Toplu sözleşme görüşmeleri tekstil patronları ile Türk-İş’e bağlı TEKSİF, Hak-İş’e bağlı Öz İplik-İş ve DİSK’e bağlı TEKSTİL sendikaları arasında sürüyor. Tekstil patronları %3 zam dayatıyorlar. Kapalı kapılar arkasında sürmekte olan görüşmelerde sendikaların talepleri hâlâ belirsizliğini koruyor. Bu arada TİS sürecinde TEKSİF tarafından prosedür gereği grev kararının alındığı duyuruldu.
Tekstil İşçileri Birliği’nin sözleşme süreciyle ilgili yaptığı açıklamaya bakılırsa sendika bürokratları, işçileri yeni bir satış sözleşmesine razı etmek için çabalamaya başladılar. Tekirdağ Yünsa’daki işçilere, TEKSİF’in Çerkezköy şubesinin bürokratları tarafından, sözleşmenin 3 yıllık olacağı, zam dilimlerinin artık altı aylık değil, bir yıllık olabileceği söylenmiş. TİS’in %5 ile sonuçlanmasının bile çok iyi olacağı ifade edilmiş.
Sendikacı mı, sermayenin satış temsilcisi mi?
Binlerce işçiyi kapsayan tekstil TİS’leri metal ya da petrokimya işkolunda yürütülen TİS’lerden çok daha farklı gerçekleşmektedir. Tekstil işkolunda mücadele deneyiminin sınırlılığı, mücadele azmi taşıyan sınıf bilinçli işçilerin yetersiz olması vb. gibi etkenler, bu sözleşmelerin çok kolay satışla sonuçlanmasına neden olmaktadır. Oysa sözleşme kapsamına giren yerler tekstil işkolunun stratejik fabrikaları arasında sayılmaktadır. Tekstil TİS’leri 12 bin işçiyi kapsamasına karşın sonuçları on binlerce tekstil işçisini ilgilendirmektedir. Bu işkolunda “örgütlü” olan ve sözleşme yetkisine sahip sendikaların yöneticileri ise adeta tekstil patronlarının CEO’ları gibi çalışmakta, sermayenin satış temsilcileri gibi davranmaktadırlar. Şimdiye kadar bu sözleşmelerin patronlar lehine sonuçlanmasının en büyük başarısı bu sendika ağalarına aittir.
Greve hazırlık yokken grev olur mu?
Sadece gündemdeki sözleşme görüşmelerinde değil, öncekilerde de kapalı kapılar arkasında sürdürülen pazarlıklar satışla sonuçlanmıştı. İşçilerden yana basınç oldukça yetersiz olduğu için sarı sendikacılar bu süreci kazasız belasız atlatabilmişlerdi. Bir önceki sözleşme sürecinde Öz İplik-İş’in yetkili olduğu TİS kapsamındaki bir fabrikada işçilerin gösterdiği tepki ise sendika bürokrasisi ve patronun iş birliğiyle kırılmıştı.
Grev kararı alan TEKSİF’in bağlı bulunduğu konfederasyonun başkanı, hatırlanırsa açık kalan mikrofon kazasının ardından “grev yapacak paramız yok” demişti. Ergün Atalay, bu yaklaşımı, 200 bin kamu işçisini ilgilendiren TİS’lerde “uzarsa işi karıştıracağız, kapattım böylece” dediği satış sözleşmesine imzayı atarken göstermişti. TEKSİF bürokratlarından bundan farklı bir yaklaşım beklemek anlamsızdır. Şimdiye kadar TİS kapsamına giren hiçbir fabrikadan yansıyan bir tepki, bir uyarı eylemi söz konusu değildir. Sendika ağalarının en iyi bildiği şey yeri geldiğinde atıp tutmaktır. Hatta sermaye hükümetine veryansın etmektir.
Sendika ağalarının “Bak greve çıkarız” diye efelenmeleri, aslında işçi haklarını gasp eden kanunlara olan güvenlerinden kaynaklıdır. Çünkü onlar için yeri geldiğinde grev ilan etmek kolaydır. Ne de olsa çıkarlarını savundukları sermaye düzeninin hükümeti bu grevi yasaklayacaktır. Onlara da bu yasak karşısında “elimiz kolumuz bağlı” diyerek, çaresiz olduklarını işçilere anlatmak kalacak. Bir başka güvenceleri ise Yüksek Hakem Kurulu’dur (YHK). 5 milyonu aşkın kamu emekçisini ilgilendiren sözleşme sürecinde anlaşma olmamış, iş YHK’ya gitmişti. YHK da sefalet sözleşmesini keyfince bağıtlamıştı. Tıpkı TÜPRAŞ sözleşmesinde yaptığı gibi…
Sendikal bürokratlarının uğursuz rolü sınıfı aldatmaktır. Çok zorlandıklarında, sonuç alıcı eylemler yerine işçileri yoran, oyalayan eylemler yapıyorlardı. Artık bunlara da gerek duymuyorlar. Basına verilen demeçler yeterli olmaktadır. Duyurusunu yaptıkları sözde grev ilanları bile grevin içini boşaltmak içindir. Yeterli sınıf bilincinden yoksun olan işçilere “greve çıksak ne olacak, zaten yasaklanacak” umutsuzluğu aşılanmakta ve satış kanıksatılmaktadır. Bu ağaların, içinde bulunduğumuz dönemin sendikal anlayışında geldikleri yer diyalogcu sendikacılıktan doğrudan satıcı sendikacılığa geçiştir.
Sermaye sınıfının kollarından biri gibi çalışan bu sendikal bürokratik çark parçalanmadığı sürece, işçiler tabanda birliklerini kurup kendilerini ilgilendiren böylesi gelişmelerde taraf olmadıkları müddetçe daha birçok sözleşme satışla sonuçlanacaktır. Yine de bu tablo, umutsuzluğun gerekçesi olmamalıdır. Her ne kadar kendisini önceleyen bir birikime dayansa da yakın zamanda yaşanmış Metal Fırtına orta yerde durmaktadır. Grevi, grev yaparak kazanmış işçi sınıfı bugün de bu kazanımlarını Greif’lerde yaşatmış, geleceğe devretmiştir. Dolayısıyla, krizlerin faturasını ödeyen, gittikçe sefalete boğulan, her geçen gün yaşam koşulları daha da kötüleşen işçiler için çıkış yolu çok da uzakta değildir.