Bağışçı UNICEF ve çocuklar

“Sivil Toplum Örgütü” olan UNICEF, çocukların kapitalist sistemin sosyal eşitsizlik üzerine kurulu yapısından kaynaklı maruz kaldığı açlık, yoksulluk vb. gibi kronik sorunları bağışlarla çözüme kavuşturmak istiyor.

  • Mücadele postası
  • |
  • Dünya
  • |
  • 23 Kasım 2021
  • 23:10
ikon

Sene sonu yaklaştığında, çeşitli kurumlar bastırmış oldukları takvim, ajanda vb. materyalleri evlere gönderiyorlar. Kimi kuruluş ve vakıflar takvim ve ajandanın yanına bir de bağış çeki iliştiriyorlar. Kişisel girişimler ve demokratik kitle örgütlerinin bu gibi çabaları anlaşılabilir. Sistemin yaratığı bunca yoksulluğa, sosyal eşitsizliğe karşı yoksullara, işsizlere, evsizlere, engellilere el uzatmak, bir dayanışmada bulunmak anlamlıdır.

Ancak bu kurumlar içinden birisi dikkat çekiyor: Birleşmiş Milletler Uluslararası Çocuklara Acil Yardım Fonu (UNICEF). UNICEF’in faaliyet alanı, çocuklara yönelik çalışmalardan oluşuyor. “Sivil Toplum Örgütü” olan UNICEF, çocukların kapitalist sistemin sosyal eşitsizlik üzerine kurulu yapısından kaynaklı maruz kaldığı açlık, yoksulluk vb. gibi kronik sorunları bağışlarla çözüme kavuşturmak istiyor. 75 yıldır 150’nin üzerinde ülkede bağış toplayarak, taktığı “hümanist” maskeyle, bu sorunun nedenlerini örtüyor.

UNICEF, 1946 yılında Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde kuruldu. BM 1953’te UNICEF’i kendi bünyesinde kalıcı bir örgüt haline getirdi. Daha önce acil yardım gerektiren durumlarla sınırlı çalışma alanını genişleterek uygun vadeli kalkınma gerektiren çalışmalarda da görevli kıldı. Kuruluşundan itibaren yaklaşık 10 yıl çocuk sağlığı üzerine yoğunlaşan UNICEF 1961’de eğitimi de kendi çalışma kapsamına aldı. Bugün UNICEF 7 ana soruna odaklı çalışıyor: Çocuk sağlığı, eğitim, çocukların korunması, HIV-AIDS, temiz suya erişim, beslenme ve çocukların yaşamlarını etkileyen koşulları “iyileştirmek” için olanak sağlamak. Kuruluş, kriz ve acil durumlarda çocuklara destek ve koruma sağlayarak insani yardım çalışması yapıyor.

İnsanlık için utanç verici olan bir durum, UNICEF aracılığıyla sorunların kaynağı gizlenerek, hümanizm maskesiyle cilalanmak isteniyor. Emperyalist kapitalist devletlerin kuruluşu olarak BM ve onun yan organizasyonu olan UNICEF, kapitalistlerin suçlarını örtmek ve imajını hümanistleştirmek için çalışıyor. Bugün UNICEF, 156 ülkede temsilciliği ve ofisleri bulunan, 190 ülkede kurumsallaşmış devasa bir yapı olarak bu rolü oynuyor.

Gönderilen 2022 ajandası ile birlikte sunulan verilere bakıldığında, emperyalist kapitalist sistemin yarattığı ve kronikleştirdiği sorunlardan oluşan tablonun içler acısı olduğu görülecektir. UNICEF verilerine göre, her gün 5 yaşın altında olan 14 bin çocuk önlenebilir sebeplerden yaşama gözlerini yumuyor. Afrika’da 5 yaşın altında 3 milyon çocuk yetersiz belenmeden kaynaklı açlıkla boğuşuyor. BM’ye bağlı Dünya Gıda Programı’nın icra direktörü David Beasley, savaşların, iklim krizinin ve Covid-19 pandemi sürecinin açlık krizini tırmandırdığını söylüyor. Nitekim BM, mayıs ayında yayınladığı raporda, 2020’de en az 155 milyon insanın temel gıdaya ihtiyaç duyduğuna vurgu yapmıştı.

Pandemi süreciyle birlikte zengin ve fakir arasındaki uçurum artık hesap makinelerinin hesaplayamayacağı büyüklüğe erişmiş bulunuyor. David Beasley, dünyanın en zenginlerinin küçük bir grubunun servetlerinin küçük bir tutarıyla dünyadaki açlığın bitirilebileceğini söylüyor. Beasley, “ABD’nin en zengin 400 milyarderinin serveti geçen yıl 1,8 trilyon dolar arttı. Benim istediğim bunun sadece yüzde 0,36’sı” diyor. Beasley’in bu çırpınışı insani görülebilir. Ancak bu çırpınış aslında emperyalist kapitalist sistemin derinleşen krizinin, açlığa ve yoksulluğa mahkum edilen işçi-emekçilerin isyanına yol açacağının emarelerinin görülmesinden doğan korkudur. Çünkü derinleşen yoksulluk ve işsizlik, içinden çıkılmaz bir durum arz ediyor. Beasley, kapitalist efendilerine seslenirken diyor ki, “Onlara ulaşmazsak gerçekten ölecek olan 42 milyon kişi var. Bu kişilere yardım etmenin bedeli 6 milyar dolar.” (indyturk.com)

Kapitalistler bir taraftan “insancıl” politikaları öne sürse de kazın ayağının öyle almadığını biliyoruz. Yaşanan her toplumsal yıkım politiktir. Yoksulluk ve açlık da bu sistemin ürettiği yapısal problemlerdir. Her toplumsal kesime takvimin bir yaprağını reva gören emperyalist kapitalist sistem 1989’da çocukları aklına getiriyor ve BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni kabul ediyor. 20 Kasım gününü “Dünya Çocuk Hakları Günü” olarak karar altına alıyor. Türkiye bu sözleşmeye 1995’te imza atıyor. Her şey imzadan ibaret kalıyor. Güya dünyada çocuk haklarını korumaya dikkat çekmek için atılan bu adımın işin üzerini örtmeyi amaçladığını görüyoruz.

İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) yaptığı açıklamada yer alan veriler (Türkiye’de çocuk işçiliği, çocuk evliliği, eğitime erişim vs.) çocukların en temel haklardan dahi yoksun olduğunu gösteriyor. Çeşitli kurum ve örgütlerin yayınladıkları raporlara bakıldığında, bugün Türkiye’de en az 2 milyon çocuk işçi olduğu görülüyor. Yine 2021’in ilk on ayında 53 çocuk, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. 440 bin çocuk okul yerine işe gidiyor, 1.347 çocuk ise cezaevinde bulunuyor.

Dünyanın her yerinde çocuklara dair verilerin çok korkunç olduğunu biliyoruz. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün verilerine göre dünyada 200 milyondan fazla çocuk işçi var. Milyonlarca çocuğun, doğuştan sahip olması gereken eğitim, sağlık, yaşama, barınma; fiziksel, psikolojik ve cinsel sömürüye karşı korunma vb. haklardan yoksun olduğunu bizzat UNICEF verileri ortaya koyuyor. Bu çürümüş sistemin çocuklara “güzel günler” göstermeyeceğini 500 yıllık kanlı tarihinden biliyoruz. Günde 14 bin çocuğun önlenebilir sebeplerden yaşama veda edişi acıdır ve bu sistemin utancıdır. Bu utanca ortak olmamak her işçi ve emekçinin çocuklara ve gelecek nesillere karşı onursal bir görevidir. Nazım Usta’nın umut dolu “Güzel günler göreceğiz çocuklar/ Güneşli günler/ Göreceğiz” sözleri işçi ve emekçilerin geleceğin muştusudur.

M. İmran