AKP’nin 17 yıllık iktidar dönemi, çevresinde topladığı kan emici yandaşlarının nasıl palazlandırdığının kanıtıdır. Sözde dinci gerici bu yandaş kesim palazlanıp zenginleştikçe, lüks ve şatafatta sınır tanımayan pratikleri ile burjuva yoz yaşama ne kadar düşkün olduklarını göstermişlerdir. AKP 17 yıldır emekçilere, işçilere kemer sıkmayı, azla yetinip şükretmeyi telkin etti ama kendi palazlandıkça lüks ve şatafatta sınırları aştı.
Buna paralel olarak emekçilere fakirliğin kutsallığını dini referanslarla anlatmayı, yoksulluğu kutsamayı hiç ihmal etmediler. Yoksul emekçilere, bu dünyada çektikleri yoksulluğa karşı öbür dünyada zenginlik sunulacağını vaat ettiler. Yoksulluk emekçiler için bu dünyada verilmesi gereken kutsal bir sınav olarak lanse ediliyor. Gerçi bu dünyada sınananlar hep işçi ve emekçiler oluyor ama bu ayrı bir konu herhalde.
Dinci gericilikle, şükretmeyle, kaderle toplumu uyutan AKP’nin lüks ve şatafat tablosuna beraber bakalım. Ülkenin dört bir yanında, gericiliğin şefine (Cumhurbaşkanlığına) ait yazlık, kışlık saraylar var. Beştepe’deki sarayın sadece günlük harcaması 1,8 milyon lira. Sarayın toplam 13 uçağı var. Sözde 400 milyon değerindekini Katarlılar hediye etti. Emine Erdoğan’ın 35-50 bin dolarlık lüks çantaları var. Alışveriş için Belçika’da dükkân kapatmışlığı bile var. Ne de olsa o AKP şefinin eşi; lüks ve şatafat onun da hakkı. Hem İngiltere Kraliçesi’nden ne eksik yanı var. Baktın mı lüks ve şatafat anlaşılmalı. Göğsüne taktığı 15 bin dolarlık su sineği broşu bile var.
Din istismarcısı gericiler, düzenledikleri törenlerde ejder suyu, starex meyvesi eşliğinde alovera içmeyi, zencefilli somunlu suşi yemeyi de biliyorlar. Ama sözde nefislerini sınadıkları Ramazan ayında 135 bin lira bütçeli iftarlar da yapıyorlar. AKP Beykoz Gençlik Kolları toplantılarını yatta yapıyorlar. Ferrari, Lamborgini ve ciplere binmek onların da hakkı. Onlar zengin, buna layıklar. Emekçiler de fakirlikleri ile sınanmaya devam etsinler, ölünce zengin günler onları bekliyor.
Yine kayyumların atandıkları/gasp ettikleri belediyelerde yaptıkları lüks harcamalar devasa boyutta. Diyarbakır Belediyesi’ni gasp eden kayyum 2 milyon 127 bin 725 liraya altından lüks bir makam odası yaptırdı. Birbirlerine gönderdikleri hediyelerin toplam maliyeti bu dünyada sınanan yüzlerce emekçinin bir aylık masrafına eşit. Emekçilere camilerden şükretmeyi vaaz edenlerin başı olan Diyanet İşleri Başkanı özel kurşungeçirmez lüks araçla herhâlde, kendi lüks nefsini sınıyor. Demek ki Diyanet Başkanı olunca insan nefsi de lüks oluyor.
Bu arada en son açıklanan en çok vergi veren 100 kişiden 57 tanesi ismini gizleme gereğini duyuyor. Hemen yanlış anlamayın, ne kadar palazlandıklarının, AKP’nin kimleri palazlandırdığının ortaya çıkmasından korkmuyorlar. Tüm dertleri aslında dini gerekçeleri yerine getirmek. Ne de olsa dine göre zengin olan zenginliğini ifşa etmez, bu ayıptır. Tabi ki yersen! AKP’ye yakın bir zat, çocuğu için yaptırdığı mevlitte binlerce lira harcadı. Küçücük çocuğun parmağına tek taş yüzük takmayı da ihmal etmedi. Görgüsüzlükte sınır yok yani. Zengin çocuğun parmağında tek taş yüzük, yoksul çocukların ayağında giyecek ayakkabısı yok ama yoksullar şükretsin, ölünce zengin olacaklar.
Tabii dinci gericiliğin lükse ve şatafata bu düşkünlüğünün bu topraklarda tarihsel bir arka planı ve geçmişi var. Gericiliğin temsilcileri gerek Osmanlı’nın son ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul merkezli lüks burjuva yaşamın merkezindedirler. Gerici takımı kokteylli gecelerin müdavimi olur. Osmanlı’nın son yıllarında Türkiye topraklarında boy veren batı temelli gelişimin karşısına dikilen sakallı, sarıklı gericiler, ağalıkları pekiştikçe, pazardan paylarını fazlası ile alıp cüzdanları şişik, kendilerini burjuva kültürün alışkanlıkları içinde bulurlar. Anadolu ağaları İstanbul’da yaşamaya başlar, sakallar kesilir. Artık dinci gericiler kokteylli partilerde, kutlamalardadırlar.
Anadolu toprak ağası olan Adnan Menderes’in babası o dönem gericiliğin temsilcilerindendir. O da İstanbul’da yaşamayı tercih edenlerdendir. Genel olarak da toprak ağaları İstanbul’daki burjuva yaşamın kâr arttıran enerjisine kapılarak burada yaşarlar. Gericilik için İstanbul düne kadar burjuva çürümüşlüğünün ve kokuşmuşluğunun (onlara öre gâvurluğun) merkezi, şimdi ise yaşam cazibesi olan bir şehirdir. Dinci gericiliğin temsilcileri olan bu ağalar, toprakta çalışan işçiye ve topraksız köylüye dini öğütler verirken, kendi yaşamlarında tam tersi bir tutum içindeler. Aslında bugünün gericiliğinin temsilcileri ile dünün gericiliğin arasında fark yok, hepsinin durumu ne oldum deliliği.
Peki, emekçilerin ve toplumun bu gerçekleri görmesinin önündeki engel ne? Bu haksızlıklara ne vasıtası ile tahammül ediyorlar? Cevap çok basit. Toplumu uyutmanın en kolay yolu olan din afyonu ile. Zenginlik ve bolluk içinde yaşayanlar dini bir örtü olarak kullandılar, yoksulluğu kutsadılar ve gerçekleri böyle saklamaya başladılar. Emek ile sermaye arasındaki büyüyen uçurumu, dinsel gericiliğin sağladığı kolaylıklarla gizlediler. Burjuvalar ve onların temsilcileri, dinsel gericiliği örgütlü bir biçimde etkin olarak kullandılar.
Halihazırda yoksulluk ve sefalet koşullarında yaşayan toplumun bir bölümü bu yaşamı, dinsel gericiliğin etkisi ile reva görüyor. Bu şarlatan tayfasının lüks ve şatafat dolu yaşamlarını sorun olarak görmüyor. AKP şefi Erdoğan’ın bindiği 400 milyonluk uçağı, “Koca cumhurbaşkanı, tabii ki binecek” diye onaylıyor. Nedeni ise toplumun nefis terbiyesi adı altında yoksulluğu kutsayan, sabır etmeyi öğütleyen dinsel gericiliğin etkisi altında olması. Emekçiler bu yoksul yaşamı kendilerine layık gördükçe, haksızlığa ses çıkartmadıkça din bezirganları daha da pişkinleşiyor. AKP’li Manisa milletvekili, gülerek, “Bizim dönemizde yoksulluk kalmadı” diyebiliyor. Yine AKP’li bir vekil her gün zamla katlanan faturaları reddediyor, zam yapmadık diyor. Bu rahatlığı nereden alıyor gerçekten? Bunlar toplumun bir kesimi tarafından sorgulanmıyor, sorgulayan yalan olduğunu bilen de tepki ortaya koymuyor.
Dünya üzerinde kullanılabilen ne kadar zenginlik varsa onu işçiler-emekçiler üretir. Ama yaratılmış zenginlikten en küçük payı alanlar onlardır aynı zamanda. Gericiliğin çok yönlü ideolojik ve kültürel saldırısı altında olan toplum da maruz kaldığı yoksulluğu büyük oranda kendine reva görüyor. Gericiliğin etkisinde olanlar bunu ahiret için bir sınav olarak düşünüyor. Zenginin zengin olması onun için sınav, bolluk içinde olan sınav. Şunu unutmamak gerekir bir avuç asalak olan bu zenginler tüm zenginliklerini, ahiret sınavı ile uyuttukları işçi ve emekçilerin sırtından kazanıyorlar.
Ne yaparlarsa yapsınlar, dinsel gericiliğin arkasına yaslanıp sınıfsal çelişkileri gizlemeye çalışsalar da gerçeklerin üstünü sonsuza kadar örtemezler. Bunu dinsel gericiliğin etkisi altında yıllarca yoksullukla boğuşan dünya haklarının mücadele tarihi kanıtlamıştır. Bugün bile Ortadoğu’da dinsel gericiliğin etkisinin olduğu toplumlar/halklar yoksulluğa, rüşvete ve yolsuzluğa karşı ayaklanıyor, mücadele ediyorlar. Er ya da geç bu topraklarda da gericiliğe karşı aydınlık galip gelecektir. İşçi sınıfı tarihsel rolünü oynamak için tarih sahnesinde yerini aldığında din bezirgânları kaçacak delik arayacaklardır.
Ali Haydar Karaçam
Tekirdağ 1 No’lu F Tipi C-90 Koğuş