Suriye’nin ardından emperyalist devletler adına adeta vekâlet savaşının sürdürüldüğü Libya’da savaşan taraflar ateşkes imzaladı.
Libya’da kim kimi destekliyor? Dinci-gerici AKP iktidarı varılan ateşkesten neden rahatsız? Bu sorulara verilecek cevapların anlaşılabilmesi için, Libya’nın dünü ve bugününe bakmak gerekiyor.
Libya, stratejik konumunun yanı sıra enerji kaynaklarıyla da emperyalistlerin dikkatini üzerine çeken bir ülke. Kuzey Afrika’nın merkezinde yer alan Libya’nın adını bölgenin yerli halkı olan ve bugün “Berberi” olarak tanınan Lebu sözcüğünden aldığı varsayılıyor.
Akdeniz’e kıyısının bulunması, bölgedeki geçişlerin güzergahı olması nedeniyle Romalılar, Bizans ve Osmanlılar tarafından sömürgeleştirilen Libya, 1911’den sonra da İtalya tarafından işgal edildi.
Libya’nın yerli halkı Berberi’ler, 1801-1815’lerde Osmanlı sömürgeciliğine karşı başkaldırdılar. Bu başkaldırı tarihte Büyük Berberi Savaşları olarak anılır. 1911’de ise İtalyan sömürgeciliğine karşı isyan bayrağını açtılar. Bu başkaldırının öncülerinden Ömer Muhtar, sömürgeci yönetim tarafından 1931’de idam edildi.
Libya halkı uzun mücadeleler sonunda bağımsızlığına kavuştu ve 1951 yılında Birleşmiş Milletler tarafından resmen tanındı. 1969 yılında “Hür Subaylar Hareketi” darbesi ile yönetime el koyan Albay Muammer Kaddafi, 2011 yılına kadar Libya’nın başında kaldı.
2011’de ABD ve NATO’nun dolaysız müdahalesi ile Kaddafi ve yönetimi devrildi. Sonrasında başlayan yıkım, iç savaş ve vekâlet savaşı olarak sürüyor.
Tobruk’u mesken tutan General Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu ile Trablus merkezli Fayiz es-Serrac’a bağlı Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) güçleri büyük oranda Libya’yı kontrol etseler de, Misrata merkezli güçler, Tunus sınırına yakın Zintan merkezli güçler gibi, irili ufaklı bir dizi güç odağı bulunuyor.
23 Ekim 2020’de Cenevre’de Hafter ve Serrac güçleri arasında BM nezdinde varılan ateşkes anlaşması pratikte nasıl hayat bulacak, bu iki güç dışındakiler ne yapacaklar ve en önemlisi Türkiye dahil uluslararası güçler nasıl bir tutum alacaklar? Bu konularda henüz bir şey söylemek mümkün değil.
Bir kamu görevlisi olmanın ötesinde bir nüfuzu olmayan Fayiz es-Serrac, Trablus’ta Ulusal Mutabakat Hükümetine başkanlık ediyor. Bölge halkı Fayiz es-Serrac’a, uluslararası güçler tarafından görevlendirilmiş biri olarak bakıyor.
BM’nin “meşru hükümet” olarak tanıdığı es-Serrac, Türkiye’nin yanı sıra Katar, ABD, İngiltere ve İtalya gibi ülkeler tarafından destekleniyor.
General Halife Hafter ise eski bir Libya ordu komutanı. 1969 yılında “Hür Subaylar Hareketi” içinde Kaddafi ile birlikte hareket etmiş. Çad’da Libya güçlerinin yenilmesi sonrası tutuklanan Hafter, tutukluluğunun ardından ABD’ye gitmiş ve yaklaşık 20 yıl burada yaşamış. ABD ve NATO’nun 2011 yılında Kaddafi’yi devirmek için müdahalesi sırasında Libya’ya “hizmet için” geri dönmüş. Hafter’i Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya destekliyor.
Suriye’de aynı safta yer alan güçler Libya’da farklı safta yer alabiliyorlar. Suriye’de Rusya ile aynı safta görünen Türkiye, Libya’da karşı karşıya. Yine Suriye’de ABD ile aynı safta olan Fransa, Libya’da farklı bir politika izliyor, vb…
Libya, Akdeniz kıyısında yer alması, zengin ve kaliteli petrol rezervlerinin sahip olması, Kuzey Afrika ülkeleri arasında Avrupa’ya en yakın ülke olması, aynı zamanda göçmenlerin Avrupa’ya geçiş güzergahında yer alması nedeniyle, emperyalist odakların müdahalesine, talan kavgasına sahne oluyor.
Altı milyon nüfusu olan Libya’da iç savaşın başlangıcı olan 2011 yılından bu yana 500 bin kişi mülteci konumuna düştü. Ülkenin başlıca gelir kaynağı petrol üretimi 1,8 milyon varilden 350-400 bin varile kadar düştü.
Açlık, yokluk, yoksulluk had safhada. Ülke nüfusunun yarısından fazlası sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor.
Emperyalistlerin müdahalesi ve iç savaş sürecinde yüzlerce silahlı grup ortaya çıktı. On binlerce insan yaşamını yitirdi. Çatışmalardan kaçarak Avrupa’ya gitmek isteyen binlerce kişi Akdeniz’de boğuldu.
ABD ve NATO’nun Libya’ya müdahalesi, ülke kaynaklarının talan edilmesi, yoksulluk, açlık, yıkım, göç, ölüm oldu ve olmaya devam ediyor. Emperyalist güçlerin ve uluslararası petrol tekellerinin çıkarları için Libya talan ediliyor. Sürmekte olan dalaş tümüyle zengin petrol ve doğalgaz yataklarının nasıl paylaşılacağı üzerine.
Türkiye Libya masasına oturtulmadı
Kendisini Osmanlı’nın mirasçısı, Libya’yı da “ecdadının ezeli toprağı” olarak gören saray rejimi, “askeri ve sivil danışmanlar”, SİHA ve İHA’ları, yanı sıra subayları, SADAT’ı, MİT’i ile, Suriye’den devşirdiği ve maaşa bağladığı binlerce cihatçı katille “masada elinin güçlü olması için” Libya’da sahada bulunuyor. Ancak sahada olmasının elinin güçlü olmasına yetmediği görüldü, oluşturulan masada ona yer verilmedi.
“600 yıllık filmin 90 yıllık reklam arası bitti, geliyoruz” diyerek orta çağ zihniyetine dönüş için kılıç sallayan saray rejimi, Libya’da umduğunu bulamadı, masada yer almayı başaramadı. Bu nedenle Cenevre’de Hafter ile Serrac güçleri arasında BM nezdinde varılan ateşkes anlaşmasından memnun değil.
Konuyla ilgili açıklama yapan Erdoğan, “yapılan ateşkes anlaşması en üst düzeyde bir ateşkes değil, daha alt düzeyde. Bunun kalıcılığı ne kadar olur bunu zaman gösterecek", "güvenilirliği bana göre çok da olabilecek gibi değil" sözleriyle, ateşkesten duyduğu memnuniyetsizliği açıkça dile getirdi.
Dinci-faşist iktidarın keyfini kaçıran ateşkes antlaşmasının en önemli maddeleri şunlar:
- Tüm paralı askerler ve yabancı savaşçılar üç ay içinde Libya topraklarını terk edecekler.
- Libya içindeki eğitimle ilgili tüm askeri anlaşmalar yeni hükümet kuruluncaya kadar askıya alınacak ve eğitim ekipleri ülkeyi terk edecek.
- Cephe hatlarındaki tüm askeri birlikler ve silahlı gruplar kamplarına dönecek.
- Ateşkes BM tarafından belirlenmiş “terörist gruplar” için geçerli olmayacak.
Erdoğan’ın tepkisi, Türkiye’nin bölgeye taşıdığı güçlerini çekme niyetinde olmadığını ve “ateşkes”in bozulması için elinden geleni yapacağını gösteriyor.
İçerde ve dışarda büyük bir sıkışmışlığı yaşayan dinci-faşist iktidar savaş kışkırtıcı politikalarla yol almaya çalışıyor. Ekonominin dümenine oturtulan damat Albayrak her ne kadar pembe tablolar çizse de, ülkede işsizlik, yokluk, yoksulluk, açlık ve sefalet almış başını gidiyor. Derinleşen ekonomik krizin yanı sıra savaşın ve “yeni Osmanlıcığın” fetihçi ruhunun faturası ise işçi ve emekçilere çıkarılıyor.
Sarayın günlük harcamaları 10 milyonu geçmişken, ekmeği askıya çıkarıyor, işçi ve emekçilere, “müminin görevi yoklukta sabretmektir, gerçek mümin acıyı bal eyleyendir” diye buyuruyorlar. Kendileri saraylarda sefa sürerken, emekçilere koyu bir sefaleti dayatıyorlar.
Dinci faşist iktidar Suriye’de olduğu gibi Libya’da da hezimete doğru yol alıyor. Bugün kurulmuş bulunan masada yer alamaması bunun ifadesidir. Buna rağmen savaş kışkırtıcı politikalardan geri durmayacağını ilan etmektedir. Bu da emekçilerin sırtına yüklenen faturaların daha da büyümesi demektir.
İşçi ve emekçiler için kendilerine dayatılan yıkım faturalarını reddetmek ve daha iyi bir gelecek için mücadele etmek dışında bir çıkış yolu yoktur. Fetihçilik ve şovenizm üzerinden siyaset yapan bu gerici asalaklara dur denilmeli, hesap sorulmalıdır.