İşsizliğin, yoksulluğun arttığı, alım gücünün asgari geçim koşullarının altına düştüğü bir ülkede artık kitlelere geleceğe dair umut veremeyen bir iktidar ne yapar? Bu sorunun cevabını AKP’nin son dönemde izlediği politikalara bakarak yanıt vermek mümkün. AKP-MHP iktidarı karşı karşıya kaldığı hiçbir sorunu çözemiyor. Art arda açıklanan “ekonomik önlem paketleri” emekçiler nezdinde bir güven ve itibar görmüyor. Düşen oy oranlarına çözüm olmuyor. Dış politika oyunları “dünya lideri Erdoğan” imajını tazeleyemiyor.
Geriye iki seçenek kalıyor: Baskı ve zorbalık politikalarını tırmandırmak ve toplumu kutuplaştırmak! TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması ve arkasından başlatılan cadı avını, AKP iktidarının bu politikalarının bir örneği olarak ele almalıyız. Burada bir taşla birden fazla kuş vurulmaya çalışılmaktadır. Hem muhalif tüm kesimlere gözdağı verilmekte hem de toplum bir kez daha “terörist” olanlar ve olmayanlar kodlaması üzerinden saflaştırılmaya çalışılmaktadır. Aynı şey yeniden ısıtılan türban tartışmaları ve AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın açıklamalarıyla alevlenen cumhuriyet meselesi için de geçerlidir.
Emekçilerin taleplerine karşılık veremeyen iktidarlar korku politikalarıyla halkı sindirmeye, provokatif tartışmalarla emekçileri bölüp birbirine düşürmeye çalışır. Bu, aynı zamanda emekçi sınıfları onları birleştiren gündemlerden uzak tutmanın da aracıdır. AKP’nin yıllarca başarıyla oynadığı bu oyuna gelmemek gerekir.
Biz iktidar partilerinin, onun ekmeğine aynı konularda yağ süren düzen muhalefetinin, her ortaya attığı gündemi tartışmak zorunda değiliz. Artan yoksulluğun, işsizliğin, düşen alım gücünün milyonların ana gündemi olduğu açıktır. Bunların düzen siyasetinin tozu dumanı altında görünmez kılınmasına elbette izin veremeyiz.
Fakat bu, işçi sınıfının bu ülkenin temel siyasal sorunlarına kayıtsız kalması manasına gelmez. Bugün hiçbirimiz “Ben sadece ekmeğimin peşindeyim, hayat pahalılığı var, zamlar var, düşük ücretler var, gerisi beni ilgilendirmez” dememelidir. Ekmeğimizi büyütmek için yürüttüğümüz mücadelenin sömürücü iktidarlara, onların düzenine karşı bir mücadele olduğunu, bunu ancak siyasal alana taşıyabildiğimizde kalıcı kazanımlara dönüşeceğini akıldan çıkaramayız. Bu konuda ne iktidarın manevralarına taviz vereceğiz ne de düzen muhalefetinin demagojilerine aldanacağız. Sözkonusu olan bizim haklarımız olduğunda iktidarıyla muhalefetiyle onların bir taraf bizim ise başka bir taraf olduğunu bileceğiz. Birliğimizi kuracağız, kendimize güveneceğiz, onlardan bağımsız örgütlenip mücadele edeceğiz. Yalnız ekonomik ve sosyal haklarımızı değil, kendimiz ve çocuklarımız için daha yaşanabilir bir ülke inşa edeceğiz.
Bunun için baskıya karşı demokratik hak ve özgürlükleri, emperyalist devletlerle kölece ilişkilere karşı bağımsızlığı, inançların istismar edilmesine karşı laikliği, yaşam tarzına müdahaleye karşı özgürlüğü, ayrımcılığa karşı eşitliği, yalana karşı gerçeği, karanlığa karşı aydınlığı savunmaya devam edeceğiz.
Yalnız kendi kurtuluşumuzu değil, tüm insanlığın kurtuluşunu da grevlerle, direnişlerle, mücadelelerle ilmek ilmek örüp kazanacağız.