On yıllardan beri Kürt hareketinin önderliği altında mücadele eden Kürt halkı bu süreçte büyük acılar çekmiş, ağır bedeller ödemiş ancak kararlı bir direniş de sergilemiştir. Kırılamayan iradesiyle halen soluklu bir mücadele yürütüyor. Eşitlik ve özgürlük uğruna yürütülen bu mücadele sonucu bölgesel düzeyde kazanımlara ulaştı. Bölgede artan ağırlığı ve mevcut kazanımları, bölgesel boyutları olan Kürt sorununun, çözümünü dayatan uluslararası bir sorun haline gelmesini sağlamıştır. Dolaysıyla toplumun temel sınıfları ile onların politik temsilcileri, bölgesel ve uluslararası güçler Kürt sorununda çıkarlarına göre politika izlemekte ve bu çizgiye uygun “siyasal çözüm” önermekteler. Kürt sorunu siyasal bir sorun olduğuna göre elbette çözümü de siyasal olacaktır. “Askeri çözüm” söylemi ise yanıltıcıdır. Zira savaş da siyasetin başka araçlarla devamıdır.
Türk sermaye devleti de geçmişte büyük beklenti ve umutlar yaratan sözde “çözüm” adımları atmıştı. Bir ara “Alevi açılımı,” “Roman açılımı,” “Gayrimüslim açılımı” gibi sahte girişimlerde de bulunmuştu. “Açılımlar ülkesi” Türkiye güya demokrasiye yürüyordu. Bunların içinde temel olan ise kuşkusuz ki Kürt sorunudur. Sermaye devleti, TÜSİAD şahsında kapitalistler, Sivil Toplum Örgütleri, yasal ve illegal kanatlarıyla Kürt hareketi ve emperyalist odaklar bu soruna “siyasi çözüm” istiyorlardı. “Kanın dökülmeyeceği, anaların ağlamayacağı demokratik Türkiye” hayali pazarlanıyordu. Oysa sermaye iktidarı açısında söz konusu olanın ezme ve tasfiye etme politikası olduğu kısa sürede görüldü. Nitekim Tayyip Erdoğan’ın 2015’te masayı tekmelemesinden bu yana Kürt halkı ve hareketine kaşı adeta bir imha savaşı sürdürülüyor ve daha kapsamlı saldırıların hazırlığı yapılıyor.
Bu gerçeğe rağmen şimdi birtakım spekülasyonlara ve çeşitli çevre, parti ve kurum temsilcilerinin açıklamalarına dayalı olarak yeniden bir “siyasi çözüm” sürecinin başlayacağı varsayılıyor. Özellikle seçim arifelerinde gündeme getirilen bu konu, 31 Mart yerel seçiminden önce de konuşulmaya başladı. Kimileri sürecin seçimden sonra başlatılacağı iddiasını ortaya atıp temelsiz beklentiler yaratmaya çalıştı.
Kürt sorununun diyalog yoluyla çözülmesine dayanan ve barış çağrısı olarak dile getirilen “siyasal çözüm”, savaşta ısrarın çözümsüzlük olduğunu ve ülkenin bu yükten kurtulması gerektiğini savunanların süregelen bir istemidir. “Siyasal çözüm”, Kürt hareketinin de temel politik platformudur. Bu, Kürtlerin siyasal ve kültürel haklarının anayasal güvenceye kavuşturulmasını içermekte ve amaçlamaktadır. Dolaysıyla Kürt hareketi de Kürt sorununa “siyasal çözüm” istemektedir. “Savaşın çözüm olmadığını, barışçıl ve adil bir siyasal çözüm aranması gerektiğini” savunan Kürt hareketi, bugün de sorunu “diyalog yoluyla çözmek” için devleti masaya davet ediyor.
Dolaysıyla farklı parti ve çevrelerce, onların temsilcilerince dile getirilen kimi açıklama ve çağrılar, yeni bir çözüm sürecinin başlayacağını değil ama başlaması gerektiğini anlatmaktadır. Sıklaşan Ortadoğu ve ABD ziyaretleri, (Erdoğan’da Biden’ın davetlisi olarak ABD’ye gidecek) nelerin alınıp nelerin verileceğine ilişkin pazarlıklar ve bunların olası sonuçları bir yana bırakılırsa, bugünkü tabloda sermaye iktidarının gündeminde “çözüm/açılım” değil ama kapsamlı bir saldırı hazırlığı var. PKK cephesinden yapılan açıklamalar da Kürt halkını yeni bir topyekûn savaş konusunda uyarma yönündedir. AKP iktidarının tüm açıklama ve hazırlıkları da savaşı tırmandıracaklarına işaret ediyor. Hal böyleyken “siyasal çözüm” söylemiyle yaratılan temelsiz beklentinin gerisinde ardarda yapılan spekülasyonlar var.
***
8 yıldır aktif siyasette yer almayan Leyla Zana’nın Gazete Duvar’da Vecdi Erbay’a verdiği röportaj ve Diyarbakır Newroz’unda yaptığı açıklamalar, DEM Parti Mardin Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ahmet Türk’ün açıklamaları, AKP şeflerinden Efkan Ala’nın Diyarbakır’daki konuşması, İHD’nin (İnsan Hakları Derneği) Diyarbakır’da “Kürt meselesinin çözümü ve Barış konferansı” etkinliğine Demirtaş ile Mızraklı’nın gönderdikleri mesajlar, AKP’li Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun açıklamaları…
Tüm bunlar “yeni bir çözüm süreci mi başlıyor” tartışmalarını tetikledi. Seçimlerden sonra bu yönlü adımların atılacağı spekülasyonları yapılıyor. Oysa DEM partinin ve onun kimi vekillerinin yeni bir çözüm süreci başlatma çağrıları, bir temenni ve talebi dile getiriyor. Bunda bir yenilik bulunmadığı gibi, bundan “çözüm süreci başlıyor” sonucu çıkarmak da mümkün görünmüyor. Nitekim PKK yöneticilerinin yaptığı açıklamalar da iktidar tarafından savrulan tehditler ve yapılan hazırlıklar da gündemde topyekün bir saldırı olduğuna işaret etmektedir. Durum bu iken konuya dair spekülasyonlar sürdürülmekte, “seçim sonrası bazı gelişmeler olacak” algısı yaratılmaktadır. Bu algının yaratılmasına çanak tutan AKP’nin hesabı ise Kürtlerden oy devşirebilmektir.
Kürt halkını ve hareketini zor bir dönem bekliyor
Dümeninde AKP-MHP koalisyonunun bulunduğu Türk sermaye devleti, sahte “çözüm süreci” sona erdikten sonra azgın bir şovenizm ve kudurgan bir saldırganlık eşliğinde Kürt halkına ve hareketine karşı sürdürdüğü kirli ve kanlı imha savaşını akıl almaz boyutlara vardırdı. Fakat gerillanın büyük bir savaş kapasitesi, yeteneği, kararlılığı ve dayanma gücü ile Kürt halkının kırılamayan direnişi karşısında sömürgeci politika iflas etti. Newroz kutlamalarındaki yaygınlık, büyük kitlesellik ve coşku ise dinci-faşist iktidara sert bir şamar indirirken, Kürt halkına ve hareketine ise büyük bir moral kaynağı oldu.
Yıllardır sürdürülen sistemli “çökertme” saldırılarına rağmen, Kürt halkı adeta yeni bir ruhla ayağa kalktı. Böylece sermaye iktidarının histerik çökertme politikasının iflas ettiği bir kez daha görüldü. Fakat buna rağmen Kürt halkının tümüyle meşru olan ve güçlenen ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesi daha büyük bedeller ödemekle yüz yüze kalacak gibi görünüyor. Kürdistan’ın tüm parçalarında elde edilen ulusal demokratik kazanımlar ise halen güvence altına alınabilmiş değil.
“Bütün kazanımlarına ve çoğalan avantajlarına rağmen bölgenin toplamında Kürt sorununun akıbeti henüz belirsizliğini korumaktadır. Bunun gerisinde bölgenin yeni altüst oluşlara gebe olması gerçeği ile birlikte bölge gericiliğinin halihazırdaki gücü vardır. Belirsizliklerle dolu bu istikrarsızlık ortamında Kürt halkı kendi gücüne dayandığı ve bölge halklarıyla devrimci kader birliği çizgisinden kopmadığı ölçüde süreçten en iyi kazanımlarla çıkmayı başarabilecektir. Emperyalizmin bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirme çabalarından yarar umduğu ve daha da kötüsü buna alet olduğu ölçüde ise bölge halklarıyla birlikte bunun acısını çekmek akıbetiyle yüz yüze kalacaktır.” (TKİP IV. Kongresi Bildirisi, Ekim 2012)
2012 yılına ait olan bu değerlendirme ve uyarı tüm güncelliğini koruyor ve Kürt halkının mücadelesi ve kazanımları tehdit altında bulunmaya devam ediyor. Zira dinci-faşist AKP-MHP iktidarının Suriye ve Irak’ta sınır boyunca 30-40 km derinliğinde “güvenli” ya da “tampon” bölge oluşturma çabası, bir yanda Kürt halkına ve hareketine karşı yeni bir saldırıyı ve kazanımları tasfiye etmeyi, öte taraftan da Irak ve Suriye’deki işgalci konumunu korumayı ve genişletmeyi amaçlıyor.
Emperyalizmin ve siyonizmin taşeronu olarak izlediği Suriye politikası iflasla sonuçlanmış bulunan AKP-MHP iktidarı, içerde olduğu gibi, Ortadoğu politikasının merkezine de Kürt halkını ve kazanımlarını koymuş bulunuyor. Kürtlerin bölgesel düzeydeki kazanımlarını tasfiye etmek için tüm imkanlarını seferber ediyor. Önceleri Rojava’yı hedef alan bu politika, birkaç yıldan beri Güney Kürdistan ve Irak’a da genişletilmiş durumda. ABD, Güney Kürdistan ve Irak trafiğindeki yoğunluk bununla bağlantılıdır.
Geçtiğimiz günlerde Irak’la varılan ve Bağdat’ın PKK’yi “yasaklı örgüt” ilan ettiği anlaşma, yeni saldırı için zemin düzleme yönünde atılan bir adım oldu. Yine de bu anlaşma ile her şeyin bittiği, Irak’ın Türk devletiyle aynı pozisyonu alacağının kesinleştiği söylenemez. Kapsamlı saldırıyı başlatabilmek için ise ABD’nin onayı da gerekiyor. Suriye ve Irak’ta 30-40 km derinlikte bir tampon bölge oluşturma hedefi, Suriye’ye askerî harekâtı başlatma tehditleri, özellikle ve öncelikle Rojava’daki Kürt hareketinin hedef alınmak istendiğine işaret ediyor. Öte taraftan da ABD emperyalizminden medet uman, kendi aşiretsel çıkarlarını esas alan ve Türk devletine angaje olmuş görünen KDP’nin işbirlikçi çizgisi, sömürgeci Türk devletine ayrıca olanaklar sunmaktadır. “Kürt toplumu” ve “Kürtler”, çıkarları birbirine zıt olan uzlaşmaz sınıflardan oluştuğuna göre, KDP’nin tutumunda da şaşıracak birşey görünmüyor.
Kürt sorununda gerçek “siyasal çözüm” açılımını çeşitli ulus ve milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı başarabilir. Fakat yazık ki bugünkü durumda işçi sınıfının geriliği ve burjuva bilincin etkisi altında olması, onu Kürt sorunu ve Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesi karşısında kayıtsız ve edilgen, dahası ırkçı-şoven histerinin de etkisiyle “gerici” bir konumda tutmaktadır. Buna son vermek, bu konumu değiştirmek ve devrimci bir sınıf hareketi geliştirmek, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük davası için de yaşamsal önemdedir. Çünkü Kürt halkının kazanımlarını korunmanın ve mücadelesinin gelecekteki seyrinin ne olacağı, Türkiye işçi sınıfının Kürt sorununda alacağı net bir devrimci tutuma da bağlı olacaktır. Eğer Türkiye işçi sınıfı devrimcileşmez, devrimci bir sınıf hareketi güçlenemez ve Kürt halkına gerekli desteği sunamazsa, Kürt halkı ve hareketinin mücadelesi daha büyük açmazlarla yüz yüze kalacaktır.
Dolaysıyla Kürt halkına karşı yerine getirilmesi gereken asıl görev, devrimci bir işçi sınıfı hareketi yaratmak, sınıfı Kürt sorunu konusunda taraf haline getirmektir. Mücadele Türk, Kürt ve farklı ulus ve milliyetlerden işçi sınıfının devrimci önderliği altında sömürgeci Türk sermaye iktidarını, onun içteki feodal-burjuva dayanaklarını olduğu kadar, her türlü gericiliğin, baskının ve sömürünün temel kaynağı olan emperyalizmi hedeflediği durumda, Kürt sorununun gerçek “siyasal çözüm” yolu da açılmış olacaktır.