“Ne kalmış yarına, bizden sonraya
Her şey satılıp özelleşmiş, son kalanlar da...”
2024 Plan ve Bütçe Komisyonu’nun görüşmelerinden sonra sarayın Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek “müjdelerini” sıraladı. Böylece özelleştirme saldırısının pervasız bir şekilde devam edeceği açıklanmış oldu. Bakan, Elektrik Üretim A.Ş’ye (EÜAŞ) ait hidroelektrik santraller (HES), limanlar, otoyollar, köprüler, arsa ve arazilerin özelleştirileceğini açıkladı. Hemen ardından, bu listede belirtilenlerin dışında bir özelleştirme olmayacağını ekledi. Daha ne kalmıştı ki diye düşünüyoruz değil mi hepimiz? Zira elde kalan ne varsa zaten listeye alınmış. Muhalefet sıralarından da Şimşek’in bu sözlerine tepkiler yükseldi ve “Zaten satmadığınız ne kaldı ki, elde avuçta ne varsa hepsini sattınız” denildi.
Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’de gayrimüslimleri saymazsak sermayedar yok gibiydi. Devlet eliyle kurulan işletmelerle sanayileşme geliştirilirken, yine devlet destekleriyle yerli sermaye sınıfının oluşması sağlandı. Günümüzde devlet sermayeyi şu şekilde güçlendiriyor: Elde kalan devlet kurumlarını peşkeş çekiyor ya da işletmeler devlet bütçesinden sağlanan kaynaklarla inşa ediliyor ve kısa süre sonra özelleştiriliyor. Yapım aşamasında yandaş firmaların kasaları dolduruluyor, ardından bitmiş haliyle de altın tepside önlerine sunuluyor. Yani bir tür “çifte yağma” çarkı kurmuşlar.
20 yılı aşkın süredir AKP iktidarının attığı ekonomik adımlarla kamusal alanların elden çıkarılması sonucunda devlet büyük gelir kaybederek zarara uğratıldı. İşçi ve emekçilerin vergileriyle yapılan bu kurumların sermaye gruplarına peşkeş çekilmesi sonucunda devlet kamusal kaynaklardan mahrum kalıyor. 2002 ila 2021 yılının sonu arasında 273 özelleştirme gerçekleştirildi. 1986 yılında başlatılan özelleştirme furyasında özelleştirilen kurumların yüzde 89’unu AKP iktidarı sattı veya peşkeş çekti.
Öte yandan özelleştirme işçi sınıfının sendikal örgütlülük ve sosyal kazanımlarına dönük azgın bir saldırıdır aynı zamanda. Nitekim özelleştirilen tüm işletmelerde/fabrikalarda kitlesel işten atmalar olmuş, sendikal örgütlülük büyük oranda dağıtılmış, mücadele ile kazanılan sosyal haklar ise gasp edilmiştir.
Bugün kağıt sıkıntısı çekiliyor; kağıt ve kağıt ürünleri bu kadar pahalıysa SEKA’nın özelleştirilmesinin sonucudur. Özelleştirilen TEKEL, TELEKOM, şeker fabrikaları, elektrik dağıtımı gibi dev işletmelerin sağladığı karlar, bunları satın alan ‘yerli’ ve yabancı sermaye gruplarının kasalarına akmaktadır.
Saraylarında sefahat sürenler “Ekonomimiz iyiye gidiyor, yüksek oranda büyüyor, uçuşa geçiyor” türünden laflar ediyorlar. Birilerinin büyüdüğü/uçuşa geçtiği kesin. Öte yandan ise işçilerin emekçilerin geliri düşüyor, satın alma güçleri günden güne zayıflıyor. Vergi borçları silinen, tarihlerinin en yüksek kar oranlarına erişen şirketlere göre yolunda giden her şey bizler için ekonomik bunalımın, diğer ifadeyle sefaletin derinleşmesi anlamına geliyor. AKP-MHP rejiminin kendilerine sunduğu hizmetlere rağmen, krizin faturasını bizlere yıkan sermaye sınıfı halen de daha çok kar peşinde koşmaktadır.
“Bütçede sorun yok, IMF’ye ihtiyacımız yok” yalanları piyasaya sürülüyor. Oysa sarayın bakanı Mehmet Şimşek ülke ülke gezip para dilendi. Faizcilerden/tefecilerden yüz bulamayınca rejim yeni bir özelleştirme furyası başlatarak bütçedeki açığı kapatmaya çalışıyor. AKP-MHP rejimi ekonomi alanında attığı adımlarla IMF’den uzaklaşıyor görüntüsü vermeye çalışıyor. Bu, tam bir kaba sahtekarlıktır. Zira yaptıkları herşey IMF reçetelerinde yer alan kurallara uygundur. IMF ile anlaşmamalarının tek sebebi, kurdukları yağma/talan sistemini denetimden kaçırmaktır. Bundan dolayı kural aramayan Körfez şeyhleri ve Londra tefecilerinin peşinden koşuyorlar. Bu rejimin ekonomi politikaları her daim devletin sermayeye güç vermesini ve onun açıklarını kapatmasını esas alıyor. Nereden sağlanıyor bu kaynaklar? Elbette işçi ve emekçilerin sırtından; daha çok vergi daha çok artı-değer sömürüsüyle. Tıpkı IMF reçetelerinde tavsiye edildiği gibi.
Mehmet Şimşek’in “mali disiplin önceliğimiz olacak”* sözleriyle görevi devraldığından beri buna uygun kararlara imza atıyor. Yerel seçimlere kadar dengeleri koruma derdiyle yaklaşacaklar. Ancak yerel seçimlerin ardından emekçilere şimdikinden çok daha katmerli bir ekonomik çöküntü altına itmeye çalışacaklar. Eğer ki örgütlenerek, mücadele ederek, hesap sorarak bu kirli oyunu bozmazlarsa…
*IMF ile yapılan Stand-By Anlaşmaları döneminin meşhur cümlesidir…
Z. İnanç