Erdoğan ve AKP rejimi, Suriye’nin kuzeyi ve Rojava’ya yönelik savaş tehditlerini somut bir saldırıya dönüştürme, kuzey Suriye sınırında 30 kilometrelik derinlikte bir alanı işgal etme niyetini ortaya koydu. Bunu, 23 Mayıs günü kabine toplantısı sonrası yaptığı “Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinlikte güvenli bölgeler oluşturmak için başlattığımız çalışmaların eksik kısmıyla ilgili adımları atmaya başlıyoruz. Perşembe günü Milli Güvenlik Kurulu'nda kararımızı alacağız” açıklamasıyla duyurdu. “Çalışmaların eksik kalan kısımları” dediği, işgal edemedikleri Rojava ve kimi Suriye topraklarıdır. Tel Rıfat, Minbiç ve Kobane’ye kadar tüm Rojava, öncelikli hedefleridir. “Ülkemize ve güvenli bölgelerimize yapılan saldırıların merkezi” dedikleri “alanlar” da burasıdır. Erdoğan, “harekât önceliğimizin başında geliyor” dediği bu hedeflere yönelik operasyonun “Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, istihbaratımız, emniyet güçlerimiz hazırlıklarını tamamlar tamamlamaz” başlayacağını açıkladı.
İsrail ve Filistin ziyareti dönüşünde Çavuşoğlu da, Suriye’ye askeri operasyon yapabileceklerini söyledi ve “Türkiye olarak elimiz kolumuz bağlı kalamayız. Ne zaman bize saldıracaklar diye bekleyemeyiz. Gereğini yapmamız lazım” sözleriyle saldırı tehdidini yineledi. Yunanistan konusunda da “blöf yapmıyoruz” dedi ve “Atina uymazsa işi ileri noktaya götüreceğiz” tehditi savurdu. ABD’nin de mutabakata uymadığını söyleyen Çavuşoğlu, 330 kilometreyi terörden temizleme sözünü tutmadın, o zaman temizle” sözleriyle eski kirli pazarlıkları hatırlattı. Doğallığında dikkatler Rusya, ama özellikle de ABD’nin tavrına çevrildi.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Price, Türkiye’nin yeni bir askeri saldırı planına ilişkin olarak, “Suriye'nin kuzeyinde artan potansiyel askeri faaliyetlere ve özellikle buradaki sivil nüfus üzerindeki etkisine ilişkin raporlar ve tartışmalar konusunda derin endişe” duyduklarını belirtti. “Türkiye’nin güney sınırındaki güvenlik kaygılarını anlıyoruz” diyen Price, “Ancak her yeni bir saldırı bölgeyi daha da istikrarsızlaştıracak, koalisyon ve ABD’nin IŞİD’e karşı faaliyetlerini tehlikeye atacaktır” açıklamasında bulundu. Türkiye’nin Ekim 2019 yılında yapılan anlaşmaya uyması gerektiğini söyledi.
Bu gelişmelerin ardından toplanan MGK toplantısının sonuç bildirisinde, “Güney sınırlarımızda icra edilen ve edilecek harekatların ... milli güvenlik ihtiyacının gereği olduğu belirtilmiştir” ifadeleriyle saldırı tehdidi, nispeten daha yumuşak bir tonda tekrarlandı.
MGK açıklamasının ardından “çok endişeli” olduklarını ifade eden Pentagon sözcüsü John Kirby ise, “Bu operasyonun birçok konuda olumsuz etkisi olacaktır. Suriye’deki partnerimiz SDG ile günlük temas halindeyiz” dedi.
Bu açıklamalar, ABD’den henüz beklenen karşılığın alınamadığını gösteriyor.
Emperyalistlerin sessizliğinden alınan cesaret
Erdoğan, bugüne kadar Kürtlere karşı savaş politikasını engelsizce sürdürebildi. Türkiye’nin saldırganlığı, ABD ve NATO ittifakı tarafından “derin endişeler duymak”la geçiştirildi. 2016’da Fırat Kalkanı, 2018 Zeytin Dalı operasyonu, 2019’daki Barış Pınarı harekâtı, 2020’de Bahar Kalkanı, 2021’de Gare saldırısı ve 17 Nisan 2022’de de Pençe-Kilit adıyla gerçekleştirilen operasyonlar, ABD ve Batılı emperyalistlerden kısmi ya da tam destek gördü. Şimdi Erdoğan, daha büyük bir saldırıya onay almak için İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesini engelleme kartını kullanıyor. AKP rejimine göre bu ülkeler “teröristleri barındırıyor” ve “yardım ediyor”. Bu sözde “terör örgütleri”ne karşı (PKK, PYD, YPG) dünyayı kendi yanlarında saf tutmaya çağırıyor.
AKP rejimi, emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanarak Kürdistan’ın üç parçasında sürdürdüğü savaşı, sınır ötesi operasyonlarla Irak ve Suriye Kürdistanı’nda yoğunlaştırıyor. Buna, Rojava özerk yönetiminin tasfiyesini amaçlayan bir savaşı eklemeye, buradaki işgal alanlarını büyütmeye çalışıyor. Zira her operasyonda Türkiye, Irak Kürdistan bölgesine kalıcı olarak yerleşmek ve üsler kurmak yoluna gitmiştir. Bu yolla, 2018’de Afrin’de olduğu gibi, Kürt nüfusu göçertilerek, yerlerine Arap ve Türkmen sığınmacıların yerleştirilmesi, böylece demografik yapının değiştirilmesi de hedefleniyor. Nitekim maaşların Türk Lirası olarak ödenmesi, Türkçe okulların açılması ve kendi valilerinin atanması, bu bölgenin kalıcı olarak sömürgeleştirilmesidir. Türk askerinin desteğine sahip olan cihatçı sürülerin güçlenmesi de buna eşlik etmektedir.
Şimdi 30 km’lik derinlikte bir alanı kapsayan yeni bir saldırıyla Rojava özerk yönetiminin tasfiyesi hedeflenmekte, bu bölgelerin Kürtlerden arındırılması amaçlanmaktadır. Erdoğan’ın, Türkiye’de yaşayan bir milyon Suriyeli mülteciyi kademeli olarak Kuzey Suriye’nin Türk işgali altındaki bölgelerinde kurulan “yerleşimlere” geri gönderme niyeti de bu planın bir parçasıdır.
Fırsatları pazarlığa çevirme kurnazlığı
Bir dizi nedenin yanı sıra, bir savaş içinde olduğu ve tüm dikkatini Ukrayna’ya yönelttiği bir aşamada Rusya’nın Türkiye’ye ihtiyacı var. Öteki nedenlerin yanı sıra ABD de, Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini veto etme tehditlerini gözetmek durumunda kalıyor. Benzer durum AB için de geçerlidir. Bu nedenle Erdoğan, ortaya çıkan fırsatları kullanmaya çalışıyor. ABD ve Rusya’nın “Türkiye öncelikleri”ni göz önüne bulunduracağı inancından hareketle Erdoğan, Suriye’de Kürtlerin kazanımlarını yok edebilmek için bu fırsatları bir pazarlığa çeviriyor. Son Suriye tehdidi de göstermektedir ki, AKP iktidarının NATO’nun genişlemesine ilişkin yaklaşımının temelinde Kürtler ve kazanımları durmaktadır. Erdoğan’ın, Hollanda ve İngiltere Başbakanı, NATO Genel Sekreteri, İsveç Başbakanı ve Finlandiya Cumhurbaşkanı ile gerçekleştirilen görüşmelerin ardından yaptığı, “Her şeyden önce, terör örgütlerinin, insanlığın güvenliği için ortada olan NATO'da yer almasını kabullenemeyiz” açıklaması bunu gösteriyor
Rojava’daki Kürt hareketini ezmek, Rojava özerk yönetimine son vermek ve Suriye’nin kuzeyindeki Kürt nüfusun yoğunluğunu azaltmak, Erdoğan ve AKP rejiminin en önemli hedefleri arasındadır. Bir diğer önemli hedef de, iç siyasal durum ve seçimlerdir. Ekonomi başta olmak üzere her konuda çıkışsız bir duruma düşmüş, meşruiyetini ve toplumun rızasını yitirmiş olan Erdoğan’ın “Dünya devlerine kafa tutan Türkiye ve dünya lideri olarak Erdoğan” hikayesine ihtiyacı vardır. “Dış düşman”dan beslenen bir “ulusal güvenlik ve vatan kurtarma” misyonuyla hareket etmek ve böylece ırkçı-şoven hezeyanı körüklemek, onun temel politikalarından biridir. Tüm bunlar onu bir savaşa zorluyor. Rojava’ya yönelik olası bir harekatta başarı göstermeleri durumunda, bunu oy oranını yükseltmek için fırsata çevirmek, burjuva muhalefeti ve toplumun önemli bölümünü kendi etrafında birleştirmek, dağ gibi büyüyen sosyal sorunları geri plana itmek istiyor.
Bu ve benzeri hedeflerin gerçekleşmesi ise, ABD’nin Rusya karşısında Erdoğan’ı yanında tutma ve veto tehdidinden vazgeçirme ihtiyacı çerçevesinde onun önünü açmasına bağlı. ABD, NATO ve Rusya’nın rızasıyla bir askeri saldırı, emperyalist çıkarlara hizmet etmesi koşullarında gerçekleşebilir. Ama bu çıkarları bağdaştırmanın güçlüğü de ortadadır.
Erdoğan rejiminin, Rusya ve ABD’ye rağmen bir operasyon yapıp yapamayacağı ve bunun sınırları önümüzdeki süreçte görülecektir. Ama Erdoğan ve rejimi, kendisi için nispeten elverişli uluslararası koşullar oluştuğunu düşünerek bunu bir fırsata çevirmek için pazarlıkları zorlayacak, hiç değilse sınırlı bir harekât için rıza almaya çalışacaktır.