AKP şefi Erdoğan geçtiğimiz hafta gece yarısı imzaladığı ve Resmi Gazete’de yayınlattığı bir kararname ile Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini ilan etti. Başta kadınlar olmak üzere toplumsal muhalefetin aylardır süren tüm itirazlarına ve eylemli tepkilerine rağmen atılan bir adımdı bu.
Sözleşmenin iptali aylardır iktidarın gündemindeydi
İstanbul’da imzalandığı için adına İstanbul Sözleşmesi denilen, asıl adı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan belge, kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti önlemeyi, bu temelde de devletin üstlenmesi gereken görevleri içeriyor. Şiddetten beslenen kapitalist sömürü düzeninde çıkarılan yasaların şiddeti tümüyle sona erdirmesi olanaklı değil elbette. Yine de kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin önlenmesine dair barındırdığı hususlar nedeniyle Sözleşme gündelik mücadelede belli bir önem taşıyordu.
Türkiye’nin imzalamaya mecbur kaldığı, AKP’nin imzalandığı zaman yere göğe sığdıramadığı İstanbul Sözleşmesi, 24 Kasım 2011’de Meclis tarafından tüm partilerin oy birliğiyle onaylandı. O zamandan bugüne yok sayılan, kağıt üzerinde kalan ve özel çabalarla ancak bazı maddeleri uygulatılan Sözleşme’nin varlığı bile iktidara ve çevresindeki gerici güçlere rahatsızlık vermeye devam etmekteydi.
İstanbul Sözleşmesi ve ardından yasalaşan 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” gerici güçlerin hedefi olmuş ve Sözleşme’nin feshi bir dönemdir daha somut olarak gündeme gelmişti. Kadın hareketinin verdiği güçlü tepkiler ve AKP saflarında konu ile ilgili yaşanan çatlakların ardından iktidar geri adım atmıştı. Kadına yönelik şiddetin çok ciddi boyutlara ulaştığı bir atmosferde, “kadına yönelik şiddete karşı” olan bir sözleşmeden çıkmayı savunamayan AKP iktidarı, Sözleşme’nin içinde yer alan “insanların cinsel yönelim ve kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa uğrayamayacaklarına” dair düzenleme üzerinden “eşcinsel evliliklerin önünün açıldığı” argümanına yaslanmaya çalışmış, sinsi bir sessizliğin ardından bir gece yarısı operasyonu ile Sözleşme’yi feshetmiştir.
Hukukçulara göre, uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi kanun hükmünde olduğu için, Cumhurbaşkanı’nın onu feshetme yetkisi olmadığı ifade edilmekte ve kararnamenin yok hükmünde olduğu belirtilmektedir. Hukuksal durumdan bağımsız olarak, kadınların ve ilerici güçlerin nezdinde Sözleşme’nin feshedilmesinin zaten hiçbir meşruluğu bulunmamaktadır.
Gerici güçlerin memnuiyeti
Sözleşmeden çekilmenin HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun hukuksuz bir şekilde milletvekilliğinin düşürülmesi, HDP’nin kapatılması için dava açılması, Gezi parkının ne olduğu belli olmayan bir vakfa devredilmesi, Merkez Bankası Başkanı’nın 20 ay içinde 4. defa görevden alınması vb. gibi birkaç güne sığdırılan saldırılarla aynı günlerde gündeme gelmesi bir tesadüf değil. Tüm bunlar gerici iktidarın “beka” uğruna tam bir topyekûn saldırı başlattığının göstergeleridir.
AKP-MHP iktidarı, yaşanan çok yönlü kriz karşısında baskı ve terörü artırmak başta olmak üzere her yolu deniyor. Gerici güçler koalisyonu olan AKP-MHP ittifakı, ayakta kalabilmek ve yanı sıra tabanını da bir arada tutabilmek için, din istismarcısı, gerici güçlerin taleplerine yanıt vermeye çalışıyor. Aynı zamanda dinsel referanslara dayalı toplum düzeninin taşlarını döşemeye çalışıyor. Bu düzende kadın-erkek eşitliğinin adı yok, çünkü bu “fıtrat”a aykırı. Kadınların hakları değil ailenin bekası öncelikli... Bu düzende erkeğin lehine düzenlenmiş ayrımcılık söz konusu. Farklı cinsel yönelim ve kimlikler de olamaz vb. Uygulanmamasına rağmen İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasaya itirazları, tam da bu düzenlemelerin, yaratmak istedikleri toplum modeline ayak bağı olmalarından ileri geliyor.
Aylardır İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını talep eden gerici güçler, aynı zamanda bir seçim pazarlığı olarak ele aldıkları sözleşme feshinin ardından memnuiyetlerini dile getirdiler, Saray rejimi şefine ardı ardına teşekkürlerini ilettiler. İsmail Ağa tarikatı, Nur Cemaati öne çıkanlar arasında yer alırken, BBP, Hüdapar gibi gerici partilerin sözcüleri de hoşnut olduklarını dile getirdiler. Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk de günler öncesinden pazarlığın ürünü olarak İstanbul Sözleşmesi’nin kalkacağını kesin bir dille ifade etmişti.
Tüm bunların yanı sıra, iktidarın bilcümle gerici destekçileri dört bir koldan Sözleşme’nin feshini kutladılar. “Hilafet” çağrısı yapanlar da oldu, 6284 sayılı yasanın kalkmasını gündeme getirenler de, Medeni Kanun’a göz dikenler de... Dinci gericilerin gerçek yüzü bir kez daha gözler önüne serildi. Din tacirleri, çocuk istimarcıları, kadına yönelik şiddet savunucuları, kadının hak eşitliğinin, ilerici değerlerin karşısında yek vücut olarak birleştiler.
Kararname yok hükmündedir!
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması tartışmalarının olduğu dönemlerde kadınlar yoğun ve kitlesel tepkiler ortaya koymuş ve iktidara geri adım attırmışlardı. Benzer bir tablo, Sözleşmenin gece yarısı feshedilmesi ile ortaya çıktı. Hızlı refleks verilerek yaygın ve kitlesel eylemler gerçekleşti. Karara öfke duyan ve ağırlıklı olarak kadınların oluşturduğu kitleler, ülkenin dört bir yanında sokaklara döküldüler, kararı tanımadıklarını gösterdiler. 8 Mart’ın hemen akabinde gerçekleşen saldırı, halen canlılığını koruyan 8 Mart eylemlerinin ardından sokakların, meydanların yeniden canlanmasını sağladı. Çeşitli fabrikalarda kadın işçilerin gerçekleştirdikleri eylemlerde de Sözleşmenin feshedilmesi protesto edildi.
İlk elden gerçekleşen tepkilerle, yükselen ve dinamizmini koruyan kadın hareketi ve ilerici muhalefet, kararnameyi tanımadığını ve Sözleşmeyi kararlılıkla savunacağını ifade ediyor. Kadınlar, AKP iktidarının kadınların kazanılmış haklarına dönük saldırılarına, aynı zamanda LGBTİ+ bireylere yönelik kin, nefret ve ayrımcılığa “Haklarımızdan ve hayatımızdan vazgeçmiyoruz” şiarıyla karşı çıkmaya devam ediyorlar.
Bugün, tek adam rejimiyle gerçekleşen saldırıları geri püskürtmek, AKP-MHP koalisyonuna geri adım attırabilmek, işçi sınıfının, emekçilerin ve kadınların hakları ve gelecekleri mücadelesinin büyütülmesi için önem taşıyor. Bu hedefle, halen en geniş kesimleri ile süreçlerin uzağında konumlanan, manipülasyonlarla bilinçleri bulandırılan işçi ve emekçi kadınlara saldırıların mahiyetini anlatabilmek, kadınları hak ve eşitlik mücadelesine kazanabilmek ve tüm bunlarla birlikte, bu saldırının püskürtülebilmesi için yükselen mücadeleye omuz vermek, güncel görevler olarak karşımızda duruyor.