Bu topraklarda milyonlarca göçmen yaşamaktadır. Böyle bir durumda işsizliğin artması, barınma sorunun büyümesi ya da yaşamsal uyuşmazlıkların olmaması elbette ki düşünülemez. Ancak bunların sorumlusu göçmenler değildir. Her sorunda olduğu gibi göçmen sorunu da sınıfsal bir temele sahiptir. Burada sorunu katmerleştiren ise AKP iktidarının temsilcisi olduğu sermaye sınıfı adına uyguladığı emperyalist baskı ve sömürü politikalarıdır.
Emperyalist politikaların ve çatışmaların yola açtığı savaşlar nedeniyle binlerce insan yerinden yurdundan ediliyor. Emperyalist ülkeler yerinden yurdundan edilen insanları bir yandan ucuz işgücü olarak kullanırken, öte yandan yerinden yurdundan edilen on milyonlarca insanın Avrupa ülkelerine göç etmesini engellemek için geçiş yollarındaki ülkelerle kirli anlaşmalar yapılıyor.
Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanı olduğu dönemde göçmenler üzerinden yapılan “Kayseri pazarlığı” emperyalistlerin göçmen sorununa bakışının bir özeti idi. Son yansıyan bilgilere göre ise, AB üyesi ülkeler, ortak göç ve iltica kuralları görüşmesi sonucu anlaşmaya vardı. Sığınmacı kabul etmeyen ülke, ev sahipliği yapan ülkeye kişi başına 20 bin Euro ödeyecek.
İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın, göçmenlerin İngiltere’ye ulaşmasını önlemek için geçen yıl “Türk sınır güçlerine” 3 milyon sterlinden fazla fon sağladığı ortaya çıktı. The Guardian gazetesinin bilgi edinme özgürlüğü (FOI) kapsamında elde ettiği belgelere göre, Türkiye’nin sınır gücü operasyonları için sağlanan finansman 3 milyon sterline yükseldi. Bu “para yardımı”ları aynı zamanda göçmenlerin başka ülkelere geçmesini engellemek için kullanılan şiddetin artması anlamına geliyor.
Göçmenler hangi ülkede olursa olsun ucuz işgücü olarak kullanılmaktadır. Göçmenler, pek çok sektörde insani koşullardan uzak ve ağır sömürü koşulları altında çalıştırılıyor. Son olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2022 yılı Faaliyet Raporu yayınladı. Bu rapora göre, 2022-2025 tarihleri arasında İstanbul, Bursa, İzmir, Kocaeli, Konya, Adana, Antep, Urfa'da geçici koruma sağlanan Suriyelilerin iş bulması için 80 milyon Euro bütçeli bir proje yürütülüyor. 2011 yılında Türkiye’de “yabancıların” başvurduğu çalışma izni sayısı 17 bin 466 iken, bu sayı 10 yılda 195 bin 236’lık artışla 212 bin 702’ye çıkmış durumda. Bu rakamlar da gösteriyor ki Suriye'deki iç savaşın başladığı 2011'den bu yana çalışma izni için başvuranların sayısı 12 kat artmış.
İşsizliğin, açlığın ve yoksulluğun artmasının sebebi göçmenler değildir. Ancak sermaye iktidarı bu sorunları kullanarak göçmen düşmanlığını kışkırtmaktadır. Sadece Türkiye’de değil dünya işgücünün %5’inin göçmen işçilerle karşılanıyor. Göçmenleri ucuz emek gücü olarak kullanan sermaye muazzam bir zenginlik elde etmektedir. Bir taraftan kasalarını doldururken öte yandan da göçmen karşıtlığı üzerinden işçileri ve halkları birbirine düşmanlaştırarak yönetmektedir.
Sermaye sınıfı, işçi sınıfının alınteri üzerinden zenginleşirken diline, dinine, ulusuna, cinsiyetine ve yaşına bakmaz. Sermaye için aslolan tek şey emeğin ucuza mal edilmesi ve kasalarının tıka basa dolmasıdır. Sermaye her yolla işçilerin birlik olmaması için “kutsal” kabul edilen her şeyi işçiler ve halklar arasında düşmanlık yaratmak için kullanır. Vatan, millet, din, aile vb. “kutsal” kavramlar üzerinden halklar arasında yaratılan düşmanlık da bunu göstermektedir.