Depremin ilk anından itibaren kapitalist sistemin ve onu temsil eden Saray rejiminin tüm temel kurumlarıyla nasıl bir çürümüşlük ve kokuşmuşluk içinde olduğunu izliyoruz. İnsana, insan yaşamına yabancılaşmanın vardığı boyutu, kâr ve rant hırsının tüm insani değerlerin yerine tahvil edildiğini görüyoruz. Bir avuç para babasını temsil eden saltanat, geri kalan milyonlarca insanın emeği, kanı ve canı pahasına ayakta kalmaya, ömrünü uzatmaya çalışıyor. Oysa bu azınlık hem on binlerce insanımıza mezar olan deprem yıkımının sorumluları hem sonrasında yaşanan kitlesel insan kırımına yol açan icraatların failleridir.
İnsan ölümlerini “zayiat” veya "sayısal veri”, çürük bina gerçeğini “işlerin açılması” ve “yeni ihale süreçleri”, enkaza dönmüş şehirleri “sanayide üretim kaybı”, mecbur göç etmek zorunda kalan insanları “işgücü piyasası”, deprem yardımlarını “ticaretin genişlemesi” olarak görüyorlar. Toplumun geniş kesimleri düzenin yarattığı tabloya baktığında acı, yıkım, büyük insani dramlar görüyor. Oysa saraylarda sefahat süren bu düzenin sahipleri ve yöneticileri ekonomik ve siyasal rant devşirmenin hesaplarını çoktan yapmaya başladı. Evet, ilk günden itibaren attıkları her adımda sırıtan, asgari insani değer taşıyan herkesin midesini bulandıran bir içerik kazanan AKP-MHP zihniyetinin icraatları, bir toplumun geleceğini yağmalama hırsının nasıl da sınır tanımaz noktada olduğunu gösteriyor. Gerçekler karşısında parmak sallamak, tehdit etmek, rezilliğe ses çıkartanlara polis orduları ile saldırmak ve daha nicesi...
Ayakta kalmak istiyorlar, çarklar dönsün, kâr oranları yükselsin, yeni ihale kapıları açılsın, ölen ölsün ama kimse sesini çıkartmasın. Sussun ve kabul etsin. Asalak takımının asalak medyasının yarattığı hayal dünyasında uyuşmuş beyinler, eğer deprem yıkımının altında kalıp can vermemişse, fabrikalara koşup çarkları döndürmeye, para babalarının düzeninin bekası için açlık, sefalet koşullarında çalışmaya ve yaşamaya devam etsinler.
Yıkımı yaşayan şehirlerden uzakta bulunan insanlar, cebindeki üç kuruşu da yardım olarak göndersinler. Toplanan paralar hem propaganda malzemesi olsun hem de yardımı toplayan kurumların başını tutan simsarların kâr kapısına dönsün. Şirketlere vergi affı ve hibeler devam ederken, insan kurtarmak için kılını kıpırdatmayanlar, şimdi enkaz kaldırma ihaleleri için kapışma yarışına girişti. Yüz binlerce ev boş dururken buraya depremzedeleri yerleştirmeyen rejim, halen temel ihtiyaçları karşılamıyor ve insanlar kendi başlarının çaresine bakmaya çalışıyorlar. Hala çadır gönderilmeyen yerler varken, adına Kızılay denen kuruluş, hani 7 gün 24 saat yardım toplayan, kan bağışı kabul eden, kısacası işinin bu olduğu söylenen bu yozlaşmış kurum depremin üçüncü günü AHBAP ve TEP’e çadır ve gıda satsın.
İlk depremin ardından şehirler yıkılmışken, fabrikaya çağrılıp çalışmaya zorlanan işçiler, ikinci depremin yıkımının altında kalsın. Ailesini, yakınlarını, evini kaybetmiş, kafasını sokacak bir muşambayı kendi imkanlarıyla yapmış işçiler, kolonları çatlamış fabrikalara tehditle çalışmaya çağrılsın, gelmedikleri koşulda işten atılmakla tehdit edilsin. Öyle ya ne olursa olsun çarklar dönmeli...
Gönüllü olarak arama kurtarma çalışmalarına giden işçiler işten atılsın, gitmek isteyenler işini kaybetmekle tehdit edilsin, iş makineleri can kurtarmaktansa para kasası çıkartmakla görevlendirilsin. Maraş'ta, Antakya'da, Adıyaman’a yaşanan bu veya benzer olaylar asalak kapitalist sınıfı ve onu temsil eden Saray rejiminin ‘fıtratını’ veciz bir şekilde anlatıyor? Bir tencere fabrikasının işçileri, yıkılmak üzere olan bir binaya depoları boşaltmak için gönderildi, o sırada gerçekleşen depremde bina yıkıldı ölü ve yaralı işçiler var. Ne denilebilir ki?
Ekonomik kriz derinleşiyor, yoksulluk ve sefalet katmerleniyor. Ücretlere yapılacak zamlar işçi ve emekçilerin temel gündemi. Fabrikalarda belli bir huzursuzluk var. Tam Ocak zamlarının açıklanacağı zamana denk gelen deprem yıkıntılarının arasında, sermayedarlar sessiz sedasız ücret zamlarını açıkladılar. Fırsatçılıklarını deprem acısıyla birlikte bir kez daha ortaya koydular. İtiraz edenlere, sefalet ücretini kabul etmeyenlere ise acının istismarıyla yanıt verdiler. Bu ülkede çalıştığı işyerinin çok soğuk olduğunu söyleyen işçilere, “enkaz altında insanlar dondurucu soğukla başetmeye çalışıyor, siz neyi tartışıyorsunuz” diyerek arsızlığını gösterebilen kapitalistler var. Deprem bölgelerinden gelen haberlere göre maaş gaspları, kıdem tazminatlarının üzerine yatılması, kazanılmış hakların ortadan kaldırılması tam bir yarışma zihniyetiyle sürdürülüyor. Hal böyleyken AKP-MHP rejimi, halktan toplanan vergilerden oluşan devletin kaynaklarını insanların yaralarını sarmak için harcamıyor, teşvik adı altında sermayenin kasalarına aktarıyor.
Görüldüğü üzere insan olarak insan, sermayeyi zerre kadar ilgilendirmiyor. Aynı şey sarayda sefahat süren düzenin ağababaları için de geçerlidir. Çünkü kapitalist düzende her şey "serbest piyasa" kurallarına göre işliyor. Bu işleyiş milyonlarca işçi ve emekçinin emeği, hatta yaşamı pahasına gerçekleşiyor ve bu artık kaldırılamaz boyutlara varmıştır. İşçiler, emekçiler silkelenmeli, insan olma onurunun üzerinde tepinenlerin karşısına dikilmeli, kapitalist yağma düzenine ve onu temsil eden Saray rejimine karşı mücadeleyi yükseltmeli; eşit, özgür, sosyalist bir dünya kurmak için birleşmelidir.