Yeni katliamları önlemek için:

10 Ekim’in hesabı sorulmalı!

Ankara Katliamı’nın hesabını soramadığımız sürece benzer saldırıların yaşanması olası bir durum olarak karşımızda durmaktadır. Bunun için Ankara Katliamı’nda sorumluluğu bulunan tetikçilerin yanı sıra; katliamın arkasındaki güçlerden ve katliamın her adımında izi bulunan sermaye devletinden hesap sormak son derece önemli bir yerde durmaktadır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 10 Ekim 2023
  • 08:00

Ankara Garı’nda sermaye devletinin denetiminde gerçekleştirilen katliamın üzerinden 8 yıl geçti. Geride kalan bu zaman dilimi içerisinde sadece tetikçiler göstermelik yargılamalara tabi tutuldu, perde arkasında kalan odaklar ise itinayla korundu.

Tetikçiliğini IŞİD’in yaptığı katliamda 104 kişi yaşamını yitirdi, 500’ü aşkın kişi ise yaralandı. Katliamın ardından kurulan göstermelik mahkemeler ortada somut kanıtlar olmasına rağmen sadece üç beş tetikçi hakkında yargı sürecini işletti. Katliamın tetikçilerine verecekleri sözde cezalarla dosyayı kapatarak, sermaye devletinin katliamdaki rolünü gizleme gayretini 8 yıl boyunca sürdürüyor.

Ankara katliamı; kan ve azgın bir devlet teröründen beslenen AKP gericiliğinin tek başına iktidar olmayı başaramadığı 7 Haziran seçimlerinin arkasından yaşandı. Suruç ve Ankara katliamları ülkede karanlık bir dönemin kapılarını araladı ve 1 Kasım 2015’te tekrarlanan seçimlerde AKP, bu kan ve karanlıktan beslenerek tekrar tek başına iktidar koltuğuna oturdu. Sadece bu bile gerçekleştirilen katliamın kime yaradığını çok açık bir şekilde ortaya koyarken, saldırının hemen arkasından yaşananlar ve süreç içinde ortaya çıkan belgeler dinci-faşist iktidarın emrindeki kolluk güçlerinin saldırının gerçekleştirilmesi için zemin hazırladıklarını gün yüzüne çıkardı.

IŞİD’in bombalı saldırı yapacağı biliniyordu

Her şeyden önce; mitingi önceleyen günlerde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat ve Terörle Mücadele Daire Başkanlığı ve MİT tarafından geçilen 62 ayrı istihbarat notunda IŞİD’in bombalı saldırı gerçekleştireceği belirtilse de bu konuda devletin ilgili kademeleri hiçbir önlem almadı. Emniyet Müdürlüğü polislere “canlı bomba saldırılarına karşı duyarlı olmaları gerektiğini” söylese de mitingi düzenleyen kurumlara bu konuda hiçbir bilgilendirmede bulunmadı.

Olay örgüsü ve belgelere yansıyan bilgiler katliamda sermaye devletinin rolünü açıkça ortaya koymaktadır. Örneğin, tetikçileri Ankara’ya getiren Yakup Şahin katliamdan 11 ay önce Antep’in Nizip ilçesinde bir gübre bayisinden amonyum nitrat almak istemiş, işyeri sahibinin ihbarı üzerine Şahin’in kimliği kamera görüntülerinden tespit edilmiş ama ne hikmetse hakkında gözaltı kararı dahi çıkarılmamıştır.

Katliamın gerçekleştirildiği günkü emareler de polisin saldırıyı beklediğine işaret ediyor. Herkesin malumu olduğu üzere, muhalif en ufak bir eylemde polis yığınağı yapılırken 10 Ekim Katliamı’nın yaşandığı gün toplanma alanı olan Gar çevresinde sadece 129 polis görevlendirilmiş. Normalde sivil polisler kitlenin içinde cirit atıp, kamera kayıtları yaparken saldırının yaşandığı gün tek bir polisin dahi saldırı neticesinde yara almamış olması da malumun ilanı olmuştur.

Katliamı gerçekleştirenler ellerini kollarını sallayarak Ankara Garı’nı kana buladıktan hemen sonra ise devreye giren polisler yüzlerce yaralının olduğu alana tazyikli su sıkıp biber gazı atmıştır. Buraya gelen ambulansların dahi zamanında ulaşmasını engelleyerek ölümlerin artmasına neden olmuştur.

Kamu görevlilerine aklama ve ödül

Göstermelik yargı sürecinde ise mağdurların veya yaşamını yitirenlerin yakınlarının neredeyse tüm talepleri mahkeme heyeti tarafından reddedilmiştir. Onlarca kişinin yaşamını yitirdiği, yüzlercesinin yaralandığı bu kanlı saldırı kapsamında bir dizi belge ve bilgi ortaya çıkmasına rağmen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü hakkında “hizmet kusuru yoktur” kararı verilebilmiştir. Bu orta oyununda üç beş tetikçi dışında hiçbir kamu görevlisi yargılama sürecine dahil edilmemiştir.

Gerici-faşist iktidarın en başta “öfkeli muhalifler” diyerek adlandırdığı, daha sonra farklı isimler takarak eğit-donat projesi ile paralı asker olarak kullandığı, MİT TIR’larıyla silah gönderdiği IŞİD çeteleri, 10 Ekim Katliamı’nı önceleyen süreçlerde Antep’i tam anlamıyla bir üs haline getirmişlerdi. Onlar için Antep, Suriye’ye giriş çıkışların ve militan devşirmenin bir merkezi olmuştu. IŞİD çetelerinin aynı yıl içerisinde ve peşi sıra Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da katliamlar gerçekleştirdiği dönemde Antep Valisi olan Ali Yerlikaya önce İstanbul Valisi sonra da İçişleri Bakanı olarak atanarak ödüllendirilmiştir!

***

Tüm bu tablo başından beri katliamın gerisinde dinci-faşist iktidarın parmağı olduğunu gözler önüne sermektedir. Kendisine biat etmeyen muhalif kesimleri “terörist” ilan edip tutuklayan gerici iktidar, söz konusu kendi bekası olduğunda her türlü kirli-kanlı icraatı devreye sokacak bir potansiyele ve aymazlığa sahiptir. “Gerekirse üç-beş füze attırarak” Suriye’ye girmenin hesabını yapan bu anlayış, iktidarı kaybetme riskine karşılık her yeri kana bulamakta hiçbir beis görmeyecek bir karakterdedir. Diyarbakır ve Suruç’ta gerçekleştirilen katliamların hesabı sorulamadığı için Ankara’da onlarca canımızı kaybettik. Bugün de Ankara Katliamı’nın hesabını soramadığımız sürece benzer saldırıların yaşanması olası bir durum olarak karşımızda durmaktadır.

Bunun için Ankara Katliamı’nda sorumluluğu bulunan tetikçilerin yanı sıra; katliamın arkasındaki güçlerden ve katliamın her adımında izi bulunan sermaye devletinden hesap sormak son derece önemli bir yerde durmaktadır.