İşçi sınıfının ürettiği tüm zenginliklere el koyan, kâr ve çatışma üzerine kurulu kapitalist sistemde devlet, sermaye sınıfının çıkarlarını savunur. Erdoğan AKP’si de diğer düzen partileri gibi iktidarda kalabilmek için sermaye sınıfını memnun etmesi gerektiğini bilir. Türk sermaye devletinin tüm imkanlarını elinde toplayan gerici-faşist rejim, sermayenin demir yumruğu olarak hareket etmektedir. Bu nedenle krizin faturasını işçi sınıfı ve emekçi kitlelere kesen saray rejimi, kapitalistlerin bu krizlerden her defasında servetlerini katlayarak çıkmasını sağladı. Gelinen aşamada gerici-faşist rejim, politikalarıyla “dar gelirliyi” düşünmediklerini, sermayenin çarklarının sorunsuz şekilde dönmesi için uğraş verdiklerini ifade etmekten hiçbir beis görmemektedirler.
Göreve geldiği günden itibaren “veciz” sözleriyle gündemden düşmeyen Saray’ın Hazine ve Maliye Bakan’ı Nurettin Nebati, geçtiğimiz günlerde yine “bir ilke daha imza atma şerefine nail olmuştur”. Bakan Nebati, AKP’nin Kızılcahamam kampında, “Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar” dedi. Gerici-faşist rejiminin gerçek niyetini yansıtan bu itiraf, gelen tepkilerin ardından alelacele kaldırılarak yerini “yatırım, üretim, ihracat ve istihdam odaklı büyümeyi sağlamak, yüksek katma değerli üretimi teşvik ederek ürettikçe büyümek ve büyümenin getirilerini toplumun tüm kesimlerine yansıtmak” diyerek, papağan gibi ezberlenmiş sözlere bıraktı.
Sermayenin semirmesi için enflasyonun bilinçli bir şekilde yükseldiğinin itirafı olan bu sözlerin can yakan yönü ise, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerden gizleme gereği duyulmamasıdır. Yine de bu itirafın toplum tarafından azımsanmayacak derece tepkilere konu olması, saray rejiminin meşruiyetinin tartışmalı hale getirmektedir. Örneğin, Tüketici Koruma Dernekleri Federasyonu Başkanı Aziz Koçal, “Biz yönetemiyorlar diyorduk meğer bilinçlilermiş. Tüketiciye, maruz kaldıkları enflasyonun bir sınav olduğunu söylüyorlardı. Şimdi bilinçli olduğunu itiraf ettiler” demesi bu tepkinin yeni bir örneğidir.
Çeyrek asra yakındır Türk sermaye devletini yöneten Erdoğan AKP’sinin, artık iyice zıvanadan çıktığını görmekteyiz. Burjuvazinin işçi sınıfını sömürürken onları kandırmak için ihtiyaç duyduğu argümanları dahi bir kenara bırakarak her şeyi açıktan ve alenen yapmaktadır. Ortaya koyduğu politikalarla sermaye sınıfının büyümesini ve ihracat rekorları kırmasını sağlayan rejim, toplumu belirsiz karanlığa doğru sürüklemekten bir an için tereddüt etmemektedir. Ayrıca AKP şefi Erdoğan, yüksek enflasyondan beli kırılan ve alım gücünü iyice kaybeden işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin gözünün içine baka baka “açlık yok!” deme cüretini gösterebilmektedir. Her biri ayrı bir infial olan ifadeleriyle, altın kaplamalı sarayında bolluk içinde yüzen din istismarcısı gerici-faşist zihniyetin, toplumun acılarından adeta haz aldığı anlaşılmaktadır.
Düzen muhalefeti de aynı safta!
Millet İttifakı’nda bir araya gelen düzen muhalefeti, söz konusu sermayenin çıkarı olunca gerici-faşist rejimle aynı yerde bulunmaktadır. Bunların canhıraş şekilde mesai harcadıkları tek şey, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerinin öfkesini kontrol altına tutmak, emekçilerin biriken sorunlarını seçimlere havale etmektir. Çarşı-pazar kaynarken yapay seçim gündemiyle toplum adeta meşgul edilmekte ve “sandıkta hesap soracağız” söylemi geliştirilerek emekçiler edilgen kılınmaya çalışılmaktadır. Ayrıca diğer yandan beşli çeteyi ve yandaş sermayeyi hedef tahtasına koyan düzen muhalefeti, katmerli sömürü çarkında işçilerin posasını çıkartan TÜSİAD başta olmak üzere diğer sermaye kuruluşlarına hiç laf etmemektedir. Bu da gösteriyor ki, sermayenin çıkarlarında birleşen düzen muhalefetinin de yaptıkları tek şey sömürü sistemini tekrar restore etmek dışında bir amaç taşımamasıdır.
Çarkların dönmesini sağlayan işçi sınıfı durdurmasını da bilir!
Yaşadığı dar boğazdan bir türlü çıkış bulamayan işçi ve emekçilerin biriken öfkesi taşmak üzeredir. Lokal düzeydeki işçi direnişleri ve zamlara karşı yapılan irili-ufaklı eylemlilikler dışında mücadelenin genele yayılmaması, yaşanan bu tablonun daha da katlanamaz bir hal almasına yol açmaktadır. İşçi ve emekçiler, tahammül sınırlarını zorlayan sorunlara karşı eylemlilik sürecine girmeden kâbus dolu günlerini geride bırakamaz. Kapitalist düzeni ayakta tutan işçi ve emekçiler ne zaman kölelik prangalarından kurtulursa, işte o zaman kurtuluşun yolunu açabilir. İşçi sınıfı ve emekçiler, birleşik, kitlesel ve militan mücadele hattını izlediklerinde insanca çalışma ve yaşam koşullarına sahip olabilirler.