Kadınların hem Türkiye’de hem de dünyada şiddete, baskıya, sömürüye, gerici politikalara karşı büyüyen öfkesi sokaklara taşmaya devam ediyor. Pandemi süreci de kadınların sokaklara çıkmasını engelleyemedi. Her türlü saldırıya daha fazla açık hale gelen ve yaşadıkları çifte sömürü daha da katmerlenen kadınlar talepleri uğruna mücadelelerini sürdürdüler. Bu süreçte AKP-MHP iktidarı tarafından İstanbul Sözleşmesi’nin hedefe çakılması ve vahşice işlenen kadın cinayetlerinin gündeme gelmesiyle kadınlar sokaklara çıktılar. Eylemlerin temel gündemi İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinin geri çekilmesi ve kadın cinayetleri olmakla birlikte, iktidarın baskıcı, dinci-gerici politikaları da hedef alındı.
Pandemi sürecinde kadın hareketi
Pandemi sürecinde gerçekleşen kadın eylemleri doğal olarak daha önceki süreçlerde gerçekleşen benzer içerikli kadın eylemleri kadar kitlesel değildi. Ancak pandemi koşulları dikkate alındığında, sürecin en yaygın ve kitlesel eylemleri oldular. Bu süreçte herkesin katılımına açık forumların gerçekleştirilmesi, sürece dair tartışmaların yapılması da anlamlıydı.
Eylemlerin politik içeriğinde feminist hareketin etkisi belirleyiciydi. Eylemlere erkeklerin katılımı konusunda son derece “katı” davranan feministler, Kadıköy’de gerçekleşen eylemde bu kez, eyleme katılan erkeklere eylemden çıkma değil “arkalara geçme” çağrısı yaptılar. Petrol-İş ve Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu bazı fabrikalarda kadın işçilerin gerçekleştirdikleri eylemler ise bu sürecin anlamlı pratikleri oldular.
Eylemlerde “İstanbul Sözleşmesini uygula!”, “İstanbul Sözleşmesi yaşatır!” söylemlerinin ön plana çıkartılması, feminist hareketin reformist karakterini bir kez daha ortaya koydu. Özellikle Kadın Meclisleri-Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nu, uzun süredir yürürlükte olduğu halde hiç uygulanmamış bir sözleşmeyi kadınları yaşatacağı iddiası ile öne çıkartması, burjuva karakterde bir kadın hareketi sınırlarında olduklarını gösterdi.
Öte yandan, olağanüstü bir dönemde gerçekleşen bu eylemler, feminist hareketin tüm sınırlayıcı etkisine rağmen, kadın sorununa karşı büyüyen öfkenin taşıdığı potansiyeli bir kez daha gözler önüne serdi.
“Yaşamak için sosyalizm!”
İşçi ve emekçi kadınların yaşadığı çok yönlü sorunlar pandemi sürecinde çok daha ağırlaştı. Kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin gibi esnek ve güvencesiz çalışma modelleri işçi ve emekçi kadınlar üzerindeki sömürüyü arttırmanın önemli araçlarına döndü. Pek çok kadın salgın sürecinde işsiz kaldı ya da okulların kapalı olması, bakacak kimse bulmakta yaşanan zorlukların artması sebebiyle çocuk bakımı vb. için işten ayrılmak zorunda kaldı. Bu süreçte işçi ve emekçi kadınlar hem evde hem de işyerlerinde şiddete daha açık hale geldiler. Yansıyan veriler tüm dünyada kadınlara yönelik ev içi şiddetin arttığını gözler önüne sererken, işyerlerinde de kadın işçilerin karşı karşıya kaldığı baskı, mobbing ve taciz olayları arttı.
Pandemi gibi olağanüstü bir süreçte 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü karşılarken, geride kalan süreç işçi ve emekçi kadınların öfkesinin taştığını göstermektedir. Tüm dünyada sokaklara taşan bu öfkenin bu sene 25 Kasım’da da sokakları dolduracağı açıktır. Başta kadına yönelik şiddet olmak üzere işçi ve emekçi kadınların karşı karşıya kaldığı çok yönlü sorunlar karşısında büyüyen öfkeyi ve buna karşı yöneltilen tepkinin ufkunu düzen sınırlarının dışına çıkartmak konusunda biz sınıf devrimcilerine önemli bir sorumluluk düşüyor. Kadına yönelik şiddetin kaynağında kapitalist sömürü düzeninin durduğunu ve kadınların yaşadığı tüm sorunların çözüm yolunun sosyalizm mücadelesini büyütmekten geçtiğini anlatmak sorumluluğudur bu.
25 Kasım yaklaşırken, sınıf devrimcileri olarak başta işçi ve emekçi kadınlar olmak üzere tüm işçi ve emekçilere, döne döne şiddet üreten kapitalist sömürü düzenine karşı “Yaşamak için sosyalizm!” şiarını daha güçlü bir biçimde taşımalı, AKP-MHP iktidarının kadına yönelik şiddeti besleyen ve meşrulaştırmaya çalışan baskıcı-gerici politikalarına karşı “Kadın-erkek el ele, örgütlü mücadeleye!” çağrısını yükseltmeliyiz.
25 Kasım Günü gerçekleşecek kadın eylemlerine nicel ve nitel olarak güçlü bir katılımı örgütlemek önemli bir yerde duruyor. Müdahalelerimiz bugün için kadın eylemlerinde devrimci bir taraflaşma yaratamayacak olsa da, önemli bir etki yarattığını unutmamalıyız.
Mirabel kardeşlerden miras kalan, diktatörlüğe karşı direniş bayrağını yükseltme anlamına gelen 25 Kasım çağrısını en güçlü şekilde örgütlemek için seferber olalım!