Avrupa Birliği’ne (AB) üye 27 ülkenin katılımı ile 21-22 Ekim tarihleri arasında AB zirvesi gerçekleşti. Brüksel’deki zirvede, Covid-19 salgını, artan enerji fiyatları, dijital yatırımlar, Belarus’la ilişkiler, Asya Pasifik, AB hukuku gibi konular ele alındı. Ancak zirveye artan enerji fiyatlarının yanı sıra, Polonya ve AB arasında çekişmelere neden olan “AB Hukuku” damgasını vurdu.
AB Hukuku
Ağustos 2015 tarihinden itibaren Polonya’da Devlet Başkanlığı koltuğuna oturan aşırı sağcı faşist Andrzej Duda, “yargı ve basın reformu” adı altında yargıyı ve basını kendi arka bahçesine çevirmeye çalışıyor. Bu nedenle yıllardır AB ile Polonya arasında “sert” tartışmalar yaşanıyor.
Polonya Anayasa Mahkemesi’nin, 7 Ekim 2021’de aldığı bir kararda, Polonya Anayasasının “AB’ye yetki devri yapılmamış alanlarda, AB hukukundan üstün olduğuna” hükmetmesi tartışmalara neden olmuş ve Polonya’ya “sert” eleştiriler yöneltilmişti. Brüksel ile Polonya arasında yaşanan “sert” tartışmalar zirveye de yansıdı. Britanya’nın Brexit’le AB’den ayrılışının ardından, Polonya’nın da “Polexit” ile AB’den ayrılacağı yorumları yapıldı.
Zirvede konuyla ilgili bir konuşma yapan Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki’nin, “Hükümetimiz hiçbir şantaja boyun eğmeyecektir” çıkışı, Macaristan’ın tam desteğini alsa da diğer AB üyesi ülkelerin tepkisini çekti. Gelişmeler üzerine, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “Yargı ve basın reformlarından geri adım atılıncaya kadar Polonya için öngörülen 36 milyar euroluk korona fonu yardımının ödenmeyeceği” açıklaması yaptı.
Enerji fiyatlarındaki artış
Dünyada enerji fiyatlarında “öngörülemeyen” bir yükseliş yaşanıyor. Enerji fiyatlarındaki artış, AB’yi stratejik sorun ve zorluklarla karşı karşıya bırakıyor. Bazı AB devletleri ortak bir çözüm isterken, diğerleri Paris İklim Anlaşması’nı sorguluyor ve nükleer enerjinin devreye sokulmasını istiyor.
Elektrik, gaz, motorin ve benzin fiyatlarının hızla artması, AB’nin devlet ve hükümet başkanlarını kara kara düşündürüyor. Zirvede artan enerji fiyatlarının “nedenleri ve ne içinleri” üzerinde duruldu ve “Bu sorunla nasıl başa çıkılacak” tartışmaları da yapıldı. AB Komisyonu zirve öncesi yaptığı bir açıklamada, “Yoksul haneler için elektrikte vergi indirimi, tavan fiyat belirlenmesi ve mali destek gibi çabası olan ülkeler desteklenmelidir” demişti.
İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in, “AB’ye üye tüm ülkeler enerji fiyatlarındaki artıştan rahatsızlarsa, ulusal önlemlerin ötesine geçmeli ve bir Avrupa çözümü, bir Avrupa yanıtı sunmalıyız” açıklaması, adeta Avrupa’yı bekleyen kara günlere, kara kışa işaret ediyor gibiydi. Ancak “ulusal önlemlerin ötesinde bir çözüm” zirvede de bulunamadı, bulunabilmiş değil. Bu doğrultuda bir karar alınmasa da AB Komisyonu en azından bu öneriyi “üzerinde durulmaya değer” buldu.
Diğer bazı ülkelerin yanı sıra Fransa ve İspanya ise gaz alımlarını koordine ederek pazarlıkta konumlarının güçleneceğine inanıyorlar.
“Nükleer santrallere ihtiyacımız var”
Fransa Maliye Bakanı Bruno Le Maire zirve öncesi günlerde “İklim değişikliğiyle mücadelede başarılı olmak istiyorsak nükleer enerjiye ihtiyacımız var. Nükleer santrallere ihtiyacımız var ve nükleer enerjiye daha fazla yatırım yapmalıyız” açıklaması yapmıştı. Bu açıklamadan cesaret alan Macaristan, zirvede AB’nin emisyon hedeflerinin iptalini önerdi. Macaristan Başbakanı Viktor Orban, “Bu aptal planı devre dışı bırakmazsak, enerji fiyatları her geçen gün artacaktır. Bu nedenle emisyon hedeflerini iptal etmemiz veya askıya almamız gerekiyor. Gerçeğe geri dönmeliyiz” dedi.
Kitle tepkisi ve iç siyaset hesaplarından hareketle Almanya ve Avusturya bu önerilere şimdilik mesafeli davranıyor. Dünyada ve özellikle Avrupa’da artan iklim hareketleri, AB devletlerini sözde de olsa bir takım önlem paketleri açıklamaya zorlamıştı. Fosil yakıtlara sırt çevrilecek, yenilenebilir enerji devreye sokulacaktı. Yani kapitalizm “yeşil yüzünü” gösterecekti. Bu doğrultuda ardı ardına önlem paketleri açıklanmıştı. Açıklanan önlemler, çözümden ziyade, çevre ve iklim mücadelesinin kapitalizme karşı mücadeleden ayrı ele alınamayacağı bilincinin oluşmasının önüne geçmeye yönelikti.
Felsefesi “gölgesini satamadığı ağacı kesip satmak” olan kapitalist sistem, doğası gereği kendi çıkarlarını maksimum seviyeye çıkarmanın hesabını yapar. Temel kuralı azami kâr olandan, çevre, iklim ve ekolojiyi hesaba katmasını beklemek, en hafif tabirle naiflik olur. Kârını en üst seviyeye çıkarmak isteyen sermayedarlar, en az maliyetle en fazla kâr elde etmenin hesabını yaparlar. Hesabı bu olandan, daha az kârlı olan yenilenebilir enerjiye yatırım yapması, iklim ve ekolojik dengeleri gözeterek daha kârlı olan fosil enerjiyi kullanmaması beklenemez. AB zirvesinden yansıyanlar bu yaklaşımın tezahüründen başka bir şey değildir.
Fransa, iklim hedeflerine ulaşmanın yolunun nükleer enerjiden geçtiğini iddia etmekte, Macaristan, emisyonları düşürmek türünden “bu aptalca hedeflerden vazgeçilmeli ve gerçek hayata dönülmeli” demektedir.
Özcesi, artan enerji fiyatları kaldıraç olarak kullanılarak, kitlelerin bilinci karartılmaya çalışılıyor. “Çevreyi korumak, emisyonu sıfırlamak” gibi söylemler, felsefesi kâr, daha çok kâr olan kapitalizmin doğasına zaten aykırıdır. Nitekim kapitalizme maske olarak takılan “yeşil yüzü” şimdilerde devre dışı bırakılarak, gerçek yüzü sahneleniyor.