinin ilk basamağında bulunan komünist partileri, kendilerine yığınlara ulaşma yolu sağlayan her harekete katılmalıdır. Ama aynı zamanda, ilk gelişme çağındaki işçi birliklerini reformist eğilimlerden korumak ve birer yığınsal savaşkan organa dönüştürmek için, bu meslekî birliklerdeki ataerkil önyargılara ve burjuvazinin etkilerine karşı etkin mücadele yürütmek zorundadır. Tarımda çalışan kadın ve erkek bütün ırgatları, zanaatçı kalfa ve çırakları, onların günlük hayatî çıkarları temelinde teşkilatlamak için yoğun çaba harcamak durumundadır.

VI. ANTİ-EMPERYALİST TEK CEPHE

Batı’da geçiş dönemi şartlarında teşkilatlı güç birikimiyle ilgili olarak işçi tek cephesi sloganı yükseltilmişken, sömürge Doğu’da bugün anti-emperyalist tek cephe sloganını yükseltmek gerekir. Bunun gerekçesi ise, dünya emperyalizmiyle uzun ve ağır mücadele perspektifinin, bütün devrimci unsurları seferber etmeyi gerektiriyor olmasıdır. Yerli egemen sınıfların yabancı sermayeyle halk yığınlarının temel çıkarlarına ters düşen uzlaşmalara yatkın olduğunu da dikkate alırsak, söz konusu seferberliğin gerçekten zorunlu olduğu çok daha kolay anlaşılır. İşçi tek cephesi sloganı Batı’da sosyal demokratların proletaryanın çıkarlarına ihanetini açığa çıkarmakta ne kadar etkin oldu ve oluyorsa, anti-emperyalist tek cephe sloganı da, şu ya da bu burjuva milliyetçi grubun ikircimli ve sallantılı tutumunu açığa vurmakta o kadar etkin olacaktır. Bu slogan aynı zamanda, emekçi yığınları yalnız emperyalizme karşı değil, her çeşit feodal önyargılara karşı da mücadelenin ön saflarına getiren devrimci iradelerinin gelişmesine ve sınıf bilinçlerinin bilenmesine yardımcı olacaktır.

Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde işçi hareketi her şeyden önce ortak anti-emperyalist cephe içinde bağımsız bir devrimci etmen durumuna gelmek zorundadır. Bu bağımsız öneminin kabul edilmesi ve tam bağımsız konumunu koruması durumundadır ki, burjuva demokrasisiyle geçici uzlaşmalar makul ve gerekli olabilir. Proletarya aynı zamanda bağımsız demokratik cumhuriyet, bütün feodal hak ve imtiyazların kaldırılması, kadınlar üzerindeki eşitsizliğe son verilmesi gibi kısmî talepleri de destekliyor ve yükseltiyor. Bugünkü güçler dengesi proletaryanın kendi Sovyet programını gerçekleştirmeyi günün görevi haline getirmesine elvermiyor. Proletarya ayrıca köylü ve yarı-köylü yığınların işçi hareketiyle siyasî açıdan kaynaşmasına yardım eden sloganlar da yükseltiyor. Uluslararası proletarya ve Sovyet cumhuriyetleriyle birliğin gerekliliğini geniş emekçi yığınlara anlatmak, anti-emperyalist tek cephenin en önemli taktik görevlerinden biridir. Sömürgelerde devrim, ancak önde gelen ülkelerdeki proletarya devrimiyle birlikte başarılı olabilir ve kazanımlarını savunabilir.

Yarı-sömürge ülkelerde (Çin, İran) ya da devlet bağımsızlığını kazanmak için çalışan ülkelerde, burjuva milliyetçiliğiyle bir ya da birkaç birbirine rakip emperyalist devlet arasında anlaşma tehlikesi, emperyalistlerin kendi arasındaki rekabet yüzünden (Türkiye), sömürgelerdekinden daha büyüktür. Bu tür anlaşmaların her biri yerli egemen sınıflar ile emperyalizm arasında, biçimsel bağımsızlık maskesi altında uyumsuz iktidar paylaşımı demektir ve ülkeyi dünya emperyalizminin hizmetinde bulunan önceki yarı-sömürge tampon devlet durumunda bırakır.

Emperyalizme karşı devrimci kurtuluş savaşına bir nefes alma olanağı sağlamak amacıyla kısmî ve geçici uzlaşmanın makul ve zorunlu olduğunu kabul ederek işçi sınıfı, yerli egemen güçlerin sınıfsal ayrıcalıklarını korumak için iktidarı açıkça ya da üstü örtülü bir şekilde emperyalizmle paylaşma denemelerine karşı kararlılıkla kesin tavır almalıdır. Proleter Sovyet cumhuriyetiyle sıkı birlik talebi, anti-emperyalist tek cephenin bayrağıdır. Bu talebi yükseltmekten başka, ülkedeki en devrimci siyasî ve içtimaî unsurlar arasında tartışmaları azaltmak için siyasî rejimin azami ölçüde demokratikleşmesi uğrunda çok aktif mücadele yürütmek ve emekçilerin sınıfsal çıkarları (demokratik cumhuriyet talebi, tarım reformu, vergi reformu, idarî aygıtın geniş özyönetim esasında düzenlenmesi, iş kanununun çıkartılması, çocuk emeğinin, anneliğin, çocukların korunması vb.) uğrunda savaşabilmesi için emekçi teşkilâtının özgürlüğünü sağlamak gerekir. Bağımsız Türkiye topraklarında bile işçi sınıfı teşkilâtlanma özgürlüğünden yararlanamıyor ki, bu durum burjuva milliyetçilerin proletaryaya karşı tutumunu gösteren tipik bir örnektir.

VII. PASİFİK OKYANUSU ÜLKELERİ PROLETARYASININ GÖREVLERİ

Emperyalist devletler arasındaki rekabetin gitgide aralıksız artması da, anti-emperyalist cephenin kurulmasını gerekli kılıyor. Bugün bu rekabet o kadar sertleşti ki, Pasifik Okyanusu’nu kapsayacak yeni dünya savaşı, eğer uluslararası devrim önleyemezse, kaçınılmaz olacak.

Vaşington Konferansı bu tehlikeyi önleme denemesiydi, ama aslında emperyalizmin çelişkilerini daha da sertleştirdi. Çin’de U-Bey-Fu ile Çjan-Tszo-Lin arasındaki son kapışma, Japonya ile İngiliz ve Amerikan kapitalizminin Vaşington’da kendi çıkarlarıyla ilgili bir uyuşmaya varma politikasının başarısızlığının dolaysız bir sonucudur. Barışı tehdit eden yeni savaş yalnız Japonya, İngiltere ve Amerika’yı değil, aynı zamanda diğer kapitalist devletleri (Fransa, Hollanda vb.) de içine alacak, 1914-1918 savaşından çok daha yıkıcı olacaktır.

Pasifik Okyanusu sömürge ve yarı-sömürge ülkelerinde komünist partilerinin görevi, dışa yönelik propaganda yapmanın yanı sıra, yaklaşan tehlikeyi yığınlara anlatmak, onları millî kurtuluş uğrunda aktif mücadeleye çağırmak ve bütün ezilen ve sömürülen yığınların dayanağı Sovyet Rusya’dan yana tutum almaya davet etmektir.

Amerika, Japonya, İngiltere, Avusturalya ve Kanada gibi emperyalist ülkelerde komünist partileri yaklaşan tehlike karşısında yalnız savaşa karşı propaganda ile yetinmemeli, bu ülkelerde işçi hareketinin teşkilâtlılığını bozan ve kapitalistlerin milletler ve ırklar arası çelişkilerden gitgide daha çok yararlanmasını sağlayan bütün etmenlerin ortadan kaldırılması için elden geleni yapmalıdır.

Bu etmenler, göç sorunu ile ucuz renkli derili işgücü sorunudur.

Çin’den ve Hindistan’dan işçi getirilen güney Pasiflik bölgelerinde mukavele sistemi, şeker kamışı ve pancarı tarlalarına işgücü temininde, bugün bile temel yöntem olarak kullanılıyor. Bu olgu emperyalist ülkelerde, hatta Amerika’da ve Avusturalya’da işçileri göçmen alımına ve renkli derili işgücü kullanımına karşı yasa çıkarılmasını istemeye zorladı. Bu yasaklayıcı yasalar renkli derili ve beyaz işçiler arasında hasımlığı derinleştiriyor ve işçi hareketinin birliğini zayıflatıyor.

Amerika, Kanada ve Avusturalya komünist partileri göçü yasaklayıcı yasalara karşı etkin kampanya yürütmeli ve bu ülkelerin proleter yığınlarına, bu gibi yasaların ırk düşmanlığını körükleyerek, eninde sonunda kendilerine zarar verdiğini anlatmalıdır.

Öte yandan, kapitalistler serbestçe ucuz renkli derili işgücü ithali yapabilmek ve böylece beyaz işçilerin ücretlerini düşürebilmek için yasaklayıcı yasalardan vazgeçiyor. Kapitalistlerin bu alanda atağa geçme çabalarına karşı koymanın tek yolu, göç eden işçilerin beyaz işçi sendikalarına girmesidir. Buna paralel olarak, renkli derili işçilerin ücretlerinin beyaz işçilerin ücretleriyle eşitlenmesi talebi yükseltilmelidir. Komünist partilerinin bu adımı kapitalistlerin niyetini açığa vurmanın yanı sıra, uluslararası proletaryanın ırkçı önyargıları bulunmadığını renkli derili işçilere açıkça gösterecektir.

Söz konusu adımların atılabilmesi için Pasiflik ülkelerinin devrimci proletaryası, Pasifik Okyanusu konferansı düzenleyerek, bu bölgede bütün ırklardan proletaryanın gerçek birliğini sağlamak için gerekli doğru taktiği ve uygun teşkilâtlanma biçimlerini belirlemelidir.

VIII. METROPOL ÜLKE PARTİLERİNİN SÖMÜRGELERDEKİ GÖREVLERİ

Sömürgelerdeki devrimci hareketin dünya proleter devrim davası için taşıdığı önem, başta emperyalist ülkeler komünist partileri olmak üzere, komünist partilerinin sömürgelerdeki çalışmalarını hızla artırmalarını gerektiriyor.

Fransız emperyalizmi Fransa’da ve Avrupa’da proletaryanın devrimci mücadelesini boğmaya yönelik bütün hesaplarını, sömürgelerdeki kölelerini karşıdevrimci yedek güç olarak kullanmaya dayandırıyor.

İngiliz ve Amerikan emperyalizmi sömürgelerdeki sömürüyle elde edilen aşırı kârdan pay vaadiyle işçi aristokrasisini kendinden yana çekerek işçi hareketini bölmeye devam ediyor.

Sömürge sahibi her ülkenin komünist partisi, ilgili sömürgelerdeki işçi ve devrimci hareketlere düzenli ideolojik ve maddî yardım işlerini düzenleme görevini üzerine almalıdır. Sömürgelerde çok iyi maaşlı kimi işçi kesimlerinin sahte sosyalist, aslında sömürgeci fikirlerine karşı kararlı ve ısrarlı mücadele yürütmek gerekir. Sömürgelerdeki komünist Avrupalı işçiler, (yerli işçi ücretlerinin Avrupalı işçilerin ücretleriyle aynı düzeye çıkarma gibi) somut İktisadî taleplerle, iş güvenliği, sigorta vb. taleplerle yerli proleterlerin güvenini kazanarak, onları kendi etrafında teşkilâtlamaya çalışmalıdır. Sömürgelerde Avrupalıların ayrı komünist teşkilâtlar kurması (Mısır, Cezayir), üstü örtülü sömürgecilik biçimidir ve emperyalistlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Milliyet esasına dayalı komünist partisi kurmak, proletarya enternasyonalizminin ilkelerine ters düşmektedir. Komünist Enternasyonal partilerinin her biri, emperyalizmin geri kalmış ülkelerdeki egemenliğine karşı mücadelenin önemini geniş emekçi yığınlarına sürekli izah etmelidir. Emperyalist ülkelerde çalışan komünist partileri, bu amaçla, kendi MK üyelerinden bir heyet seçmelidir. Komünist Enternasyonal’in Doğu komünist partilerine yardımı burada her şeyden önce yerli dilde gazete ve dergi dâhil, basın işleriyle ilgili olmalıdır. Özellikle sömürgelerdeki Avrupalıların işçi teşkilâtları ve işgal birlikleri arasındaki çalışmalara büyük önem verilmelidir. Büyük devletlerdeki komünist partileri emperyalist hükümetlerinin, uzlaşmacı ve burjuva partilerinin vahşi sömürgecilik politikasının içyüzünü açığa çıkarmakta tek fırsat kaçırmamalıdır.

(Erden Akbulut – Mete Tunçay, TKP’nin Kuruluşu 1919-1925,

Yordam Kitap, Ekim 2020, s.665-71)