NATO’nun İngiltere’de yapılan iki günlük 70. yıl zirvesi, başlamadan önce olduğu gibi, zirve süresince ve zirve sonrasında da fikir ayrılıklarını ifade eden tartışmalara, karşılıklı suçlamalara ve “edepsiz”, “ikiyüzlü” ve “çenesi düştü” gibi emperyalist şeflere özgü bayağılıklara sahne oldu. Kraliçe Elizabeth’in davetiyle Buckingham Sarayı’nda düzenlenen resepsiyonda kimi Avrupalı liderlerin Trump’ı çekiştiren ve alaya alan video görüntüleri ise işin “eğlenceli” bölümünü oluşturdu. Böylece The Times gazetesinden aktırılan ifadeyle “Transatlantik maskaralığı”, yayınlanan ortak bir deklarasyonla kapandı.
Zirveden önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekatı” ve ABD’nin “müttefiklerden habersiz Suriye’den çekilmesi” vesilesiyle NATO’nun “beyin ölümünün gerçekleştiğini” ilan etmişti. Erdoğan ise Macron’a “Sen kendi beyin ölümünü bir kontrol ettir” diye çıkışarak, “dostu” Trump’ın yüreğine su serpmişti. Fakat zirve sürecinde Erdoğan, NATO’nun Baltık ülkeleri ve Polonya’nın Rusya’ya karşı savunmasını öngören planı onaylamayı YPG’nin “terör örgütü” olarak görülmesi şartına bağlayarak, “dostuna” ve NATO’culara şantaj yaptı. Trump ise, Macron’un açıklamalarını “edepsiz” ve “çok aşağılayıcı” olarak niteledi. Nereden ve niçin icap ettiyse, “NATO hakkında konuşarak Sarı Yeleklilerin bir yılı aşan eylemlerini pas geçemezsin” diye çıkıştı ve “Kendisine (Macron’a) bakıyorum da, herkesten daha çok korunmaya ihtiyacı olduğunu görüyorum.” gibi kibirli ve aşağılayıcı ifadeler kullandı.
Türkiye’nin şantajı üzerine Macron, “NATO’da terörizm tanımı ile ilgili aynı fikirleri paylaşmıyoruz. Türkiye’nin IŞİD savaşçılarıyla ilgili belirsizliğini çözmeliyiz” açıklamasında bulundu. Bu açıklama zirve öncesinde ABD Savunma Bakanı Mark Esper’den destek gördü. Esper, “Herkes tehditleri Türkiye’nin gördüğü şekilde görmüyor.” açıklamasıyla, Türkiye’nin YPG’yi “terör örgütü” olarak kabul ettirme çabalarına ABD ve NATO üyelerinin destek vermeyeceğini söyledi.
Macron aynı zamanda, “IŞİD’e karşı bizimle birlikte omuz omuza savaşanlarla savaşıyorlar” diyerek, Türkiye’nin IŞİD ile işbirliği yaptığı imasında bulunmuştu. Yanı sıra NATO’nun 5. maddesini de tartışmaya açmıştı. Macron, NATO’nun “beyin ölümü”nü ilan ettiği mülakatında, “Beşinci maddenin işleyeceği konusunda şüphe mi duyuyorsunuz” gibi bir soruya, “Bilmiyorum ama yarın beşinci madde ne anlama gelecektir ki? Eğer Beşar Esad rejimi Türkiye’ye misilleme yapmaya karar verirse, bu maddedeki taahhüdü uygulayacak mıyız? Bu hayati bir soru.” diye yanıtlayarak, tartışma ve gerilimlere yeni bir boyut kazandırmış oldu.
Önemli fikir ayrılıklarına, sert tartışmalara, karşılıklı suçlama ve hakaretlere rağmen birbirilerine “bağlılık yemini” edilerek ve “Bölünmez güvenliğimizin maliyet ve sorumluluklarını üstlenme konusunda hepimiz kararlıyız.” denilerek 70.yıl perdesi kapanmış oldu.
Zirve’de yansıyan hegemonya krizi
ABD ile Avrupalı müttefikleri arasında ticari ve askeri alanları kapsayan hegemonya kavgası, NATO zirvesinde bir kez daha dışa yansıdı.
Dünya liderliği tartışma konusu olan ABD’nin, NATO’nun bütün üye ülkelerini kendi bayrağı altında toplama ve kendi çıkarları ekseninde seferber etme koşul ve imkanları giderek zayıflamaktadır. Fakat bu elbette ki NATO’nun “beyin ölümünün” gerçekleştiği anlamına gelmemektedir. Ama ABD’nin çözülen hegemonyasının yanı sıra onun karşısına AB, Çin ve Rusya gibi küresel güç odaklarının çıkması ve her birinin pazar ve dünya egemenlik kavgasında başa güreşmesi vb. olgular, ABD’nin patronluğunu yaptığı NATO’nun beyin sarsıntısı geçirmesine neden olmuş gibi görünüyor.
ABD’nin izlediği politikalar Avrupa’nın ekonomik ve askeri çıkarlarıyla uyuşmamakta ve bu iki emperyalist güç odağının öncelikleri giderek farklılaşmaktadır. Bu, NATO’ya elbette ki emperyalistler arası hegemonya krizi olarak yansımaktadır.
Çin’i ulusal güvenliği için bir tehdit olarak gören ve onunla savaşın kaçınılmaz olduğunu dile getiren NATO patronu ABD, birliğin Avrupalı müttefiklerini Çin’e tavır almaya zorluyor. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, “Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerin ‘oluşturdukları tehditleri’ tespit etmenin Batı’daki ‘özgür ulusların’ sorumluluğu” olduğunu diplomatik bir tehdit edasıyla dile getiriyor. NATO Genel Sekreteri ise “Daha önce hiç olmadığı kadar son ve en ileri teknolojiler, NATO ittifakı dışındaki ülkelerden, özellikle de Çin’den” demekte ve NATO ortaklarının “Çin tehdidine” tepkisiz kaldıklarından yakınmaktadır.
Ekonomik, teknolojik ve giderek de askeri bir güç düzeyine yükselen Çin’e karşı NATO üyesi olan bir dizi AB ülkesi ABD’den farklı bir politika izlemektedir. Söz konusu ülkeler Çin’in yükselişinden rahatsızlık duysalar da onu karşılarına almamakta ve onunla ekonomik ve teknolojik ilişkiler geliştirmektedirler. ABD’nin Çin’i düşman görme politikasına da destek sunmamaktadırlar. Avrupa ülkelerinden, Huawei’ye yaptırım uygulayıp satın almamalarını ve 5G’yi piyasalarına sokmamalarını isteyen ABD, NATO’nun birçok ülkesine bu isteğini kabul ettirememektedir vb.
Benzeri bir tablo, Rusya ile ilişkiler için de geçerlidir. NATO’nun soğuk savaş döneminden sonra Doğu Avrupa’ya açılarak 13 yeni üyesi ile nüfuzunu genişleterek Rusya’yı kuşatma, Ukrayna ve Gürcistan üzerinde ise bu politikasını tırmandırma girişimi, AB’nin eksenini oluşturan Almanya ve Fransa’dan beklenen desteği görmüyor. Rusya ile ilişkilerin “yeniden ve derinden düşünülmesi” gerektiğini söyleyen Macron, “Rusya ile ... ilişkilerimize açıklık getiremezsek Avrupa kıtası hiçbir zaman istikrarlı olmayacak, biz hiçbir zaman güvende olmayacağız” diyerek, ABD’nin Rusya politikasına itiraz ediyor. Almanya’nın Rusya ile arasındaki “Kuzey Akım 2” gaz boru hattı projesinden vazgeçme isteği karşılık bulmuyor. ABD’nin nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi ve İran’a yönelik saldırganlığı tırmandırıp ambargoyu ağırlaştırması, NATO’nun kimi Avrupalı üyeleri tarafından eleştirilere ve gerilimlere konu olabiliyor. Liste böyle uzayıp gidiyor. Özetle denilebilir ki “Amerika ve Avrupa kendi yollarında gitmeye devam ediyorlar.”
NATO’nun silahlanma çılgınlığı
NATO’ya üye ülkelerin dünyadaki askeri harcamaların yüzde 70’ini gerçekleştirdiği ileri sürülüyor. NATO’nun merkez bütçesinin yüzde 22’sini ise ABD karşılıyor. Trump’ın bütçe konusunda özellikle Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerini sıkça eleştirdiği biliniyor. Bu suç ve katliam örgütünün silahlanma çılgınlığı, NATO’nun 1 milyar kişinin ve onların topraklarının güvenliğini sağlamak gibi “yüce” amaçlarla gerekçelendiriliyor.
Göreve geldiğinden bu yana NATO’nun askeri harcamalarını 130 milyar dolar artırmakla övünen Trump, üye ülkelere gayrisafi milli hasılalarının %2’sini askeri harcamalara ayrıma zorunluluğu dayatıyor. Uzayın da silah cephaneliğine çevrileceği düşünüldüğünde silahlanma çılgınlığı daha da büyüyecektir. Nitekim “Harekatlarımızın başarısı için uzay vazgeçilmezdir” diyen NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in duyurduğuna göre, Londra Zirvesi kara, deniz, hava ve siber alanların yanı sıra “uzayı beşinci harekat alanı olarak tanıyacak” ve silahlandırmayı azdıracaktır.
Uzaydaki egemenliğinin tehdit altında olmaması gerektiğini söyleyen Trump ise, “ABD’nin savaşın bir sonraki muharebe alanı olan uzaydaki hayati çıkarlarını savunmak” hedefiyle bir ABD Uzay Gücü’nün oluşturulacağını duyurdu. Tüm bunlar, uzayın savaş cephaneliğine dönüştürüleceğinin itiraflarıdır. Çin ve Rusya’nın bunu yanıtlayacak güce sahip olduklarını ileri sürmeleri ise, nükleer bir dehşetin somut tehdit haline geldiğini göstermektedir.
Bu arada silahlanmaya ayrılan her kuruşun, emekçi kitlelerin temel hakları olan sağlık, eğitim ve sosyal alanlardan kesileceğini, NATO’nun silahlanmasına her ülkenin yüzde 2 bütçe ayırma şartının ise, sınıf ve emekçilere fatura edileceğini ayrıca belirtelim.
***
NATO zirvesinde Türk devletinin hezimeti
Kurulduğundan itibaren bir savaş ve iç savaş örgütü olarak mazlum halklara kan kusturan NATO, sadece devrimci ve komünist akımlara karşı değil, aynı zamanda işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin eşitlik ve özgürlük mücadelesine ve daha genel planda ise insanlığın tüm ilerici birikimine karşı, karşı-devrimci bir merkez ve emperyalist bir terör karargahı olarak çalıştı.
Karşı karşıya bulunduğu sorunlardan, NATO’yu oluşturanların görüş ayrılıklarından ve bunların çok boyutlu yansımalarından hareketle bu kirli ve kanlı örgütün bu yılki zirvesi, “soğuk savaşın” ardından en önemli toplantı olarak görüldü ve “NATO’nun sonu mu?” tartışmalarını tetikledi. Bu tartışmaların gölgesinde yaşanan bir diğer gelişme ise dümeninde AKP-Erdoğan iktidarının bulundu Türk sermaye devletinin yaşadığı hezimet oldu.
Erdoğan iktidarı, NATO’nun 70. yıl zirvesi öncesinde, örgütün Baltık ülkeleri ve Polonya’yı savunma planını kabul etmeyi, daha doğrusu bu plana karşı veto hakkını kullanmamayı, YPG/SDG’nin “terör örgütü” olarak kabul edilmesi şartına bağlayarak, şantajda bulundu. Bu şantaj işe yaramadığı halde Baltık ülkeleri ve Polonya’yı savunma planını kuyruğunu kısarak kabul etti ve bunu da “NATO’ya jest yaptık” sahtekarlığıyla açıkladı. Öte yandan S-400 krizini NATO bünyesinde çözme girişimi de başarısızlığa uğradı. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg “Rusya hava savunma sistemi S-400’ün asla NATO’ya entegre edilmeyeceğini” Erdoğan’a bir kez daha hatırlattı.
Bu iradesizliği ve uşak ruhluluğu örtmeye çalışan iktidar yalakası satılık medya organları, teselliyi NATO zirvesinin sonuç bildirgesindeki, “Terörizm bütün türleri ve tezahürleriyle hepimiz için tehdit olmaya devam ediyor” ifadesinde buldular ve bu ifadeden hareketle “İstediğimizi aldık” gibi rezilce yalanları büyük bir arsızlıkla söyleyebildiler.
Kürt düşmanlığına endekslenmiş dış politikasıyla Rusya ve ABD arasında savrulup duran Türkiye’nin bağımsız bir irade ortaya koyamayacağı ve efendilerini aşan bir tercihte bulunmasının ona bir faturaya dönüşeceği bir kez daha görülmüş oldu.