“TL’deki irtifa kaybı, 2008’de Lehman Brothers yatırım bankasının iflası ile tetiklenen küresel kriz gibi bir etki yaratır mı” korkusu en azından Avrupa’yı tedirgin etmeye devam ediyor.
Teknolojinin gelişimi, sermayenin küreselleşmesi, tek tek ekonomilerin global sermaye zincirinin halkalarına eklenmesi, dünyayı deyim yerindeyse bir kasabaya çevirdi. İspanya’da üretim yapan SEAT otomobil şirketini ele alalım. Bu otomobillerin motor parçaları Almanya’dan olsa bile, ara ürünlerin her biri başka başka yerlerde üretiliyor. Hava filtresi Hırvatistan’dan, yağ filtresi Bulgaristan’dan, fren düzenekleri Güney Kore’den, lastikleri, elektronik aksanları derken, onlarca ülkeyi kapsayan bir üretim zincirine tanık oluyoruz. Bu üretim ayaklarındaki herhangi bir aksaklık bütünü etkiliyor. Paranın dolaşımı da öyle...
Finans kapitali sadece para ve bankalar olarak ele almak büyük bir yanılgı olur. Kapitalist sistemde para, madenlerdir, su kaynaklarıdır, soluduğumuz havadır, gıdadır, giyim kuşamdır, otomobil şirketleridir, silah sanayisidir, enerji sektörüdür, oturduğumuz konutlardır ve nerdeyse her şeydir. Bu nedenledir ki gezegenimizin bir ucunda patlak veren bir kriz, domino etkisi yaratarak öbür ucunda hissedilir oldu.
2008’de ABD’de Lehman Brothers’in iflasındaki domino etkisi böyle açıklanabilir. Lehman Brothers’in iflası sadece piyasaları sallamakla kalmamıştı. “Siyasi otorite”lerde de şok etkisi yaratmıştı. TL’deki irtifa kaybı, Türkiye’yi sarmalına alan ekonomik kriz en azından Avrupa’da “2008’de yaşanan ‘felaket’ kendini tekrar edebilir mi” korkusu yaratmış bulunuyor.
Lehman Brothers ve 2008 krizi
1850’de kurulan Lehman Brothers’in 2008’deki iflasından önce, 623 milyar dolarlık hisse senedine karşılık 619 milyar dolar borcu vardı. Lehman Brothers, 150 yılı aşkın süre içinde nice iflaslara tanıklık etti. 1930’ların Büyük Buhranını yaşadı. Birinci ve ikinci dünya savaşlarını, 60’ların, 70’lerin, 90’ların krizlerini “başarı” ile atlatan Lehman Brothers dünya genelinde 28 bin 500 çalışanıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük dördüncü yatırım bankası idi. İflas edemeyecek kadar büyük, “too big to fail” olduğuna övgü dizilirdi. Ancak 2007 yılında Amerika’daki konut piyasasının çöküşü ve “Mortgage kredilerinin” (konut kredileri) geri ödenememesiyle başlayan kriz Lehman Brothers’ın da sonunu hazırladı. 2008’de literatüre “Kara Pazartesi” olarak geçen 15 Eylül Pazartesi günü Lehman Brothers iflasını açıkladı. Sonrasında yaşanan, kucaklarında karton kutular içindeki özel eşyaları ile gökdelenleri terk eden CEO’lar, bankacılar ve ortalıkta şakınca dolaşan borsa simsarlarının görüntüleri olarak hafızalarda kaldı.
Dönemin ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan, Lehman Brothers’in iflasını “bugüne kadarki en büyük iflas ve 1929’daki Büyük Buhrandan sonraki en büyük ekonomik kriz, yüzyılın krizi” olarak nitelendirmişti. “Yüzyılın krizi” olarak nitelenen krizin artçı sarsıntıları bitmeden küresel kapitalist sistemde kırılmayla yüz yüze olan fay hatları kendini yeniden his ettiriyor.
Türkiye’deki kırılma Avrupa’ya uzanan fay hattını tetikler mi?
TL’deki rekor düşüş Avrupa’yı da endişelendiriyor. Ekonomi çevreleri Türkiye’nin dış borçlarını ödeyememesi durumunda Avrupa’da da piyasaların olumsuz etkileyebileceğini varsayıyorlar.
Merkez Bankası’nın faiz indirimiyle tetiklenen dolar ve euronun yükselişi Avrupa’da “haklı” kaygılara neden oluyor. Hatta Türkiye’deki krizin Lehman Brothers etkisine yol açabileceği bile tartışılıyor.
Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (Institute of International Finance-IIF) 2021 Eylül verilerine göre, Türkiye’nin döviz borcu 2021 yılının ilk yarısı itibarıyla 576 milyar dolara yükselmiş bulunuyor. Bu miktar, Türkiye’nin gayri safi yurt içi hasılasının yüzde 80’nine denk geliyor. IIF, Türkiye’nin bu döviz borcunun önemli bir bölümünü (yaklaşık 170 milyar dolar) 12 ay içinde ödemesi gerektiğine işaret ediyor.
Kurun artmasıyla birlikte irtifa kaybı yaşayan TL, borçluların borçlarının üç dört kat armasına neden oldu. Borçların ödenememesi durumu şirketlerin iflasına yol açar. Bu durumun sadece Türkiye ile sınırlı kalmayarak, dünya piyasalarına da olumsuz etkileyebileceği öngörülüyor. “Bu olgu Türkiye’ye ve Türk şirketlerine kredi veren uluslararası finans kuruluşlarını zor durumda bırakır” varsayımı küresel piyasalarda domino etkisi yaratabilir.
Yine IIF verilerine göre Türkiye’ye 2018 yılında 224 milyar dolar kredi verildi. 1930 yılında İsviçre’nin Basel kentinde kurulan, aralarında Türkiye’nin de olduğu 63 üyesi olan Uluslararası Ödemeler Bankası (Bank for International Settlements-BIS) verilerine göre, Avrupa’dan Türkiye’ye en çok kredi veren finans kuruluşları arasında 80 milyar dolarla İspanyol finans kuruluşları başı çekiyor. Fransa 35 milyar dolarla ikinci sırada. Almanya da 13 milyar dolarla Fransa’yı takip ediyor. Türkiye’yi ve Türk şirketlerini önemli ölçüde Avrupalı finans kuruluşları finanse ediyor.
Bu nedenle Türkiye’deki kırılmanın Avrupa’ya uzanan fay hattını tetikleyerek domino etkisi yaratabileceğinden endişe ediliyor.
Avrupa’nın endişesi ve dünya piyasaları
Lehman Brothers’ın iflasına ve 2008 krizine neden olan borcu 613 milyar dolardı. Türkiye’nin dış borcu ise 600 milyar dolar sınırına (576) dayanmış bulunuyor.
Uluslararası sermeyenin bir parçası olan Türkiye ekonomisi adeta bıçak sırtında gibi. Küresel çapta borçlanmanın hiç olmadığı kadar yüksek olduğu bir dönem yaşıyoruz. Yüksek borçlanma kırılma risklerini de artırıyor. Türkiye’deki olası bir kırılmanın sarsıntı yaratacağına neredeyse kesin gözü ile bakılıyor. Olası kırılma ve sarsıntının, sınırları aşarak hangi coğrafyaları etkileyeceğini bekleyip göreceğiz.
Ancak şimdiden kesin olan şu ki, kriz hangi coğrafyaları etkilerse etkilesin, faturası işçi emekçilere çıkartılacaktır.
Döviz kurundaki çalkantı Türkiye’de asgari ücretlinin alım gücünü en düşük seviyesine indirdi. SGK’nın 2020 verilerine göre 6 milyon 390 bin emekçi asgari ücretle çalıştı. Bu sayı ücretli emekçilerin yüzde 42’sine denk geliyordu. Halihazırda asgari ücretin altında ve asgari ücrete yakın bir ücretle çalışanların oranının yüzde 50’yi aştığı tahmin ediliyor. Asgari ücret halihazırda 180 euroyla Arnavutluk’u da geride bıraktı. Her türlü baskı ve zorbalıkla korkutulan işçi ve emekçiler açlık, sefalet, yokluk ve yoksullukla terbiye edilmek isteniyor.
Nereden bakılırsa bakılsın bıçak artık kemiği kesiyor. Bu koşullarda işçi sınıf ve emekçi kitlelerin “Krizin faturasını kapitalistler ödesin” şiarıyla örgütlenmesi ve korku duvarlarını yıkıp mücadeleyi yükseltmesi acil bir sorumluluk haline gelmiş bulunuyor.