ABD emperyalizminin “ılımlı İslam projesinin” bir ürünü olarak kurulan ve 2002 Kasım’ında iş başına getirilen AKP, sonraki 19 yılda düzenin yargı erkini tamamen kendi aparatına dönüştürdü. İlk olarak 2010 yılında gerçekleştirilen referandumla, Anayasa Mahkemesi üye sayısında ve üyelerin seçilme usulünde değişikliğe gidildi. Bu yasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına üstün yetkiler verildi. O dönem cemaatle sürdürülen sıkı ortaklık sayesinde yargının üst kademelerindeki kadrolaşma hızlandı. Sermaye devletinin geleneksel çizgideki bürokratlarına yönelik zaten süregelmekte olan operasyonlar daha kapsamlı hale geldi.
AKP çatısı altındaki gericilik koalisyonu, yargıyı istediği kıvama getirdikten sonra, iktidarını sağlamlaştırmak ve dinsel gerici hedeflerini hayata geçirmek için saldırılarını yoğunlaştırdı. Karşısında gördüğü tüm toplumsal muhalefeti yargı eliyle tasfiyeye yöneldi. AKP-Erdoğan kliği tüm bunları ikiz kardeşi Fethullahçı çeteyle birlikte gerçekleştirdi. Fakat bu arada iki gerici ortak arasındaki güç ve çıkar çatışması da su yüzüne vurmaya başladı. Özellikle 2013 Haziran direnişini izleyen aylarda kapışma tamamen açık hale geldi. AKP-Erdoğan iktidarı, 17-25 Aralık operasyonları üzerine, yargı ve poliste cemaati tasfiyeye girişti. 15 Temmuz darbe girişimin ardından bunu çok daha sert bir şekilde devam ettirdi ve yargıda kendi kadrolaşmasını yoğunlaştırdı.
2017 referandumuyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na da el atan AKP iktidarı, yapısında ve üye sayısında değişiklikler yaparak HSYK’yı (referandum sonrasında HSK’ya dönüştü) iktidarla tamamen uyumlu bir mekanizma haline getirdi. Yargı bir yandan dinci-faşist iktidarın muhalefete karşı kullandığı etkili bir sopa işlevi taşırken, diğer yandan da dinsel gerici ideolojiyi hayata geçirmenin de aracına dönüştü. Tümüyle Erdoğan-AKP iktidarına bağlanan yargı, aynı zamanda onun tüm kirli ve kanlı suçlarını, yanı sıra kendisine bağlı tüm çeteleri ve bütün pisliklerini akladığı bir merci oldu.
Burjuva hukuku kapitalizm var olduğundan beri sermayenin sınıfsal çıkarlarını korumak için işlemiştir. Bugün işçi ve emekçiler için belli haklardan bahsediliyorsa, bunlar yıllardır verilen mücadeleler sonucundaki kazanımlardır. İnsan hakları, demokrasi, eşitlik gibi söylemler burjuvazinin ve sözcülerinin ağzından düşmez ama gerçekte onlar için sömürünün bekası esastır. İşçi ve emekçiler bu söylemlerle uyutulmaya çalışılır. Devletin tüm kurumları bunun için seferber edilir ve bu işte tüm incelikler kullanılır.
Sermaye düzenindeki kurumları demokratik yapılarmış gibi gösteren tüm incelikleri bir kenara bırakan dinci-faşist iktidar, tüm burjuva hukukunu ve düzenin işleyişini kabaca çiğnerken, dolandırıcılara, tecavüzcülere, katillere, hırsızlara, çetelere sahip çıkmayı ihmal etmiyor. İşçiler ve emekçiler var olan hoşnutsuzluklarını dile getirdiklerinde yargı sopasını enselerinde hissediyorlar. Hakları ve talepleri için sokağa çıkan herkese “terörist” yaftası yapıştırılıyor. Kadına yönelik şiddeti ve çocuk istismarını artıracak uygulamalar bir bir hayata geçiriliyor. Fakat diğer yandan yurt dışında yakalanan dolandırıcılar, faşist çeteler, azılı katiller Türkiye’de yargılanmak, daha doğrusu AKP yargısı sayesinde cezasızlıktan yararlanmak için canhıraş şekilde Türkiye’ye iade edilmek istiyorlar.
Çiftlik Bank’ın “Tosuncuk” diye anılan dolandırıcı sahibi, yurt dışında teslim olurken kendini “Türk yargısına emanet etti.” Keza kara para aklayan ve yurt dışında tutuklanan dolandırıcı Sezgin Baran Korkmaz da “Beni Türk yargıçlarına emanet edin” ifadesini kullandı. Türk yargısına methiyeler dizen bu iki dolandırıcının “vatanseverlikle” uzak yakın bir ilişkileri olmadığını bilmeyen kalmamıştır herhalde. Sıkıştıklarında “vatanseverlik” postuna bürünmeye çalışan bu dolandırıcıların asıl derdi Türkiye’ye iade edilip, az bir cezayla kurtulmaktır. Ne de olsa Sezgin Baran Korkmaz gibi dolandırıcılara yol veren, onları el üstünde tutan bizzat AKP iktidarıdır.
Hırsızlık, dolandırıcılık, rüşvet ve yolsuzlukla, mala çökmeyle, doğayı yağmalamakla kısa yoldan para kazanmayı kendine iş edinen AKP iktidarı, kendisi gibi hırsız, dolandırıcı, katil vs. olan herkesi koruyup kollamaktadır. Devletin yargı vb. gibi tüm kurumlarını kendine bağlayan faşist iktidar, düzen saflarından aksi bir ses çıkmasının da önüne geçmiştir. Örneğin dinci-faşist saflarda yer alan Sedat Peker’in ifşaatlarına rağmen ülkede böyle bir şey yokmuş gibi davranılmasının nedenlerinden biri de neredeyse tüm yargı mensuplarının Erdoğan’a biat etmeyi her şeyden üstün tutmalarıdır.
Devletin tüm kurumlarını hırsları için seferber eden, baştan aşağı pisliğe bulaşmış, işçi ve emekçileri adeta nefes alamaz hale getiren, baskı ve zorbalıkla ayakta kalmaya çalışan dinci-faşist iktidardan kurtulmanın tek yolu, işçi sınıfı başta olmak üzere tüm toplumsal mücadele dinamiklerinin örgütlü mücadeleyi yükseltmesinden geçmektedir.
N. Kaya