Gerici-faşist rejimin başı Tayyip Erdoğan kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada şu sözleri sarf etti:
“Diyanet camiamız sadece din hizmetlerinin verilmesinde değil, asımın neslinin yetiştirilmesinde de önemli sorumluluklar üstleniyor. Çocuklarımızın ve gençlerimizin ruh, beden ve gönül sağlığına yönelik tehditlerin arttığı günümüzde ‘hademe-i hayrat’ olan din görevlilerimizden daha fazla gayret bekliyoruz. Diyanet Akademisi’nin de hizmete girmesiyle eğitim imkânları genişleyen din görevlilerimizin, önümüzdeki dönemde ilim, irşat, tebliğ ve temsil görevlerini en güzel şekilde yerine getireceklerine yürekten inanıyorum.”
Diyanet’in eğitim alanındaki faaliyetlerinin genişletilmesinin ifadesi olan bu açıklama, uzun yıllar boyunca gerici-faşist ideolojiyi eğitim alanına hâkim kılma saldırısının vardığı boyutu gösteriyor.
Emperyalistler ve büyük sermaye tarafından işbaşına getirilen ve orada tutulan AKP iktidarı, 2002’den bu yana özellikle eğitim alanında gerici-faşist uygulamaları adım adım çocuklara ve topluma dayattı. Bunu bazen “demokratik”, “özgürlükçü” kisvesi altında, bazen de doğrudan tarikatlarla iş birliğini pervasızca savunarak yaptı.
Piyasanın ihtiyaçları ve dini referanslar esas alınarak büyük bir yıkıma uğratılan eğitim alanına son darbe ÇEDES projesi ile indirildi. ÇEDES projesi kılıfıyla MEB ile Diyanet’in, dolayısıyla tarikatların bağlı bulunduğu vakıf ve cemaatlerin işbirliğinin önünde hiçbir yasal engel kalmadı.
Eğitim alanında yapılan değişimler, doğrudan işçi ve emekçi çocuklarını hedef alan fütursuz bir saldırıdır. Burjuvazinin “laik” ya da görece “iyi halli” kesimleri, çocuklarını dinci-gerici uygulamaların henüz devlet okulları kadar baskın olmadığı özel okullara göndererek bu saldırıdan bir miktar koruyabiliyorlar.
Öte yandan sefaletin derinleşmesi ile eğitimde ve toplumun birçok alanında gerici-faşist uygulamaların artması arasında doğrudan bir ilişki var. Sermayenin sefil çıkarları için AKP-MHP rejimi tarafından geliştirilen politikaların uygulanması ancak emekçilerin öfkesinin kontrol altında tutulmasıyla mümkün olabilmektedir. Din istismarı tam da bu noktada devreye giriyor. Gerici-faşist rejim hem saltanatını hem sermayenin çıkarlarını din istismarını pervasızca kullanarak koruyabiliyor. Bu sayede lükse düşkünlüğü ve devasa harcamaları ile gündemden düşmeyen kokuşmuş Diyanet’in toplumsal yaşamdaki etkinliği de günbegün artırılmaktadır.
***
AKP şefi Erdoğan’ın din görevlilerinin eğitim alanındaki etkinliğinin artmasından duyduğu memnuniyeti açıkladığı gün Diyanet’in ocak ayı harcamalarının geçen yıla göre iki kat arttığı haberi yayınlandı. Diyanet sadece ocak ayında yaptığı 10 milyar TL harcama ile birçok kamu kurumunu fersah fersah geride bıraktı. Öte yandan, toplumun büyük çoğunluğu sefalete mahkum edilmişken utanmadan ahiret üzerine laflar eden Diyanetin ödenek üstü fahiş harcamaları da tepki çekiyor. Zira bu yozlaşmış kurumun sadece 2023 yılında 11,8 milyar TL’lik ödenek üstü harcama yaptığı ortaya çıktı. Yine geçtiğimiz günlerde Diyanet'ten kalabalık bir kafilenin, “Diyanet vakıflarının genel kurulları” gerekçesiyle İskandinav ülkelerine turistik bir gezi düzenlediği ortaya çıktı. BirGün’de yer alan habere göre, tepki çekeceği bilindiği için saklanan geziden fotoğraf dahi paylaşılmadı. Bir haftalık gezinin tüm masrafı halkın sırtından toplanan vergilerden oluşan Diyanet bütçesinden karşılandı.
Emekçilerin mahkûm edildikleri sefalet koşulları göz önüne alındığında Diyanetin lüks ve şatafat bataklığında yüzerek yaptığı harcamaların büyüklüğü daha net görülebiliyor. Açlık sınırının 15 bin, yoksulluk sınırının 49 bin TL olduğu koşullarda emekçiler 17 bin TL asgari ücretle yaşam savaşı veriyor. Lüks geziler, toplantılar, yemekler organize eden Diyanet dev bütçesi ve donatıldığı sınırsız yetkilerle emekçilerin sefalet koşullarına rıza göstermesi için utanmadan “ilahi vaazlar” terennüm ediyor.
***
Toplumsal yaşama yönelik gerici-faşist uygulamalar AKP ile başlamadığı gibi AKP ile de sona ermeyecektir. Türkiye burjuvazisi iktidara geldiği günden bu yana bekasının sürekliliği için farklı hükümetler ve siyasi partiler çehresinde din istismarını daima kullanmıştır. Ancak AKP-MHP rejimi öncekilerden çok daha pervasızdır. Zira, çirkef içine battıkça din istismarına daha çok ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla dinsel gericiliğe karşı laiklik mücadelesi bu saldırıların hedefinde olan işçi ve emekçilerin omuzlarındadır. Bu mücadele hem çocuklarını bu karanlık zihniyetin kuşatmasından kurtarmak hem din kisvesine bürünüp sefalet dayatan kokuşmuş rejimden hesap sorabilmek için hayati önem taşımaktadır.