Emperyalist güçlerin müsebbibi olduğu göç ve göçmenlik sorunu ekonomik, toplumsal, ekolojik, siyasal krizlerle birlikte derinleşiyor. Dünya üzerinde emperyalist kapitalizmin yarattığı sosyal-toplumsal yıkım nedeniyle milyonlarca insan yerini yurdunu terk etmek zorunda bırakılıyor. Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) göçmen ölümlerine dair raporunda geçtiğimiz yıl Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki göç yollarında 3 bin 789 kişinin hayatını kaybettiği ve can kayıplarının 2017’den bu yana en yüksek seviyeye ulaştığı belirtildi. Raporda, göç yollarındaki sert güvenlik önlemlerinin can kayıplarını arttırdığı belirtildi. Lübnan'dan Yunanistan ve İtalya'ya giden teknelerde meydana gelen ölümcül kazalarda artış kaydedildiğine dikkat çekilen raporda, denizde hayatını kaybedenlerin yüzde 84'ünün kimliğinin belirlenemediği belirtildi.
Birleşmiş Milleteler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) hazırladığı son rapora göre ise, dünyadaki göçmen sayısı 2020’den bu yana 30 milyon artarak 80 milyona ulaştı. Bunun ikinci emperyalist dünya savaşından bu yana gerçekleşen en yüksek artış olduğu kaydedilen raporda, 2022 yılında göç edenlerin sayısının bir önceki yıla göre 19,1 milyon artışla 108,4 milyona ulaştığı belirtiliyor.
Bunda her ne kadar dünya nüfusundaki artışın etkisi olsa da yaşanan dramatik artış, emperyalist/kapitalist sistemin yarattığı sorunlardan kaynaklanıyor. Zengin yeraltı ve yerüstü kaynakları için emperyalistler tarafından kışkırtılan Sudan’daki iç çatışma, Rusya ve NATO arasındaki hegemonya mücadelesinin çatışma alanı Ukrayna’daki savaş, Afganistan’ın 20 yıllık ABD işgalinden Taliban’a devredilmesi, emperyalist-kapitalist devletlerin Irak, Lübnan, Filistin, Suriye, Libya gibi ülkeleri savaş arenasına çevirmesi… Emperyalist güçlerin işlediği bu ve benzer suçlar göçün temel sebepleridir. Bunlara ek olarak baskıcı/dikta yönetimlerin icraatları, Covid-19 pandemisi, açlık, yoksulluk, aşırı kuraklıklar, orman yangınları, salgın hastalıklar, temiz su kıtlığı gibi etkenler de milyonları göçe sürüklüyor. Ancak bu sorunların derinleşmesi de büyük oranda kapitalist sistemin doğada yarattığı yıkım ve küresel ısında gibi nedenlerden kaynaklanıyor.
Bin bir umutla çıkılan göç yolları ise adeta kapitalist barbarlığın suretini yansıtıyor. Elinde avucunda ne varsa insan kaçakçılarına veren göçmenler hayalleri, aileleri, geçmişleri, gelecek planlarıyla birlikte ölüm gemilerine biniyor. Deniz sularında alabora olmadan kıyıya ulaşanları kötü yaşam koşullarının hâkim olduğu kamplar ya da sınır duvarları karşılıyor. Burada polis ve asker işkencesi ile türlü baskılara maruz kalıyorlar. Sınır bölgelerinde donarak ya da sıcaktan, açlıktan ve susuzluktan, salgın hastalıktan ya da polis işkencesiyle çok sayıda göçmen yaşamını yitiriyor. Bu ölümler kayıtlara dahi geçirilmiyor.
Göç yollarında yaşanan katliamların esas sorumlularından biri kapitalist devletlerin göç ve iltica politikalarıdır. Yoksul ülkelerde yaşanan çatışmaların ve göçlerin başlıca sorumlusu olan kapitalist devletler göçmenlerin yaşamları üzerinden kirli pazarlıklar yürüterek büyüyen göç dalgasını dizginlemeyi amaçlıyor. Kendi yarattıkları yıkımdan kaçan göçmenlere ülkelerinin kapılarını kapatmak için her türlü yola başvuruyorlar; zirveler topluyor, anlaşmalar imzalıyor, Türkiye gibi ülkeleri para karşılığında “mülteci deposu” olarak kullanıyorlar. Özellikle Ege ve Akdeniz’de uygulanan sınır politikaları denizleri binlerce kişiye mezar etti.
Son olarak Avrupa Birliği şefleri “Avrupa Birliği Göç ve İltica Paktı” imzalayarak fiilen uyguladıkları “geri itme” ve “sınır dışı etme” politikasına yasal dayanak hazırladılar. İmzalanan pakta göre AB ülkelerine ulaşan göçmenlerin kitlesel olarak ve hızla geri gönderilmesi kolaylaştırıldı. Kamplarda tutulan göçmenlerden kabul edilmeyenler ya ülkelerine geri gönderilecek ya “kelle başı” 20 bin Euro fiyat biçilerek göçmen kabul eden AB ülkelerine ya da “üçüncü ülkelere” gönderilecek. Bu da bazı ülkelerin mülteci depoları olarak kullanılması anlamına geliyor. Göçmenleri koruduğu iddia edilen ve “geri göndermeme” taahhüdü veren Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ni bile yırtıp atmak anlamına gelen bu pakt yeni katliamların önünü açacaktır.
AB’nin bu yeni politikasından dolayı Akdeniz’de on yıllardan beri görülen en büyük göçmen katliamı gerçekleşti. Yaklaşık 800 kişinin bulunduğu, Libya’dan İtalya’ya giden gemi Yunanistan açıklarında kolluk kuvvetlerinin gözleri önünde battı. Yüzlerce kişi kayıp, sağ kurtulanların verdiği bilgilere göre yol boyunca onları gören gemiler resmi birimlere bildirmiş, saatlerce yardım beklenmiş, uydu fotoğrafları çekilmiş, geminin sürüklenmesi ve batması Yunanistan sahil güvenliği ile AB polisi Frontex tarafından izlenmiş. Suyun yüzeyinde kalanların kurtarılması bile 3 saat sürmüş. Aralarında yüz çocuğun da bulunduğu yüzlerce göçmen hayatını kaybetti. İnsanların ölüme sürüklenişini izleyen kolluk kuvvetleri, 9 insan kaçakçısını gözaltına alarak “görevini” yaptı.
Yüzlerce insanın ölüme sürüklenişi insan kaçakçılarının sırtına yıkılarak sistem aklanamaz. Zira bu katliamın sorumlusu savaş ve çatışmaları çıkaran, körükleyen, silahlanmayı artıran, sınır güvenliği adı altında sınırları ve denizleri göçmen mezarlığına dönüştüren emperyalist-kapitalist devletlerin politikaları ve bir bütün olarak sistemin kendisidir. Kapitalist sistem tarihin çöplüğüne gönderilmedikçe ülkeler, sayılar, tekneler, sınırlar, kıyılar değişse de işçi, emekçi ve yoksul halklara düşen göç ve göçmenlik olgusu yazık ki değişmeyecektir.
K. Düşgör