Ekonomik, sosyal, siyasal alanlarda yaşadığı krizlerle her geçen gün daha büyük açmazlara sürüklenen sermaye iktidarı freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı yuvarlanıyor. Gerici-faşist AKP-MHP ittifakı ise milyonların sömürüsü pahasına ayakta duran sermaye düzenini korumak için her yolu deniyor. İşçi sınıfı ve emekçilere kölelik ve sefalet dayatan rejim toplumsal meşruiyetini yitirdikçe saldırganlaşıyor. Günden güne servet/sefalet kutuplaşmasını derinleştirerek milyonları geleceksizliğe mahkûm ediyor.
Kaba şiddet dışında rejimin kullanabildiği diğer araçlar ise yalan ve demagojiden ibarettir. Hem beslediği medyayı hem trolleri kullanarak derin yıkım ve baskılar anlamına gelen icraatları allayıp pullamaya, ‘müjde’ diye yutturmaya çalışıyor. Herkesin bildiği gerçekleri, tersyüz ederek anlatması, rejimin pervasızca halkı aptal yerine koymaya çalıştığını gösteriyor. 'Müjde' diye sunduğu şeylerden daha çok sefalet ve kölelikten başka bir şey çıkmıyor.
İzlediği politikalarla toplumsal yaşamın temellerini dinamitleyen rejim, orta çağ kalıntısı ideolojisiyle toplumu kuşatmak için yeni hamleler yapıyor. Farklı seslere saldırıyor; söz, basın ve örgütlenme özgürlüğünü hedef alan yeni yasal düzenlemeler hazırlıyor. Irkçı-mezhepçi zehri yayarak emekçileri bölme çabalarını sürdürürken, ilerici ve devrimci güçlere saldırarak sınıf hareketini kontrol altına alınmaya çalışıyor. Çünkü sermayenin saldırılarına karşı örgütlenen Sinbo, Pressan, SML Etiket, Yemek Sepeti, Migros, Trend Yol, Adkotürk, Pas Sout, Rifis Makine, Ekmekçioğulları, Tüpraş, Farplas, Asen, Acarsoy, Smart Solar gibi mevzi direnişlerin yaygınlaşması ve devrimci bir sınıf hareketinin gelişmesinden korkuyorlar.
AKP-MHP iktidarının düzen içi çatlak seslere dahi tahammülü yok. Zira en ufak bir çıkışın yaratacağı meşruiyetin toplumsal mücadeleyi güçlendirmesinden ve sınıf hareketinin önünü açmasından korkuyorlar. Gezi Davası sanıklarına verilen onlarca yıllık cezalar, gazetecilere yönelik artan gözaltı ve tutuklama terörü, sosyal medyaya yönelik artan baskı ve yasaklamalar korkunun vardığı boyutu gösteriyor. Yakın geçmişin deneyimleri, rejimin olağan koşullarda kazanma şansları olmayan seçimler yaklaşırken, gericilik karabasanıyla toplumun üzerine çökmek isteyebileceğini gösteriyor. O kadar sıkışmışlar ki, kirli ve barbarca saldırıların, provokasyonların düğmesine bile basabilirler.
***
İşçi sınıfını milliyet ve mezhep temelinde parçalayan, halklara düşman her türden gericiliğin yayılması için adeta bir seferberlik yürütülüyor. Toplumsal yaşam, düzen partilerinin sermaye iktidarının çıkarlarına hizmet eden her türden gerici politikalarla zehirleniyor. Sınıf bilincinden yoksun, örgütsüz olduğu için savunmasız da olan işçi ve emekçi kitleler, yazık ki sermaye düzenin çıkarlarına uygun politikalar etrafında kutuplaştırılabiliyor. Seçimlere hazırlanan düzen siyasetinin temsilcileri bir taraftan iktidarın dümenine geçmek ve pastadan daha çok pay almak için kıyasıya çekişiyorlar. Ama öte yandan sağından, dincisinden, soluna kadar düzeninin bekası için kol kola veriyor, farklı argümanlarla şovenizm ve gericilik zehrini akıtıyorlar. İşçi ve emekçilerin bilincini bulandıran, örgütlenmesini baltalayan, emek sömürüsünü derinleştiren politikalar söz konusu olduğunda aynı paydada buluşuyorlar.
Düzen partileri Türk ve Yunan sermaye devletlerinin Ege Denizi’ndeki adalar üzerinden yıllardır sürdürdüğü silahlanma yarışında, Kürt ve Alevi düşmanlığında, sınır ötesi operasyon ve mülteciler söz konusu olduğunda benzer söylemlerle işçi sınıfını kutuplaştırıyorlar. Milyonların içine sürüklendiği sefaletin, açlığın ve işsizliğin sorumlusunun kapitalistler ve onların sömürü düzeni olduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyorlar. İşte tam bu noktada göçmen ve Kürt düşmanlığında birleşen ırkçılık, sermaye düzeni tarafından bir silah olarak kullanılıyor. Her gün göçmenlere ya da Kürt halkına yönelik şovenist saldırı haberleri geliyor, HDP ve Kürt halkına yönelik operasyonların ardı arkası kesilmiyor. Sınıf hareketinin mevzi direnişlerle güçlenme eğiliminde olduğu bir süreçte, şovenist histeriye karşı mücadelenin önemi de artıyor. Sınıf devrimcileri başta olmak üzere ilerici öncü güçlerin buna uygun bir hazırlık yapmaları yakıcı bir ihtiyaçtır.
***
ABD ile suç ortaklarının Ortadoğu'da kışkırttıkları savaşlar ölüm, yıkım ve göç dalgaları yaratıyor. Türk sermaye devleti ve onun başındaki saray rejimi de savaş suçlarına ortak olmuş, böylece Türkiye'nin bir göçmenler merkezi haline getirilmesinde rol oynamıştır. En çok göçmenin geldiği Suriye’ye karşı kışkırtılan savaşın ise baş kışkırtıcısı AKP ile suç ortaklarıdır.
İçeride yıkım ve sefalet, dışarıda savaş ve saldırganlık politikası izleyen gerici-faşist iktidar Suriye, Irak, Libya, Afrika ülkeleri ve en son Ukrayna'daki emperyalist hegemonya savaşından pay kapma hesabıyla hareket ediyor. Bu politikaların sonucu başta Suriye olmak üzere Afganistan, Pakistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Afrika ülkelerinden yoğun bir göçmen akışı yaşandı. Bu kitlelere ucuz iş gücü ve zengin kesimlerine ise emlak müşterisi olarak bakan sermaye iktidarı, ağır yıkımın faturasını da yıllardır işçi ve emekçilere ödetiyor.
***
Burjuva cumhuriyetin tarihi kriz dönemleri düğmesine basılan ırkçı, şoven saldırganlığın örnekleriyle doludur. Her kriz döneminde büyük kentlerde yaşayan yoksul emekçilerin, kırsal alanlarda yaşayan kitlelerin yaşam koşullarının ağırlaşmasına karşı biriken öfkeyi kontrol altına almak için ‘milli refleksler’ adı altında ‘dış tehditlere’ karşı seferberlik çağrısı yapan zihniyet yine işbaşındadır. “Dış tehdit” zırvaları eşliğinde bu toprakların ayrımcılığa uğrayan inkar edilerek kimliği yok sayılan kesimleri ve muhalefetin ilerici-devrimci güçleri gerici-faşist saldırganlığın hedefi yapılmak istenmektedir.
Bugün geniş kitleler krizin ağır faturasını işsizlik, düşük ücret, ağır çalışma koşulları, sefalet ile öderken kangrenleşen ekonomik-sosyal sorunlarla da boğuşuyor. Bu durum toplumsal muhalefetin dinamiklerinde öfkeyi mayalamakta ve her geçen gün daha da büyütmektedir. Bu atmosferde Türkiye'ye gelen göçmenlere karşı oluşturulan düşmanlık histerisi, büyüyen öfkenin sınıf hareketine değil burjuva düzen kanallarına akıtılmak isteniyor. Yağma ve talana çanak tutan tüm düzen güçleri Araplara, Afganlara, Kürt halkına, siyahilere karşı oluşan düşmanlığın sorumlularıdır.
Ekonomik krizin ağır yükü altında gelecek kaygısı taşıyan, yaşam standartları kötüleşen ve işçileşen beyaz yakalılar, küçük mülk sahipleri ve esas olarak açlık sınırı altında yaşayan işçi sınıfı ve emekçiler şovenist histeriden etkilenmektir. CHP, İYİ Parti ve Zafer Partisi’nin başını çektiği, reformist solun ulusalcı kanadının da parçası olduğu düzen muhalefetinin göçmen karşıtı politikası “AKP karşıtlığı” adı altında sınıf mücadelesine zarar veren bir tehlike haline gelmiştir. Yer yer en ufak bir kıvılcım sorunlar altında bunalmış ve devrimci politikalarla buluşmamış kitleleri gerici bir cereyanın parçası haline getirebilmektedir.
Son dönemde ırkçı histerinin başını Zafer Partisi ve onun şefi çekiyor. Sözde AKP karşıtlığı adı altında Arap halkına düşmanlıkla dolu ırkçı-şoven komplo teorileri eşliğinde 'Sessiz İstila' isimli video yayınlayan bu ırkçı-faşist parti, toplumun bazı kesimlerini etkiliyor. Göçmenlerle ilgisi olmayan bir saldırı dahi hızla göçmenlere mal edilmekte ve linç girişimleri yaşanmaktadır. Öte yandan toplumsal kutuplaşma bu sayede daha da derinleşerek gerici-faşist AKP-MHP ittifakının ekmeğine yağ sürülmektedir. Emekçileri sersemletmek için kullanılan şoven ırkçılığın misyonu, her zaman olduğu gibi bugün de bir avuç sömürücü kapitaliste hizmet etmektir.
Kapitalistlerin siyasi alandaki temsilcilerinin yaydığı bu zehrin tek panzehri var; o da işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadelesinin yükseltilmesidir. Bu mücadeleye katılmayıp şoven histeriye kapılan emekçilerin yozlaşıp çürümesi kaçınılmazdır. Etnik, dinsel, mezhepsel türden yapay ayrımları bir kenara atmak, sınıf kardeşliği temelinde örgütlenmek, yoksulluk ve sefalet dayatanlardan hesap sormak her onurlu emekçinin önceliği olmalıdır. Bu örgütlü mücadele geliştirilmeden işçi ve emekçiler ne insanca çalışma koşullarına kavuşabilir ne onurlu bir yaşam kurup çocuklarına yaşanacak bir dünya bırakabilirler.