12 Eylül askeri faşist darbesinin işçi sınıfına ve kazanımlarına karşı başlattığı vahşi saldırının daha beteri, 21 yıllık AKP döneminde gerçekleştirildi. Saray rejimi faşist cuntanın başlattığı saldırıyı sonuca ulaştırmak için çalıştı/çalışıyor. Artık dünya kamuoyuna sunulan bazı raporlar bile bu durumu kayıt altına alıyor.
Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), her yıl yayınladığı Küresel Haklar Endeksi raporuyla dünya ülkelerini işçi hakları açısından değerlendiriyor. Bu raporların dokuzuncusu geçtiğimiz aylarda yayınladı. Rapora göre Türkiye bu yıl da önceki yıllarda olduğu gibi işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında yer aldı. 148 ülkeyi kapsayan raporda 2022 yılında işçi haklarının ve çalışma koşullarının en berbat olduğu ülkeler şunlar: Türkiye, Belarusya, Brezilya, Kolombiya, Mısır, Myanmar, Filipinler, Eswatini, Guatemala ve Bangladeş.
Endeksin Türkiye ile ilgili bölümünde “grev yasakları”, “sendikacıların tutuklanması” ve “sistematik sendika düşmanlığı” başlıkları öne çıkıyor. Raporda, Türkiye’de 2022 yılında da işçi hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmeye devam ettiği saptanıyor. Raporda “Protestolar, polis müdahaleleri, sendikacılara yönelik baskılar ve tutuklamalar dikkat çekti” ifadeleri kullanılırken, 2021 yılı 1 Mayıs eyleminde 212 kişinin gözaltına alınması da hatırlatıldı ve “İşverenler de sistematik bir şekilde sendika düşmanı uygulamalara devam ettiler ve örgütlenmeye çalışan işçileri işten attılar” ifadelerine yer verildi.
Dünyadaki sermaye devletleri, kapitalizmin derinleşen krizinin faturasını işçi sınıfına ödetmek için çeşitli saldırı programları deniyorlar. Bazı ülkelerde işçi ve emekçiler kazanımlarını yok etmeyi hedefleyen saldırılara karşı direniyor. İşçi-emekçiler elde kalan haklarını savunmak için kitlesel eylemler gerçekleştirmektedirler. Bunun en ileri örneği Fransa’daki ‘sarı yelekliler’ diye anılan eylemlerdir.
Vahşi sömürünün en acımasız şekliyle hayata geçirildiği Türkiye ve onun gibi ülkeler de ise işçilerin zapturapt altına alınması ve haklarının tek tek gasp edilmesini fırsat sayan kapitalist tekeller buralara akbabalar gibi üşüşmektedirler. Türkiye’de kapitalistler ve onların vurucu gücü olan AKP-MHP rejiminin işçi sınıfı üzerindeki sömürüyü derinleştirmesi sayesinde tekeller hem kârlarını hem rekabet güçlerin arttırmaya devam ediyorlar.
Kapitalistlerin demir yumruğu olan AKP’nin 21 yıllık icraatlarına bakıldığında sermaye sınıfını her zaman çok memnun ettiği görülür. Öyle ki, bu yıllar boyunca işçi sınıfı aleyhine geçirilmeyen yasa kalmadı. İşçilerin kendi aralarında “son kalemiz”, “kırmızı çizgimiz” dedikleri kıdem tazminatı hakkı bile güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması yüzünden iyice güdükleşmiş fiilen ortadan kalkmaya yüz tutmuş durumda. “Torba yasa”, “istihdam paketi”, “ulusal istihdam stratejisi” gibi adlar altında yapılan saldırılarla güvencesiz ve kuralsız çalışma ‘kural’ haline getirilmiştir. AKP ile suç ortakları işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmasını engelleyen bir tutum aldıkları iş cinayetleri ‘sıradan vaka’ haline gelmiş, ölen işçiler birer rakamdan ibaret kalmıştır.
Ülkeyi sermaye sınıfı için dikensiz gül bahçesi haline getiren gerici faşist rejim, işçi sınıfı üzerindeki baskı ve yasakları sistematik hale getirdi. AKP şefi Tayyip Erdoğan, defalarca “yerli/yabancı” sermaye kodamanlarına hitap ederken “OHAL’i grevleri yasaklamak için getirdik”, “grev yok, huzur var” diyerek onları yatırım yapmaya çağırdı. İşçi sınıfının sömürü ve köleliğe karşı mücadelede en etkili silahı olan grev hakkını gasp eden AKP şefi, kapitalistlerin vahşi sömürü koşulları dayatmalarına imkan verdi. Böylece TİS süreçleri baltalanmış ve sendikalar büyük ölçüde işlevsizleştirilmiştir. Buna rağmen kötü çalışma koşullarından rahatsız olan işçiler, en meşru hakları olan sendikalaşmaya başvurduklarında ise kapitalistlerin histerik saldırılarına maruz kalmakta, her sendikalaşma çabasının ardından işçiler kapı önüne konmaktadır. AKP-MHP koalisyonun işçi sınıfına bu kadar düşmanca davranmasının gerisinde, bu dinci-ırkçı zihniyetin hak arama mücadelesinden nefret etmesi ve işçilere kaba köleliği reva görmesi var.
Bu pervasızlık işçi sınıfının sessizliğinden de güç alıyor…
İşçi sınıfının haklarının bu derecede gasp edilmesinin sorumlusu kapitalistler ve onların “demir yumruğu” olan dinci-faşist rejimdir elbet. Fakat diğer yandan son 21 yılda rejimi zorlayabilen bir işçi sınıfı hareketi gelişmediği için egemenler bu kadar pervasız olabilmiştir. İşçilerin büyük çoğunluğu yaşadıkları sorunlar yumağına rağmen birçok şeye kayıtsız kalabildiler. Bu uyuşukluk sınıfı körelttiği gibi, Tayyip Erdoğan’la müritlerine “köpeksiz köyde değneksiz gezme” fırsatı da vermiştir.
İşçi sınıfının mücadelesine önderlik etmesi gereken sendikaların durumu ise içler acısıdır. Bazı istisnalar hariç sendikaların yönetimi, zihnini ve ruhunu sermayeye satmış yozlaşmış bir kast tarafından ele geçirilmiştir. En iddialı olan DİSK, mücadeleyi tabana yaymaktan ve işçileri mücadele okulunda eğitmekten kasıtlı olarak geri duruyor. Sadece saldırılar gündeme getirildiğinde yöneticilerin katılımıyla yaptıkları açıklama ve eylemlerle güya vazifelerini yerine getirmiş oluyorlar. Şefleri sermaye iktidarına dalkavukluk yapan TÜRK-İŞ’e bakıldığında ise yaşanan saldırılar karşısında işçi sınıfını oyalamayı ve olası bir hareketin önüne set çekmeyi ‘görev’ bilmiştir. Gerici-faşist rejimin aparatı olan Hak-İş’in adını anmak bile gereksiz. Zira bu konfederasyonun şefleri en rezil bir şekilde sermaye iktidarının işçi sınıfını hedef alan tüm saldırılarına tam destek verdiler.
İşçi sınıfının Saray rejiminin dayattığı bu karanlık cendereden kurtulabilmesinin tek yolu “Sınıfa karşı sınıf!” bakış açısıyla mücadeleyi yükseltmesidir. Bunu yapmadığı takdirde daha kötü şartların kendisini beklediğini belirtmek gerek. Çünkü ne sermaye sınıfının ne saraylarda sefahat süren AKP-MHP şeflerinin vicdanı var. Eli-kolu bağlı duran, saraya biat eden ve kaderine razı olan bir işçi kitlesi gördükçe daha da azgınlaşacaklardır.
Haklarını korumak için mücadele etmeyen işçi sınıfı sonunda insanlık onurunu da yitirecek ve barbarlık düzenine kapı açacaktır. Bu vahim tabloyu değiştirmek ve işçi sınıfının insanca çalışma koşullarına ve onurlu bir yaşama kavuşabilmek için örgütlü mücadele dışında bir çıkış yolu yoktur. Birleşik, kitlesel, militan mücadele işçi sınıfının baş vurabileceği tek çıkış yoludur. Onun dışındaki her şey intihardan öte bir anlam taşımayacaktır.