1 Eylül 1939, Nazi ordularının Polonya’ya saldırarak ikinci emperyalist paylaşım savaşını fiilen başlattığı tarihtir. İnsan soyunun tanık olduğu en acımasız vahşet gösterileri yapan Nazileri, Kızıl Ordu, Sovyet halkları ve Avrupa’da direnen komünistler ancak 1945 yılı ortalarında yenebildi. O savaşta hayatını kaybedenlerin sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte, yaklaşık 72 milyon kişinin öldüğü kabul ediliyor. Bunların yaklaşık 30 milyonu Sovyet yurttaşıydı.
Savaşın son günlerinde ABD emperyalizminin Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atması, savaş ateşlerinin yakılmaya devam edeceğinin işaretini verdi. Nitekim hemen ardından ABD “soğuk savaş” diye anılan süreci başlatarak, Sovyetler Birliği’ne atom bombalarıyla saldırı planlanmaya başladı. Ancak bazı batılı bilim insanlarının sağladığı kritik bilgileri kullanan Sovyet bilim insanları atom bombasını imal etmeyi başarınca ABD saldırı planını çöpe atmak zorunda kalmıştı.
O süreçte hem barış mücadelesini güçlendirmek hem olası savaşların yaratacağı yıkımlara dair bir farkındalık yaratmak amacıyla Sovyetler Birliği’nin çabasıyla 1 Eylül, ilerici güçler tarafından Dünya Barış Günü olarak kabul edildi. Birleşmiş Milletler de (BM) 1981 yılında düzenlenen 57. Genel Kurulu’nda 1 Eylül’ü Dünya Barış Günü olarak kabul etti. Ancak sonrasında BM 21 Eylül’ü barış günü ilan etti. Buna rağmen barış günü 1 Eylül olarak kaldı.
***
2023 yılının 1 Eylül’ünde barış hiç olmadığı kadar acil bir ihtiyaç haline gelmişken, üçüncü dünya savaşı tehlikesi de hiç bu kadar yakın olmamıştı. Zira, atom bombalarının atıldığı günden bu yana dünyanın savaşsız tek bir gün yaşamasına bile fırsat vermeyen emperyalistlerin fitilini ateşlediği birçok savaş devam etmektedir. İzlenen politikalar, savaşların bitirilmesini değil uzatılmasını hedefliyor. ABD ile batılı suç ortaklarının Şubat 2022’den bu yana Ukrayna’ya sürekli silah ve mühimmat aktarmaları, savaşı bitirme ihtimalinin gündeme gelmesini halen engelliyor. Özellikle ABD’nin izlediği saldırgan/provokatif politikalar yeni çatışmaların fitilini ateşleme riskini giderek arttırıyor.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) hesaplamalarına göre geçen yıl silahlanma ve savaş için harcanan para 2 trilyon doları aştı. ABD ile suç ortakları, Kuzey Atlantik Paktı adıyla kurdukları emperyalist NATO aygıtını bir “dünya savaş örgütü” haline getirmek için yoğun bir çaba harcıyor. Bu bağlamda, ikinci emperyalist paylaşım savaşında işledikleri ağır suçlardan dolayı askeri donanımları sınırlanan Almanya ile Japonya histerik bir silahlanma sürecine girmiş bulunuyorlar. Uluslararası anlaşmalara göre bu yasaklanmış olsa da ABD bu silahlanma histerisine destek veriyor. Zira her iki devleti de hegemonya savaşında bir aparat olarak kullanmak istiyor. Bu arada Çin, Rusya gibi emperyalist güçler de silaha ayırdıkları bütçeleri sürekli arttırıyor. Bu yarışa Türkiye, Suudi Arabistan, Pakistan, İran, Güney Kore vb. orta kuşak kapitalist devletler de katılıyor. Tüm bunlar bir tesadüf değil elbette:
“Sistemin yapısal krizinin temel önemde bir başka unsuru, emperyalistler arası ilişkiler alanıdır. Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde kızışan rekabet, yoğunlaşan nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma yarışı ve tırmanan militarizm, nihayet tüm bunları tamamlayan ve en yıkıcı biçimde somutlayan saldırganlık ve savaşlar dizisi, günümüz dünyasının ön plandaki gündelik görünümlerini oluşturmaktadır.” (TKİP V. Kongresi Bildirgesi)
Yani sorun emperyalist/kapitalist sistemin yapısal krizinden kaynaklanıyor. ABD’nin özellikle Çin’i “baş düşman” ilan etmesi, savaşın Asya-Pasifik bölgesine sıçrama tehlikesini arttırıyor. Bu olasılığın gerçekleşmesi ise, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir yıkım ve kıyıma yol açar. Böyle bir savaşın öncekilerden çok farklı olacağı, nükleer/biyolojik silahların kullanılabileceği, bunun ise insan soyu ve yerküredeki tüm canlılar için ölümcül sonuçlar yaratabileceği hem bilim insanları hem savaş karşıtları tarafından sık sık hatırlatılıyor.
Yazık ki, insan soyunun karşısında böyle bir risk var. Bunu ortadan kaldırabilmek ise ancak halkların anti-militarist, anti-emperyalist birleşik enternasyonal mücadelesinin geliştirilmesiyle mümkün olabilir. Kitlelerin gücü ile savaş engellense bile, bunun kendisi sorunu özü itibarıyla ortadan kaldırmayacaktır. Savaş sorununu ortadan kaldırıp insan soyunun güncel talebi ve tarihsel özlemi olan barışı kazanabilmek için, kapitalist sistemi yıkıp tarihin çöplüğüne atmak gerekiyor. Aksi durumda ne savaş “bir gerçeklik” olmaktan çıkarılabilir ne insan soyunun “barış özlemi”ne kavuşması mümkün olabilir.