Alman emperyalistleri, bir insanlık trajedisinin yaşandığı Yunanistan’daki kamplardan 50 çocuğun ve kuşkonmaz hasadında çalıştırılmak üzere 80 bin mevsimlik işçinin Almanya’ya getirilmesine izin verdi.
Luxemburg Yunanistan’dan ağzına kadar dolu sığınmacı kamplarından 12(!) çocuğu almayı kabul eden AB ülkesi olunca, Almanya da yardıma ihtiyacı olan 50(!) kişiyi almaya karar verdi. Evet, yalnızca 50 kişiyi!
Kamplardaki insanlık dışı koşullar, özellikle Midilli’deki Moria kamp aylardır gündemde. Alman emperyalizmi, sözde insan haklarına saygılı ve çocuk istismarlarında ne kadar duyarlı olduğunu göstermek için -sanki bu insanların bu koşullarda yaşamasının en büyük sorumlularından birisi değilmiş gibi-, ebeveynleri olmayan 1600 çocuğu alacağını duyurdu. Söz verdiği sayıda çocuğu Yunanistan’dan getirmek için haftalarca kamuoyundan uzak, kapalı kapılar ardında bir çözüm yolu arandı. Bu “büyük çabalardan” çıka çıka 14 yaşın altında 50 çocuğun getirilmesi kararı çıktı. Yani, korkunç koşulların sürdüğü kamplarda barınan ve yardım edilmeyi bekleyen yaklaşık 42.000 sığınmacının 50’sini!
Emperyalist-kapitalist rekabet, hegemonya mücadeleleri ve savaşlarla yerlerinden yurtlarından edilen milyonlarca emekçi insanca bir yaşam hayali kurarak Avrupa Birliği’nin kapılarına dayanıyor. Şu anda sadece Yunanistan’da yaklaşık 100 bin göçmen bulunuyor. Ege Denizi’nde 5 adada bulunan ve toplam kapasitesi 6.200 kişi olan kamplarda 42 bin göçmen barınıyor. Bunun 14 bini çocuk ve gençlerden oluşuyor. 3 bin kişilik kapasitesi olan Midilli adasındaki Moria kampında ise 25 bine yakın göçmen yaşıyor. Kampta barınacak yer kalmadığı için insanlar kampın etrafında çadır ve kabinlerde yaşıyor.
Kamplarda insanlık dışı dramlar yaşanıyor. Buralar aynı zamanda Covid-19 hastalığının tam bir yayılma alanı. Tıkış tıkış dolu kamplarda yeterli sağlık hizmetlerine, yeterli gıda ve suya ulaşılamıyor. Bin kişiye bir çeşme düşüyor. Umutsuzluk ve korku şiddeti körüklüyor. Kadınlara ve çocuklara karşı cinsel taciz vakaları artıyor. İntiharlar yaşanıyor. Çocuklar göç yolunda ailesini kaybediyor ve bir ömür boyu taşıyacakları travma ve acıların en katmerlisine maruz kalıyorlar. Salgından kaynaklı artan gerginlik, kavgaların artmasına neden oluyor. Bu yüzden geçtiğimiz hafta 16 yaşındaki bir çocuk bıçaklanarak yaşamını yitirdi.
Adalarda yaşayan göçmenlerin ana karaya geçişi ırkçı-milliyetçi Yeni Demokrasi (ND) hükümetince durduruldu. Hükümet kamplarda virüsün yayılarak binlerce kişiyi öldürmesine adeta davetiye çıkarıyor.
Geçtiğimiz yıllarda AB emperyalistlerinin yaptırımları sonucu Syriza hükümetinin uyguladığı kemer sıkma politikaları Yunanistan’ın kamusal sağlık hizmetlerinin altını zaten çoktan boşaltmıştı ve bugün ülke COVID-19 testi bulmakta zorlanır hale geldi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), “adalarda aralarında kronik hastalığı bulunan yaşlıların, çocukların, hamile kadınların, yeni doğum yapmış annelerin ve engellilerin bulunduğu binlerce insanın, salgının ortasında, tehlikeli düzeyde kalabalık ve çok kötü koşullarda yaşadığına” vurgu yapmıştı. Örgüt ayrıca, “Covid-19’a karşı sosyal mesafe ve el yıkama gibi en temel önleyici tavsiyelere bile uyulmasının imkansız olduğu bu koşullarda sığınmacıların kendilerini salgından korumasının neredeyse imkansız olduğuna ve kitlesel ölümlerin olabileceği bu cehennemde kendi kaderlerine terk edildiklerine” dikkat çekmişti.
“Sınır Tanımayan Doktorlar” örgütü de geçtiğimiz günlerde, Almanya’nın getirmesi için, akut kronik hastalığı nedeniyle Covid-19 için yüksek risk grubuna dahil olan ve acilen getirilmesi gereken 178 çocuk ve gençten söz etmişti.
Almanya’ya 50 kişi getirilebilirdi, daha fazlası için yer yoktu...
Alman devleti kuşkonmaz hasadının zamanında yapılabilmesi içinse, 80 bin mevsimlik tarım işçisinin Almanya’ya getirilmesine izin verdi. Emperyalist savaşlardan, yoksulluktan ve yıkımdan dolayı evini yurdunu terk eden ve Yunanistan adalarında insanlık dışı kamplarda hapsedilmiş göçmenler mi, Alman kuşkonmazı mı çürümeliydi? Bu bir öncelik sorunuydu ve elbette ki Alman kuşkonmazı tarlalarda çürümekten kurtarılmalıydı!
Ülke korona salgınının ortasındayken, nisan ve mayıs aylarının her birinde 40’ar bin olmak üzere toplamda 80 bin mevsimlik tarım işçinin Polonya ve Romanya’dan getirilmesi planlandı. Hem olağanüstü hal uygulamaları sürerken hem de tüm sınırlar kapatılmış ve seyahat kısıtlamaları mevcutken... Kapalı sınırlara rağmen aniden her şey olanaklı oluverdi ve hasat için binlerce mevsimlik işçi özel uçuşlarla Almanya’nın ihtiyaç duyulan bölgelerine getirildiler ve otobüslerle çiftliklere taşındılar.
Çünkü kuşkonmaz çürümekten kurtarılmalıydı ve Paskalya’da yemek masalarındaki yerini almalıydı.
Ne diyor, Tarım ve İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan belgenin ilk cümlesinde: “Korona krizi sırasında ve sonrasında bile, nüfusa yeterli miktarda yüksek kaliteli gıda sağlanmalıdır.” Burada “yüksek kalite” şüphesiz ki kurtarılması gereken kuşkonmaz. Ve kuşkonmaz, insan hayatından bile daha değerli oluyor.
Mevsimlik işçiler Almanya’daki halkın kabul etmeyeceği kadar ucuz ücret karşılığı ve sosyal güvenlik olmadan, 70 gün boyunca çalışabilecekler. Tabi ki onlar sömürüldüklerini bilerek ve gönüllü geliyorlar. Onlar kendi ülkelerinde yaşadıkları yoksulluktan bir nebze kurtulmak için sömürülmeye razılar ve bunun için kendi sağlıklarını bile riske atarak korona koşullarında çalışmayı göze alıyorlar.
Salgının tam ortasında her şey hızla olanaklı oluyor ve 80 bin kişi Almanya’ya getirebiliyor. Yunanistan’da insanlık dışı koşullarda salgınla baş başa bırakılan on binlerce göçmenin ise 50 si…
On binlerce göçmenin yaşamı Almanlar’ın sevgili kuşkonmazlarının yanında nedir ki zaten!
Her şey kuşkonmaz için!
Eylem Güneş