1 Eylül Dünya Barış Günü veya Almanya’daki adıyla “savaş karşıtı gün” dolayısıyla Frankfurt’ta birkaç eylem gerçekleştirildi.
DGB, Kiliseler, çeşitli çevre örgütleri, DKP ile çok sayıda savaş karşıtı kurumdan oluşan “barış inisiyatifi” tarafından bir miting düzenlenirken; KPD’nin Yeniden İnşası için İşçi Birliği, DGB’nin önünden başlayan bir yürüyüşle mitinge katıldı.
Aralarında MLPD’nin de yer aldığı kimi Türkiyeli örgütler ise ayrı bir yürüyüş ve ardından da Römer meydanında bir miting yaptılar.
Bir-Kar ise, önce KPD-Wiederaufbau’nun organize ettiği yürüyüşe ve ardından da mitinge katıldı. Yürüyüş ve mitingde, biri Ukrayna savaşına karşı sınıf devrimcilerinin çözümünü özetleyen olmak üzere, savaş karşıtı dövizler ile bayraklar taşındı. Türkiyelilerin de yoğun olduğu bir güzergahtan sloganlar ve marşlarla yüründükten sonra mitinge dahil olundu.
Willy-Brand-Platz yakınındaki 2. Dünya savaşı kurbanları anısına yapılan heykelin bulunduğu alanda yapılan mitinge 250 civarında kişi katıldı. Katılımın geçen senin bile altında kalması, tüm organizatörler adına, savaşa karşı ve barış için rutini aşan bir çabanın ortaya konulmadığını gösteriyor. Mitingde savaşa ve onun ağırlaştırdığı sosyal sorunlara vurgu yapan çeşitli pankart ve dövizler taşındı. Özellikle DKP ve SDAJ tarafından, DGB’nin tüzüğünde savaşa ve militarizme ilişkin maddenin yazılı olduğu dövizlerin taşınması dikkat çekti.
Mitingde Kiliseler, VVN-BdA (Nazi rejiminde takibata uğrayanların kurduğu birlik), Rheinmetal’i Silahsızlandırma Platformu ve Naturfreunde (anti-militarist ve cevreci bir dernek) adına konuşmalar yapıldı. Konuşmalar, savaşın kötülüklerinden bahseden, hümanist bir savaş karşıtlığından öteye geçmeyen bir içerikteydi. Savaşın, kapitalizm ve emperyalist sistemle olan direkt bağına yönelik net ifadeler kullanılmazken, Alman devletinin özellikle Ukrayna savaşındaki rolüne ve yaptığı silah yardımlarına pek değinilmedi. Öte yandan barış için ise, halihazırdaki savaş hükümetinden çeşitli taleplerde bulunmanın ötesine geçilmedi.
En somut ve kayda değer konuşma ise “Reinmetal’i silahsızlandırma platformu” adına yapıldı. Almanya’nın en büyük silah tekeli olan Rheinmetall’in Ukrayna savaşıyla birlikte karını iki katına çıkardığını belirten kadın konuşmacı, bu süreçte bu tekele karşı başlattıkları “Reinmetall’i silahsızlandır” kampanyası ile buna ilişkin eylemlerden bahsetti. Savaşın kazananı silah tekelleri olurken, kaybedeninin ise emekçiler olduğunu vurguladı.
Mitingi düzenleyen kurumların başında gelen DGB’nin bu sene konuşma yapmaması dikkat çekerken, geçen sene konuşma yapan hükümet ortakları SPD ve Yeşiller bu sene ortalıkta görünmediler.
Ukrayna savaşına karşı baştan beri açık bir tutum almaktan geri duran sendikalar, Alman devletinin “milli savunmayı güçlendirme” demagojisi ile orduya ayırdığı 100 milyar Euro’luk “özel fon”a da ciddi hiçbir itirazda bulunmadılar. Bu sessiz kalmanın yanı sıra, yer yer açıktan orduyu güçlendirmenin gerekli olduğunu dillendiren sendika bürokrasisi, bu tutumuyla militarizme güç veren bir pozisyonda bulunuyor.
Sendika bürokrasisinin savaşa ve militarizme yönelik tutumunda esasa ilişkin ciddi bir değişiklik olmamasına rağmen, gerek savaşın ağır faturasının toplumda yarattığı tepki ve gerekse de Ver.di’nin Eylül ayında yapılacak kongresi öncesi çeşitli çatlak sesler de duyulmaya başlandı.
Ver.di’nin içindeki kimi ilerici sendikacı ve aktivistlerin girişmiyle “hayır de!” başlıklı bir çağrı yapıldı. Savaş karşıtı bu çağrıyı kısa sürede binlerce kişi imzaladı. Bu türden girişimlerin de etkisiyle, DGB’nin bu seneki “Dünyanın barışa ihtiyacı var!” başlıklı 1 Eylül açıklamasında, net ifadelerle olmasa bile, nispeten silahlanma ve savaş karşıtı bir dilin kullanıldığı gözlendi.
Tüm dünyada olduğu gibi, Alman emperyalizmi de özellikle Ukrayna savaşından bu yana silahlanmaya büyük bir hızla devam ediyor. Bu dev sanayi ülkesinin hızla silahlanması dünya barışı ve dünya halklarının geleceği için büyük bir tehlike demektir. Bu yüzden de savaş karşıtı ve barış için mücadelenin geliştirilmesi hayati önem taşıyor. Gerçek bir barış mücadelesinin motoru işçi emekçiler olduğuna göre, bunun öncülüğünü de ilerici-devrimci güçlerin yapması gerektiği kendiliğinden anlaşılacaktır. Aksi takdirde, barış mücadelesinin bugünkü parçalı, dağınık, iddiasız, icazetçi ve rotasız halinden kurtulması zor görünüyor.
Kızıl Bayrak / Frankfurt