Düzenin “çözüm süreci” aldatmacasına karşı;

İşçilerin birliği, halkların kardeşliği mücadelesini büyütelim!

Bugün yapılması gereken şey düzenin “çözüm süreci”, “yumuşama-normalleşme” tartışmaları ile oyalanmak değildir. Tersine, başta emekçi Kürt halkı ve Kürt hareketi olmak üzere; toplumsal mücadele güçleri ve emekçi kitleler gerici-faşist rejimin bu ve benzeri oyunlarına prim vermemelidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 06 Kasım 2024
  • 19:17

Faşist partinin şefi Devlet Bahçeli’nin TBMM Yeni Yasama Yılı açılışında yaptığı konuşmayla startı verilen ve o tarihten beri siyaset arenasında gündemde tutulan “yeni çözüm süreci” tartışmaları devam ediyor. Gerici-faşist rejimin karanlık masalarında planlandığı anlaşılan ve Bahçeli üzerinden servis edilen sözde “çözüm süreci” tartışmalarına iktidarın belli simalarının yanı sıra yandaş kalemşorlar, düzen muhalefeti çizgisinde yayın yapan medya kuruluşları, ilerici-sol kesimler ve DEM Parti sözcüleri hızla dahil oldular. Deyim yerindeyse iktidar toz kaldırdı ve havayı bulandırdı, siyaset alanındaki aktörler ise hızla bu toz bulutu etrafında mobilize oldular. Hem de iktidar cephesi tüm kartları elinde tutup, kurdukları tezgâha ilişkin belirsizlik ortamı yaratmış olmasına rağmen.

***

Oysa ki oyun kurucunun ve çizgiyi çekenin gerici-faşist rejim olduğu ve sinsi bir politikayı devreye soktuğu; diğer bir dizi hesabın yanı sıra “çözüm süreci” aldatmacası ile silahlı Kürt hareketini (aynı anlama gelmek üzere direnişini) ve kazanımlarını tasfiye etmeyi amaçladıkları Bahçeli’nin daha ilk açıklamaları üzerinden açıkça görülebiliyor. Keza Bahçeli-Erdoğan ikilisinin yaptığı açıklamalar ve kayyım darbesi başta olmak üzere hayata geçirdikleri uygulamalar, iktidarın Kürt politikasında değişen bir şeyin olmadığını gösteriyor. Dahası, her fırsatta ülkede “Kürt sorununun olmadığını”, sorunun “terör” sorunu olduğunu dile getirerek, konuyu nasıl ele aldıklarını ısrarla tekrar ediyorlar. Bu kadarı dahi inkar ve imhaya dayalı politikadan milim sapmadıklarını, Kürt halkına koşulsuz teslimiyet dayattıklarını, esas dertlerinin ise “suyu bulandırıp” son dönemde bir hayli yıpranan gemilerini yüzdürmek olduğunu açıkça gösteriyor. Hal böyleyken, geriye “çözüm süreci” tartışmaları üzerinden “İktidar neyin hesabını yapıyor?” sorusuna verilecek yanıtlar kalıyor.

Sermaye devletinin Kürt “açılımı”: İnkar, imha, istismar 

Sermaye devleti ve onunun bugün vücut bulmuş hali gerici-faşist rejim, dünden bugüne Kürt halkına karşı inkar ve imhaya dayalı kirli savaş politikalarını hayata geçirirken, Kürt sorununu da bir istismar alanı olarak değerlendirdi. “Terör” demagojisi ile Kürt halkına ve hareketine dönük saldırılarını aralıksız sürdüren sermaye devleti, aynı argümanlarla ve Kürt düşmanlığı üzerinden akıttıkları ırkçı-şoven zehirle emekçileri sersemletmeyi bir çizgi haline getirdi. Özellikle AKP iktidarı sistemin ekonomik ve siyasi açmazları derinleştiğinde, emekçilerin yaşamında hoşnutsuzluk görünür hale geldiğinde ve toplumsal desteğini kaybetmeye başladığını hissettiğinde Kürt sorununu bir kaçış rampası olarak kullandı. Gerek kirli savaşı en barbar biçimlerde derinleştirerek gerekse sözde “açılımlar”, “müzakere süreçleri” vb. üzerinden... Hatırlanacağı üzere, son “müzakere süreci” AKP’nin 2015 yılında yaşadığı seçim hezimetinin ardından noktalanmış ve iktidar masayı devirmişti. Devam eden süreçte Erdoğan yönetimi kirli savaşın düğmesine basmış, toplumu ırkçı-şoven atmosferin içerisine sürüklemiş, ardı ardına şok etkisi yaratan katliamlara imza atmış ve bu yolla tekrar tek parti olarak iktidar koltuğuna oturmayı güvencelemişti.

Son dönemde düzen muhalefeti nezdinde gündeme getirilen “yumuşama” söylemlerine de Kürt sorunu üzerinden ortaya atılan sözde “barış sürecine” de bu çerçevede bakmak önemli bir yerde duruyor. Zira, günümüz Türkiye’sinde rejimi zorlayan ve yer yer açmaza alan birikmiş bir dizi sorun alanı bulunuyor. Tüm faturasını emekçilerin sırtına yıkmalarına rağmen hafifleme eğilimi dahi göstermeyen ekonomik-mali kriz, kriz koşullarında hayata geçirilen mali politikaların yoksulluğu görülmemiş boyutlara ulaştırması ve derinleşen sosyal bunalım bu sorunların başında geliyor. Bunlara bölgesel gelişmelerin gerici-faşist rejim üzerindeki yıpratıcı etkilerini de eklemek gerekiyor. Özellikle Filistin konusunda iktidarın ikiyüzlü tutumunun Siyonistlerin sürdürdüğü soykırım savaşında daha da görünür hale gelmesi ve toplum nazarında maskesinin düşmesi, dış politika alanında yaşanan iflaslar ve ardı ardına gündeme gelen “U dönüşleri”, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da süreç içerisinde oyun dışı kalınması vb. AKP gericiliğini aşındıran etkenler olarak sıralanabilir. 

Tümü bir arada gerici-faşist rejimi sadece açmaza almıyor, meşruiyetini ve toplumsal desteğini korumasında da belirgin bir zorlanma yaşamasına neden oluyor. Özellikle ekonomik-mali krizin yarattığı derin toplumsal yıkım ve Filistin konusundaki riyakar tutumu son yerel seçimlerde iktidar bloğuna belirgin bir fatura olarak dönmüştü. Seçimlerin ardından devreye sokulan “yumuşama”, “normalleşme”, “çözüm süreci” vb. söylem ve politikaların hedefinde ise rejimin hem toplumu hem de muhalefet cephesini oyalama ve paralize etme, iktidar gücünü elinde tutabilmek için zaman kazanma, kendisine manevra alanları yaratma ve bu arada toplumsal desteğini mümkün olduğunca yeniden toparlama hedefleri yer alıyor. Yaratılan toz duman içerisinde faşist tek adam rejimini tahkim etmeye ve kalıcılaştırmaya dönük adımlar atmak, Erdoğan’ın ölene kadar rejimin şefi olarak kalmasını güvence altına almak ve tüm bu hedeflere ulaşmak için “yeni Anayasa” vb. planları hayata geçirmek istedikleri ise aşikâr.

Rejim bir taşla birden çok kuş vurmayı hedefliyor

AKP-MHP iktidar bloğu Güney Kürdistan’da sürdürdüğü kirli savaşla, Rojava’ya dönük saldırgan tutumuyla, Kürt siyasetçileri hedef alan gözaltı-tutuklama terörü ile, Kürt halkının iradesini hiçe sayan kayyım vb. saldırılarla nasıl bir “çözüm” istediğini uygulamalı olarak gösteriyor. Tüm bu saldırganlık devam ederken gündeme getirilen “çözüm süreci” tartışmaları ise iktidarın bir taşla birden çok kuş vurma hesabı yaptığını ortaya koyuyor. 

Başta kayyım darbesi olmak üzere, Kürt halkına dönük saldırılarını “terör” söylemi ile kodlayan rejim, böylece düzen muhalefetinin önüne kalın bir çizgi çekmiş bulunuyor. Erdoğan yönetiminin bu aynı manevrayı son yıllarda düzen muhalefetini hizaya getirmek için çok kez kullandığı ve sonuç aldığı ise biliniyor. Gündeme getirilen “çözüm süreci” aldatmacası ise Kürt hareketinin önüne çekilmek istenen başka bir çizgi olarak öne çıkıyor. Öyle ya, bir masa kurulacaksa ve müzakereler başlayacaksa Kürt halkını hedef alan saldırılar sineye çekilmelidir. “Sürecin aksamaması” için Kürt hareketi edilgen konumda kalmalı, her şey masadaki pazarlıklara havale edilmelidir. Özetle, oyun kurucu olarak rejim, düzen siyasetini kendi kısa ve orta vadeli hesapları üzerinden dizayn etmeyi, bu yolla ömrünü uzatmayı amaçlıyor. Bu bağlamda Esenyurt Belediyesi’ne dönük saldırı hem düzen muhalefeti hem de Kürt hareketi üzerinden yaptıkları incelikli planların bir provası niteliğinde idi. Alacakları reaksiyona göre yollarına devam edecekleri ise açık.

AKP-MHP gericiliği, “çözüm süreci” aldatmacasının ve buna eşlik eden saldırganlığın bir dizi yan kazanımlarını da elbette hesaba katıyor: Toplum ve siyaset bu konu etrafında mobilize edilirken seçimlerde kaybettikleri belediyeleri kayyımlar aracılığı ile yeniden ele geçirmek (ranta çökmek), siyasal atmosfer istedikleri kıvama geldiği koşulda “yeni Anayasa” için gerekli adımları atmak, faşist tek adam rejiminin tahkimi kapsamında ajandasındaki uygulamaları bu arada hayata geçirmek vb…

Şayet hesapları tutarsa iktidar payına asıl kazanım, toplumun emekçi kesimlerini bir kez daha paralize edip edilgenliğe mahkum etmek olacaktır. Zira, onun için asıl tehlike çoklu krizlerin faturası altında ezilen, sorunlar yumağı her geçen gün çığ gibi büyüyen emekçi kitlelerin sosyal mücadeleler sahnesine çıkmasıdır.

Çözümün yolu işçilerin birliği, halkların kardeşliği mücadelesini büyütmekten geçiyor

Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki, bugün yapılması gereken şey düzenin “çözüm süreci”, “yumuşama-normalleşme” tartışmaları ile oyalanmak değildir. Tersine, başta emekçi Kürt halkı ve Kürt hareketi olmak üzere; toplumsal mücadele güçleri ve emekçi kitleler gerici-faşist rejimin bu ve benzeri oyunlarına prim vermemelidir.

Zira, gerek Kürt halkının mevcut kazanımlarına sahip çıkmanın ve bu kazanımları çoğaltmanın gerekse işçi sınıfı ve emekçileri hedef alan iktisadi, sosyal ve siyasal saldırıları geri püskürtmenin yolu “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” perspektifiyle birleşik, kitlesel, devrimci mücadeleyi büyütmekten geçmektedir.