Saraya göre sefalet “psikolojik” bir mesele

Bu despot rejime ve arkasındaki sermaye sınıfına karşı örgütlü mücadele geliştirilmeden, emekçilerin bu karanlık cendereden çıkmaları yazık ki mümkün olmayacaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 08 Eylül 2023
  • 08:00

2002’den beri iktidarda olan AKP’nin şefleri ve etraflarında biriken yiyici takımı yağmadan, ranttan, talandan, kara paradan büyük bir pay alarak servet sahibi oldular. Bu yiyici kast, iktidarın da sağladığı imkanlarla kapitalist sınıfın organik bir parçası haline geldi. Bu düzende tüm iktidarlar eninde sonunda sermaye sınıfının çıkarlarını temsil ederler. Ancak iktidardakilerin sermaye sınıfının organik bir parçası haline gelmeleri, onları çok daha pervasız, gözü dönmüş ve kural tanımaz bir güruha dönüştürüyor.  

Yağma ve talanda hiçbir ölçünün tanınmaması, seçimler döneminde büyük rüşvetlerin dağıtılması, din kisvesi altında ekonomide yapılan birtakım düzenlemeler vb. ekonomik krizin kronik bir hal almasını sağladı. AKP şefi Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, saraylarda sefahat süren bu talancı sınıf, her adımda işçilere ve emekçilere yüklenip sefaleti bir kat daha derinleştiren politikalar izliyor. Yoksulluk derinleştikçe riyakarlık doruğa çıkıyor, din istismarı yaygınlaştırılıyor, şoven/ırkçı söylem tırmandırılıyor. Din sosuna batırılmış zehri yutmayıp hak arama mücadelesini yükseltenler ise devletin polis, jandarma, yargı vb. aygıtları tarafından yoğun baskılara maruz kalıyor.

Ankara’daki 1100 odalı sarayın yanı sıra Osmanlı döneminden kalma tüm saraylara el koyan, bir tarafta yazlık, öbür tarafta kışlık saraylar inşa ettiren Tayyip Erdoğan, bu kadar lüks ve şatafata sermaye sınıfına yaptığı hizmetin mükafatı olarak sahip oldu. Zira onun başında bulunduğu rejim, milyonlarca işçiyi asgari ücrete mahkum etti ve bu ücreti açlık sınırının altına çekti. Grevleri yasaklayarak işçilerin en etkili silahını ellerinden aldı. Bu sayede işçi sınıfına önceki hükümetlerin cüret edemeyeceği derin bir sefalet dayattı. Bu, asalak kapitalistler için bulunmaz bir fırsattır. Din sosuna bulanmış propaganda zehrini yutan işçiler ise, henüz bu kaba küstahlığa karşı güçlü bir direniş geliştiremedikleri için vahşi kapitalizmin sömürü çarklarının arasında ezildikçe eziliyor.

***

Kapitalist sınıfın organik bir parçası olan dinci-ırkçı kast, uyguladıkları politikalarla emekçilerin geniş bir kesimini kronik bir sefaletin içine ittiler. Halka karşı bu ağır suçu işlemeleri yetmiyormuş gibi, emekçilerle alay eden küstahça açıklamalar yapmaya, pespaye vaazlar vermeye de devam ediyorlar. Bu işin başını da kokuşmuş rejimde “her şeyin başı” olan Tayyip Erdoğan çekiyor. O kadar zıvanadan çıkmışlar ki, açlık sınırında yaşam savaşı veren emekçilere “Sakın ortada ekonomik bir sorun olduğunu düşünmeyin, bunların hepsi algı operasyonları. Mideleriniz guruldasa da unutmayın ki biz refahınızı arttırmaya devam ediyoruz” diyebiliyorlar.

Bu konuda tüm ölçüleri altüst eden, en kaba riyakarları bile kıskançlıktan çatlatan bir edayla vaaz veren yine AKP şefi oldu. 22 yıldır iktidarda olan rejim başı Erdoğan vaazında şu ifadeleri kullandı:

"Kur ve enflasyondaki artış oranların ötesinde bir fiyatlama güdüsüyle karşı karşıyayız. Bu da karşımızdaki sorunun ekonomik değil psikolojik olduğuna işaret ediyor. Devlet olarak bir yandan hayat pahalılığını körükleyen psikolojik faktörler ve bu durumu fiyatlara yansıtanlarla mücadele ediyor bir yandan da enflasyonu düşürecek politikaları kararlılıkla yürütüyoruz…”

22 yıldır rejimin tepesinde oturan kişi, yüzü bile kızarmadan enflasyonu düşürecek politikaları kararlılıkla uyguladıklarını söylüyor. Bu politikaları uygulaya uygulaya halkın yarısından fazlasını sefaletin derin uçurumuna itti. Söz konusu politikaları aynı şekilde yürütmede kararlı olduklarını söylüyor. Bu ise asalak azınlık zenginleşirken, emekçi çoğunluğa dayatılan sefaletin daha da koyulaştırılacağı anlamına geliyor. Nitekim pek çok ekonomist, Mart’ta yapılacak yerel seçimlerin ardından zam yağmurunun çok daha şiddetleneceğini ön görüyor.

AKP şefinin sefalete mahkum ettiği milyonlarla alay etme noktasında gösterdiği fütursuzluk dikkat çekicidir. O durumdaki bir sermaye siyasetçisinin olağan koşullarda insan arasına çıkamaması gerekirdi. Oysa o vaazlar vermekle kalmıyor, ekonomiyi batıran politikalara imza atmışken, ortada “ekonomik bir sorun” olmadığını, meselenin “psikolojik” olduğunu söylüyor. Bu ifadeler, sermaye sınıfı adına siyaset yapanların ne kadar pespaye, pişkin, küstah olabileceğini göstermesi bakımından çarpıcıdır.

Böylesine riyakar, pespaye bir düzen siyasetçisinin halen ortalıkta dolaşıp vaazlar vermeye devam etmesi nasıl mümkün olabiliyor? Tüm mesele bu noktada düğümleniyor. Zira o, her icraatıyla her vaazıyla temsil ettiği sermaye sınıfına “yakışan” bir misyonla hareket ediyor. Ancak o, bu gücü oturduğu koltuğun heybetinden almıyor. Esas sorun işçi sınıfının, emekçilerin ve tüm ezilenlerin bu küstah despotlardan hesap sormak için örgütlü mücadeleyi halen yükseltememiş olmasıdır. Bu despot rejime ve arkasındaki sermaye sınıfına karşı örgütlü mücadele geliştirilmeden, emekçilerin bu karanlık cendereden çıkmaları yazık ki mümkün olmayacaktır.