Türk sermaye devletinin illegal ve legal kanatlarıyla Kürt ulusal hareketine, halkına ve kazanımlarına karşı sonu gelmeyen saldırı dalgası büyüyerek devam etmektedir. “Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinliğinde güvenli bölge oluşturma kararımızın yeni bir safhasına geçiyoruz. Tel Rıfat ve Münbiç’i teröristlerden temizliyoruz. Ardından da aşama aşama diğer bölgelerde aynısını yapacağız” ifadeleri, özellikle Kürt halkının Rojava kazanımını tasfiye etmeyi hedeflediğini gösteriyor. Öyle ki gerici-faşist rejim sınır ötesi operasyonlarda kimyasal silah vahşetine bile başvuruyor. Bu saldırganlığa dair tüyler ürpertici görüntüler Kürt basını tarafında kamuoyuna sunuldu. Bu vahşetin yol açtığ infaal devam ederken, Erdoğan’ın "PKK’lıların çok çocuk sahibi olduğuna" ilişkin aşağılayıcı sözleriyle tırmandırılan şovenizm ve ırkçılık, Diyarbakır ziyareti öncesine denk gelen gelişmeler oldu.
Erdoğan Bartın-Amasra’daki madenci katliamı nedeniyle ertelediği Diyarbakır gezisini 23 Ekim günü gerçekleştirdi. Toplu açılış töreninde konuşan Erdoğan, Amasra’daki maden “kazası” ile ilgili yaptığı ikiyüzlü açıklamaların ardından, devletin örgütlediği bazı ailelerin HDP Diyarbakır İl Binası önünde yaptıkları eyleme ilişkin demogoji yaptı. HDP’yi kastederek “…Ağızlarından ‘demokratik siyaset’ lafını eksik etmeyenlerin, nasıl emperyalistlerin kucağından hiç inmediği” gibi pişkince sözler sarfeden Erdoğan, “Her nutuklarını 'hak, hukuk, özgürlük' lafıyla bitirenlerin, nasıl baskının, zulmün, kan emiciliğin dibine vurdukları” gibi yüzsüz açıklamalarla HDP’ye saldırmak isterken, adeta kendisi ve iktidarının icraatlarını anlatmış oldu. “Sürekli 'Kürt' lafı ederek, Kürtleri sömürenlerin, sizlerin evlatlarının kanı ve canı üzerinden kendilerine ultra lüks hayat kuranların riyakarlıkları” derken de kendi gerçeğinden söz eden Erdoğan, “Edirne Cezaevi’ndeki zatın Kürtlükle alakası var mı? Yok. Bu adam Kürt değil. Ama Kürt kardeşlerimi sömürüyor” gibi rezil ifadelerle Selahattin Demirtaş ve Mithat Sancar’a saldırdı. HDP’nin kurduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nı da hedef aldı.
Kendi besleme tabanı hariç, Diyarbakır halkı nezdinde hiçbir değeri olmayan “Diyarbakır sevdalısı Erdoğan", "Muhafazakar devrimci Erdoğan’’, “Dün Malatya’da 60 bin kişiydik. Bugün Diyarbakır’da 70 bin kişilik açılış töreni yaptık’’ diyerek coşkusuz ve karşılığı olmayan mitingle teselli buldu. “Diyarbekir Kalesi’nden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi’’ şiirinden de bir bölüm okuyan Erdoğan’ın mitingine çevre illerden yüzlerce araçla insanlar taşındı. Günlerdir ne diyeceği merakla beklenen ziyarette “müjde” diye sunulan tek şey; acılarla, zulüm, işkence ve insanlık dışı uygulamalarla anılan Diyarbakır Cezaevi’nin kültür merkezine dönüştürüleceği oldu. Oysa daha önce insan hakları müzesine dönüştüreceklerini yine bizzat Erdoğan söylemişti. Bu konudaki söylemleri alkış almanyınca da “memnun kalmadılar galiba” diye partililere çıkıştı.
Geçen yılın sonunda “Yok Kürt sorununu çözmektir, yok şudur, yok budur. Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik” diyen Erdoğan, doğal olarak Kürt sorunu konusunda hiçbir şey söyleyemedi. Özellikle de sözde çözüm masasını devirdikten sonra izlediği katliam politikalarıyla Kürt halkına vaatlerde bile bulunma yüzü kalmadı. İYİ Parti Genel Başkan Danışmanı Aytun Çıray’ın “Sayın Cumhurbaşkanı’nın Diyarbakır ziyareti Abdullah Öcalan ile görüşüldüğünün delilidir” ifadeleri ise ayrı bir gündem konusu oldu. Çıray, “Bize gelen bilgiler bu yöndedir. Siyasi iktidar sözde bir çözüm projesi ile vatandaşı kandırmak adına ortaya koymaya çalışıyor ama yine duyumlarımızı göre 'Artık beni dinlemiyorlar, siz gidin biraz halkı ikna edin demiş teröristbaşı... Ondan sonra gelin konuşalım' demiş diye önemli duyumlara sahibiz’’ ifadeleriyle iddiasını güçlendirmeye çalıştı.
Diyarbakır gezilerinde Kürt sorununa getirilen tanımlar
Tüm muhalefet parti temsilcileri gibi Erdoğan da Diyarbakır’a her gittiğinde koşulların gerektirdiği çıkarlar üzerinde hareket ederek Kürt sorununa başka bir içerik kazandırmak istiyor. 2005 yılında “Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorudur. Benim de sorunumdur” demişti. 2009’da ise “Kürt açılımı” başlattığını ileri sürmüştü. Haziran 2011’de de “Milli Birlik Projesi”ne çevirdiği Kürt açılımını “Güneydoğu sorunu” olarak tanımlamıştı. Diyarbakır Cezaevi’ne atıfta bulunarak, “Bu kardeşiniz Diyarbakır Cezaevi’nden 5’nci koğuştan yükselen feryadı İstanbul’dan duydu. Ben bu mücadelenin içinden geliyorum. İnkarı da asimilasyonu da bilirim. Artık inkar, asimilasyon politikaları bitti. Diyarbakır Cezaevi’ne giden ama oğluyla kendi dilinde konuşamayan annenin içine akıttığı gözyaşını ben bilirim” ifadeleriyle Kürt emekçileri aldatmayı denedi. “Kürt sorunu yok” sözlerini bir kez daha yineleyen AKP Genel Başkanı, “Kimse Kürtlere devlet aramasın. Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti”dir dedi.
9 Mart 2019’da ziyaret ettiği Diyarbakır’da HDP, CHP ve İYİP'e sert eleştiriler yöneltti, PKK’yi hedef aldı. HDP ve PKK’yi çözüm sürecini bozmakla suçladı. “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” sözlerini tekrar etti. “Evet, çözüm sürecini biz başlattık ama sonlandıran biz olmadık” diyen Erdoğan, özellikle 2016’dan itibaren Kürt halkına kan kusturmak için çırpındı. İçerde HDP’ye, belediyelere, seçilmiş parlamenterlere, Kürt halkının temsilcisi siyasetçilere ve Kürt halkına karşı toplu tutuklamalar başlatan, linçler örgütleyip ve cinayetler işleyen gerici-faşist rejim; sınır ötesinde ise 2016’da "Fırat Kalkanı", 2018'de "Zeytin Dalı operasyonu", 2019’da "Barış Pınarı Harekâtı", 2020’de "Bahar Kalkanı", 2021’de "Gare saldırısı" ve 17 Nisan 2022’de "Pençe-Kilit" adıyla başlattığı operasyonlarla adeta kırım savaşı yürütüyor.
Kürt halkına vaatlerde bile bulunamıyor
Erdoğan ve iktidarı, yıllardan beridir içerde ve dışarda Kürt hareketine, halkına ve kazanımlarına karşı yürüttüğü imha savaşıyla devasa bir oy kaybına uğramış, Kürt halkı nezdinde itibarı sıfırlanmış, kendi seçmeni karşısında bile güven kaybetmiştir. Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretini eriyen oyları durdurma, kendi seçmen kitlesini ise koruma arayışı olarak değerlendirmek mümkün. Seçim sonucu üzerinde Kürt seçmenin belirleyici rol oynayacağı gerçeği, Erdoğan’nın Diyarbakır gezisini ihtiyaç haline getirmiş oldu. HDP tabanını kazanmak gibi bir çabanın hiçbir karşılığı olmadığını bilen Erdoğan, Kürt sorununda "çözüm arayışını" devam ettirebileceği konusunda Kürt halkında beklenti yaratmak istiyor. “Süreci biz bitirmedik, onlar bitirdi” demagojisi bunu anlatıyor. Dolayısıyla Kürt halkında “Yeni bir çözüm süreci başlar mı” beklentisi yaratarak hiç değilse devşirdiği oyları güvencelemek istiyor.
İnkar ve imha politikasını tırmandıran, ırkçılığı ve şovenizmi azdıran, kent ve kasabaları yerle bir edip binlerce insanı hendeklere gömen, Kürt halkına ve temsilcilerine karşı her biçim ve düzeyde bir saldırı ve savaş yürüten Erdoğan ve AKP iktidarı, gelinen yerde Kürt sorununu istismar etmek gücü bile bulamıyor. Seçim vesilesiyle Kürtleri kazanmaktan ziyade, kendi tabanını korumak, Babacan ve Davutoğlu’nun partisine gidecek oyları geri almak, öncelikli hedefi görünüyor. Diyarbakır’da yeni, dahası hiçbir şey söyleyememesi, onun Kürt sorunu konusundaki çıkmazını ve imha siyasetinde ısrar edeceğini göstermektedir.