Emperyalist güçler arasındaki hegemonya çatışmaları ile gerici bölge ülkeleri arasındaki hesaplaşmalar, kelimenin gerçek anlamıyla Ortadoğuyu bir ateş topunu dönüştürmüş bulunuyor. Siyonist rejimin Filistin’deki vahşi katliamları aylardır aralıksız devam ediyor. Molla rejimi ile Türk sermaye devletinin Kürdistan için planlandıkları saldırıların da alt yapısının oluşturulduğuna dair veriler artıyor.
İran ile Irak arasında yapılan güvenlik anlaşmalarının ardından özellikle de Güney Kürdistan coğrafyası, İranlı Kürt örgütlere dönük operasyon ve imhanın bir cephesi haline getirildi. Sömürgeci İran rejimi Süleymaniye merkezli KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) denetimindeki bölgeyi “arka bahçesi” haline getirmiş olmanın sağladığı imkanlarla geniş bir hareket kabiliyetine sahip. Etki alanını KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) bölgesine de yaymaya ve bölgenin tamamında egemen güç olmanın alt yapısını oluşturmaya çalışıyor. Irak’taki politik dengeler üzerinden yarattığı üstünlük ve askeri açıdan oluşturduğu milis gücüyle Kürtleri adeta kuşatmış bulunuyor.
Benzer bir kuşatmayı, dümeninde AKP-MHP dinci-faşist koalisyonunun oturduğu gerici Türk sermaye devleti bir başka boyutta oluşturmaya çalışıyor. ABD emperyalizminin yerle bir ederek parçaladığı Irak’ın İran ve Türkiye başta olmak üzere gerici bölge devletlerinin operasyonlarına açık hale getirilmesi ve KYB ile KDP arasındaki çıkar çatışmaları Kürtlere dönük kuşatma planlarının uygulanmasını kolaylaştırıyor.
Güney Kürdistan’da KDP’nin Türk sermaye devleti ile olan kirli ilişkileri ve yıllara dayanan işbirliği gelinen aşamada farklı boyutlar kazanmıştır. KDP’nin işbirliği ile bölgede 50 adet askeri üs, istihbarat büroları ve bütün operasyonal kuvvetleriyle hareket etme imkanlarına kavuşan “Tayyipgiller Cumhuriyeti” artık bununla da yetinmiyor daha fazlasını talep ediyor. Ortadoğu’nun kaotik dengeleri fırsat tanıdıkça Güneyin tamamında -ki Rojava’nın durumu da çok farklı değil- askeri açıdan üstünlüğü ve operasyonel varlığını pekiştirmek için seferberlik başlattı. Son dönemlerde AKP-MHP rejimi ile Irak merkezi hükümeti arasında yapılan üst düzey görüşmeler ve günübirlik Erbil ziyaretleri Türk devletinin bölgeye dönük kirli planlarını hayata geçirmek için harcadığı çabaları artırdığına işaret ediyor.
Merkezi hükümetle imzalamış olduğu Şengal anlaşması üzerinden PKK’nın bölgede etkisizleştirilmesi de Süleymaniye’ye dönük tehditler de bu planın pratik ayaklarını oluşturmaktadır. Lakin sözkonusu Kürtler ve onların hakları olunca genetik kodlar aslına rücu ediyor ve akla operasyon, imha ve “bataklık kurutmak”tan başka bir şey gelmiyor. Hazır uluslararası dengelerin yarattığı kimi imkanlar kullanışlı hale gelmişken bunu bir fırsata çevirmek ve Güney Kürdistan’ı teslim almak Türk devlet aklının gereği olsa gerek. İşbirlikçilik sicili kabarık olan KDP’nin Türk devleti ile kurduğu çetrefilli ilişkiler de böyle bir operasyonun denenmesini kolaylaştırıyor. Buna benzer bir durum KYB ile İran ilişkilerinde de görülüyor. Bu gelişmeler ile Türkiye’deki yerel seçimler öncesinde Kürt hareketinin arayışları ve dinci-faşist iktidarın “çözüm” söylemlerini yeniden dillendirmesi birbiriyle bağlantılı görünüyor.
***
ABD emperyalizmi ile ortaklarının Siyonist rejimin 7 Ekim’den beri Filistin’de işlediği soykırım suçuna her türlü desteği sunuyor olmaları, bölgenin toplamında güç kaybettiklerini ve bu sürecin devam edeceğini somutlaştırmış bulunuyor. Biden yönetiminin Irak ve Suriye’deki askeri varlığını azaltmaya çalıştığı ve kimi subayları üslerden çektiğine dair haberler ajanslara düşmeye başladı bile. Bağdat hükümeti, IŞİD’in yenilgiye uğratıldığını, dolayısıyla ABD’nin bütün askeri varlığını Irak’tan çekmesi gerektiğini uzun süreden beri yüksek sesle dillendiriyor. Kuşkusuz bu talep öncelikli olarak İran ve onunla aynı dalga boyunda olan Irak’taki siyasal eğilimler ve onları besleyen toplumsal kesimlerden geliyor. Bu güçlerin politik arenadaki görünürlüğü ve etkisinin yarattığı güçler dengesi, işgalci ABD güçlerinin çekilmesi talebinin dile getirilmesine imkan sağlıyor.
Erbil ve Rojava’daki ABD üslerine dönük saldırılar, verilen askeri kayıplar, İran’la yaşanacak olası bir kapışmanın bütün bölgeye yayılma riski gibi faktörler, Biden yönetimini bölgede yeni yeni arayışlara itmiştir. ABD’nin Erbil ve Rojava’daki varlığı ve ilişkilenme biçimi devasa bir Kürt sorunu olan Türkiye gibi sadık bir ortakla aralarını fazlasıyla germektedir. Stratejik açıdan ABD için vazgeçilmesi en kolay “müttefik” olarak Kürtlerin, kimi önceliklerini koruma karşılığında Türk sömürgeciliğinin insafına terk edilme olasılığı giderek artıyor. İran’ı özellikle de Irak ve Suriye’de dengelemenin ve bölgede daha fazla maliyete katlanmadan çıkarlarını korumanın biricik yolu da bu olsa gerek. Nihayetinde Trans-Atlantik emperyalistlerinin sadık bir jandarması olarak Türk sermaye gericiliği kimi çatlaklara rağmen halen ABD-NATO için en güvenilir ortak durumundadır. Yüzyılı geride bırakan burjuva Cumhuriyetin 1945 sonrası tarihi bu sadakatin örnekleriyle doludur.
İsrail’in güvenliği için Irak ve Suriye başta olmak üzere bütün bir Ortadoğu coğrafyasında “İran’ı dizginleme politikası” çerçevesinde Türkiye’ye yeni roller biçildiği giderek netlik kazanıyor. ABD emperyalizmi ile müttefikleri için şüphesiz birincil öncelik Siyonist rejimin güvenliğidir. Bu güvenliğin asgari açıdan sağlanmasından sonra bölgenin denetimini kaybetmemek adına Türkiye, Katar, Mısır ve Suudilere Filistin sorunu üzerinden rol biçilmesi verili koşullarda bir ara çözüm olarak saptanmış görünüyor. ABD’nin bölgedeki küçük ortakları ile oluşturduğu bu konsepte karşı koyabilmek için, İran da kendi müttefikleriyle hazırlık yapmaktadır.
Her ne kadar bölgesel iki büyük güç olarak Türkiye ile İran, aralarındaki bölgesel rekabeti Kürtler sözkonusu olunca anında birleşik bir konsepte dönüştürseler de gelinen yerde bu dengeyi tutturabilmenin zorlukları ve kendine has yeni parametreleri oluşmuş görünüyor. Her iki sömürgeci gücün Kürt coğrafyasında çatışan çıkarları giderek belirginleşiyor. Tayyipgillerin Yeni-Osmanlıcı hayalleri ile Mollaların Büyük Pers İmparatorluğu’nun yelkenine rüzgar dolduran girişimlerinin yarattığı çelişkiler, Kürdistan’ın bir hesaplaşma alanına dönüştürülmesi olasılığını arttırıyor.
Mini Ortadoğu olarak tanımlayabileceğimiz Kerkük’teki yerel seçimler ve yarattığı sonuçlara her iki ülkenin yaptığı müdahaleler taraflar arasındaki rekabeti anlamak açısından yeterli ip uçları veriyor. Türkiye Milli Savunma Bakanı’nın Erbil’de, İsrail’le işbirliği yaptığı için İran’ın roketleriyle imha edilen bir Kürt sermayedar hakkındaki açıklamaları ve İran’ı kınaması ve KYB yönetimindeki Süleymaniye’yi tehdit etmesi manidar olduğu kadar taraflar arasındaki çatışmayı anlamak bakımından da veriler sunuyor.
***
Tarihsel olarak İran ve Osmanlı sınırları 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla belirlenmiş ve bu sınırları değiştirebilecek herhangi önemli bir hadise yaşanmadığı içindir ki mevcut statüko cumhuriyet dönemine de devri miras olarak kalmıştır. Bu tarihsel arka plan üzerinden iki ülkenin ilişkilerine bakıldığında, karşı karşıya gelmeleri kolay görünmüyor, ancak bugün iktidarı tutan akımların akli melekelerinin ne kadar yerinde olduğu da tartışmalıdır.
Günümüz dünyasının içinde bulunduğu iktisadi ve siyasal kriz, tek kutuplu dünyanın sona ermesi ve yeni denge arayışları kimi bölgesel güçlere yeni oyun alanları ve olanaklar yaratmış bulunuyor. Özellikle emperyalist güçler arasında derinleşen çelişkilerin savaşa evrildiği koşullarda bu olanakları fırsata dönüştüren İran ve Türkiye gibi ülkelerin Kürdistan’a dönük planları başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarına yeni bir cehennemi yaşatma potansiyeli taşımaktadır.
Emperyalist güçler arasındaki rekabet ile gerici bölge ülkeleri arasındaki çıkar çatışmalarının seyri Kürdistan ve Kürt halkı için hayati önem taşıyan gelişmeleridir. Ancak bütün bir tarihsel deneyim göstermiştir ki, son tahlilde son sözü yine Kürt halkının direnişi ve buna öncülük eden güçlerin alacağı tutum söyleyecektir.
Aynı yanlışları “biricik doğrularmış” gibi tekrar eden Kürt hareketinin öncüleri tarihi tekerrür ettirmede oldukça mahirdirler. Kürt halkının verili güçler dengesi üzerinden sadece kendi gücüne dayanarak bir çözüm oluşturma şansı ne yazık ki bulunmuyor. Dört tarafı gerici rejimlerce kuşatılmış olan Kürt halkının kazanımlarını kalıcılaştırmasının ve kurtuluşunun yolu bölge ülkelerinin ilerici güçleriyle omuz omuza yürüteceği birleşik mücadeleden geçmektedir. Aksi yöndeki arayışların tamamı dünden bugüne mazlum Kürt halkına sömürgeci güçlerin katliamından başka bir şey getirmemiş ve getirmeyecektir.