Yaşam hakkımız için mücadeleye!

Toplumun sorunlarını çözme bakışından, iddia ve yöneliminden yoksun olan sermaye iktidarı; işçi ve emekçileri yapay ayrımlarla bölmeye ve yalanlarla uyutmaya çalışıyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 16 Aralık 2020
  • 08:30

Covid-19 pandemisi tüm dünya ülkelerinin ana gündemi olmayı sürdürüyor. Dünya genelinde can kaybı sayısı 1 milyonu aştı, vaka sayısı ise hızla yükselmeye devam ediyor. İnsanlığın geçirdiği bu zor süreç, kapitalizmin aczinin de en çıplak gözlendiği bir dönem oldu. Devasa bütçelere sahip koca sermaye devletleri sağlık ve eğitim başta olmak üzere en temel hizmet alanlarında çöküş yaşadı. İnsan canı ve toplum sağlığını değil, sefil çıkarlarını düşünen burjuvazi elinde pandemi adeta bir katliam sürecine dönüştü, birkaç tekelin elinde biriken muazzam zenginliğe rağmen yüzbinlerce insan göz göre göre yaşamını yitirdi/yitiriyor.

Tanı, tedavi ve aşı işlemleri de yine dönüp dolaşıp kapitalizm duvarına çarpıyor. Uluslararası ilaç tekelleri, aşı geliştirme çalışmalarını ortaklaştırmak yerine kapitalist rekabetin konusu haline getirmiş bulunuyor. Şu an birçok ülkede aşı çalışmaları sürüyor, bazı ülkelerde aşılamalar da başladı. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya genelinde 219 ayrı aşı çalışması yürütülüyor.

***

Her gelişmeyi toplumu kutuplaştırmanın, siyasi rant elde etmenin aracı olarak kullanan Tayyip Erdoğan aşı meselesini de kendine yontmayı ihmal etmedi. Erdoğan “yerli ve milli aşı” çalışmalarının sürdüğünü ifade ederken, Türkiye’de aşının seri üretimine başlanacak bir fabrikanın olmadığı, bırakalım fabrikada aşı üretmeyi aşıları muhafaza edecek bir depolama alanı dahi olmadığı ortada. Nitekim “yerli ve milli” aşı için Nisan ayı işaret edilirken, Aralık sonunda Çin’den gelecek aşıların uygulanmaya başlanacağı ifade ediliyor. Ancak sürecin başından itibaren şeffaf yürütülmeyişi, toplum sağlığının “ulusal çıkarlar”a –bunu sermayenin çıkarları olarak okumak gerekir- feda edilmesi aşı konusunda da akıllara bir sürü soru işareti getiriyor. Her pozitif vakayı hasta saymayan bir anlayışın aşı geliştirme ve aşılama sırasında hangi ölçütleri esas alacağı ise tüm toplumu kaygılandırıyor. Türkiye’de AKP iktidarı tarafından çok aymazca işletilse de bu durumun tüm sermaye devletleri açısından böyle olduğunu belirtmek gerekir.

Aralık ayı itibari ile 50 milyon doz aşı temin edileceği ve Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu onayından sonra topluma uygulayacağının açıklanmasıyla birlikte gözler Türk Tabipleri Birliği’ne (TTB) çevrildi. TTB yaptığı açıklama ile “Ülkeler, Dünya Tabipler Birliği Helsinki Etik Bildirgesi’nin belirlediği etik ilkeler çerçevesinde, bağımsız kuruluşların aşı ruhsatlandırma çalışmalarına uygunluk verebilmektedir. Ancak, şu ana kadar uluslararası bağımsız denetleyici kuruluşlar tarafından ruhsatlandırılmış ve klinik deneme dönemini bitirmiş bir aşı çalışması bulunmamaktadır” dedi ve ekledi: “Sağlık Bakanlığı’nın şeffaflıktan uzak tutumu; aşı olmaya yönelik endişe ve belirsizlik yaratan her türlü söylem ve uygulaması, halk sağlığı açısından risk oluşturacaktır. Türk Tabipleri Birliği olarak aşıların hangi ülkede üretildiğinin, üreten firmanın hangisi olduğunun bir önem taşımadığını kamuoyuna buradan bildiririz. COVID-19 aşısının bizler için önem taşıyan yanı bilimsel ve etik kurallara uygun ruhsatlandırılmış olması; tüm dünyada ve Türkiye’de toplumun tüm kesimlerine eşit ve adil bir şekilde ulaştırılmasıdır. Aşının AR&GE çalışmalarından ruhsatlandırılıp sunulmasına, soğuk zincirle taşınmasından dağıtımı yapılarak uygulanmasına kadar her basamağı gündelik politikanın, rekabetin ve ticaretin konusu dışında tutulmalıdır. Sağlık Bakanlığı, aşıların ruhsatlandırma süreçlerini; etkili ve güvenli olduklarına ait belgeleri, kamuoyuyla, basınla ve emek-meslek örgütleriyle şeffaf bir şekilde paylaşmalıdır.”

Emekçiler ölüme terk ediliyor!

Aşı çalışmaları ve uygulamaları konusunda topluma umut pompalansa da yine TTB’nin yaptığı açıklamaya göre dünya nüfusunun yüzde 14’ünü oluşturan merkez kapitalist ülkeler üretimine başlandığı söylenen aşıların büyük kısmını şimdiden sipariş vermiş durumda.

Pandemiyi yönet(emey)işi ile toplum nezdinde iyice teşhir olan AKP iktidarı ise aşı konusunda sahte umutlar yaymaya devam ediyor. Yalan-yanlış ölüm ve vaka sayısı açıklamaları, alınmayan önlemler, eğitim ve sağlık hizmetlerindeki çöküş ve pandeminin de etkisiyle derinleşen kriz işçi ve emekçilerdeki hoşnutsuzluğu gün be gün arttırıyor. Bunun bilincinde olan T. Erdoğan, daha faz denemeleri tamamlanmayan aşıların 11 Aralık’tan itibaren uygulanacağını söyleyerek toplumun algısını dağıtmaya çalışıyor.

Bugün işçi ve emekçilerin temel yaşam ve çalışma alanları koronavirüs merkezleri haline gelmiş durumda. İş cinayetleri arasında Covid-19 kaynaklı ölümler başı çekiyor. Sağlık emekçileri ise günden güne tükeniyor, sadece Kasım ayında 63 sağlık çalışanı koronavirüsten kaynaklı yaşamını yitirdi. AKP’nin açıkladığı ölüm sayıları ile belediyelerin açıkladığı sayılar birbirini tutmuyor. Bir yandan yoğun bakım servisleri dolarken diğer taraftan hastanelerde yaşanan yoğunluk nedeniyle Covid-19 dışındaki hastalıkların tedavisi yapılamıyor, Covid-19 kaynaklı olmayan ölümlerde de tedirginlik verici bir artış var.

Toplumun sorunlarını çözme bakışından, iddia ve yöneliminden yoksun olan sermaye iktidarı; işçi ve emekçileri yapay ayrımlarla bölmeye ve yalanlarla uyutmaya çalışıyor. Pandemi kapitalistler için tüm imkan ve olanakların seferber edildiği bir süreç olarak işliyor. Son olarak temaslılar için karantina süresi sermayenin isteği üzerine 14 günden 10 güne düşürüldü. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu “Özelikle sanayi işletmelerimizde yaşanan sıkıntıları çözmek üzere Sağlık Bakanlığı Kovid-19 yakın temasta 14 günlük karantina süresini 10 güne indirdi” diyerek değişikliğin sebebini açıkladı.

Tüm işçi ve emekçiler yaşam haklarına yönelen bu politikalara karşı koymalı, yalanlara ve içi boş söylemlere kulak asmamalı, temel talepleri için mücadeleyi yükseltmelidir. Süreç insan ve toplum sağlığını esas alan bir şekilde yürütülmeli, emek ve meslek örgütleri sürecin bir parçası yapılmalı, bilim insanlarının uyarıları dikkate alınmalı, halk sağlığı piyasanın insafına bırakılmamalıdır. Bunun yolu ise emekçilerin en temel insan hakkı olan yaşam hakkı için örgütlü, birleşik ve ısrarlı bir mücadele yürütmesinden geçmektedir.