15 Temmuz şaibeli darbe girişiminin ardından ülkeyi OHAL ile yöneten AKP iktidarının öncelikli hedeflerinden biri eğitim oldu. Keza, eğitimi adeta çürüme noktasına getirmesine rağmen ardı ardına yeni hamleler yapmaya devam ediyor. 15 Temmuz’dan bugüne üniversitelerde kayyım rektör atamaları rutin hale getirildi, ilerici akademisyenler hedef gösterilip ihraç edildi. Lise ve ortaokullarda zorunlu din dersi saatleri çeşitli kılıflara uydurularak arttırıldı. Bunlarla yetinilmedi Diyanet, tarikat ve faşist örgütlenmeler eliyle öğrencileri gerici-şoven ideolojiyle zehirleme saldırısına yeni boyutlar eklendi.
Bu saldırıların bir kısmı, düzen çarkının önemli parçalarından olan Diyanet tarafından gerçekleştiriliyor. Geçtiğimiz günlerde Diyanet tarafından verilen cuma hutbesinde “adabı muaşeret” teması işlenerek, velilere çocuklarını daha fazla din odaklı derslere yönlendirmeleri gerektiği söylendi. Eğitim müfredatına bakıldığında ise liselerde sekiz saat olan din dersi, dört saat “zorunlu seçmeli”, dört saat “tercihe bağlı” olmak üzere on altı saate çıkarıldı.
Diyanet, hutbeyi “Dünyamız huzur ve mutluluk bulsun, ahiretimiz cennet olsun” diyerek bitirdi. İktidar, sorgulamayan ve boyun eğen bir nesil yaratmak isterken aynı zamanda aile kurumunu da bu işe dahil ederek, sefalet içine ittiği işçi ve emekçilere “cennet” vaat ediyor. Bu kaba dayatmaları yapan iktidar hem öğrencileri büyük bir bunalıma sürüklüyor hem veliler üzerinde baskı kuruyor.
Öte yandan, büyük bir şatafat içinde yaşayan Ali Erbaş’ın başında bulunduğu Diyanetin Saray rejiminden aldığı teşvikler katlanarak artıyor. Diyanete birçok bakanlıklardan daha fazla bütçe ayıran sermaye iktidarı, yaşanan ekonomik krizi “aşmanın” yolunu “aza tamah edip, şükretmeyi” öğütlemekte buluyor. Saray-Şimşek saldırı programıyla işçi ve emekçilerin sefaletini derinleştiren, gençliğe bunalım ve geleceksizliği reva gören AKP, günden düne din istismarına daha sıkı sarılıyor. Diyanet’e 2024’ün ilk altı ayında 46 milyar 732 milyon 58 bin TL teşvik vermesi tesadüf değil. Kriz derinleştikçe, din istismarı da artıyor. Bundan dolayı Diyanet, saray için kıymete biniyor.
Saray rejiminin bu çabasının bir diğer anlamı ise eğitim alanında yarattığı çürümeyi toplumsallaştırmaktır. Çürümenin son yıllarda açık bir şekilde tepki çektiği görülüyor. Pandemi sürecinden beri toparlayamadıkları eğitim sistemindeki çürümeyi, din istismarıyla toplumun belli bir kesimine kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Ancak saray rejiminin “çözüm” olarak gördüğü yöntemler boşunadır. İşçi ve emekçilerin yoksulluğunu derinleştirirken Diyanet’i kullanarak gözlere perde çekme çırpınışlarının toplum nezdinde kabul edilebilir bir yanı kalmadı.
Sermaye iktidarı, Diyanet vb. kurumlarıyla saldırıların boyutlarını artırıyor. Bu pervasız saldırıları organize edenler ancak örgütlü mücadeleyle def edilebilir. Gençliği buhrana sürükleyen, işçilere yoksulluk dayatan kapitalist düzen, tüm çürümüşlüğüyle yıkılmayı hak etmektedir.
S. Sancar