Elâzığ depremi, kapitalist sistemde çevre ve kentleşme sorunlarını yeniden gündem haline getirdi. Depremin ardından toplumun hemen her kesimi barınma ve yaşam hakkından afetler karşısında alınmayan önlemlere kadar bir dizi sorunu tartışmaya başladı.
Kapitalizm yıkım demektir!
“Burjuva sınıfının esas varlık ve egemenlik koşulu, servetin özel ellerde birikmesidir, sermayenin oluşması ve artmasıdır; sermayenin koşulu ise ücretli emektir.” (Komünist Manifesto) Emek sömürüsüne dayalı burjuva sınıf egemenliği ise, günümüz dünyasında her geçen gün derinleşen ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel vb. sorunların temelini oluşturmaktadır.
“Kâr, daha çok kâr”ı ve sermaye birikimini esas alan kapitalistler, kendileriyle birlikte bütün bir insanlığı ve doğayı büyük bir yıkıma sürüklemektedirler. Ülkeleri yerle bir eden savaşlar, doğanın ve çevrenin acımasızca talan edilmesi, tırmanan açlık, yoksulluk ve işsizlik, her geçen gün boyutlanan servet-sefalet kutuplaşması tartışmasız bu gerçekliği anlatmaktadır.
Onulmaz çelişkilerle boğuşan ve bunalımları derinleşen kapitalist sistem insanlığın gelişiminin önünde bir engele dönüşmüş bulunmaktadır. Ömrünü uzatabilmek için gündeme getirdiği tüm politikalar daha kapsamlı yıkımlardan başka bir sonuç üretmemektedir. Bu gerçeği görebilmek için, ‘70’li yıllardan bugüne dünya çapında uygulanan neoliberal saldırılara bakmak yeterlidir.
Barınma, kentleşme, doğa, iklim, çevre vb. sorunları da bu bağlamda ele almak, bu alanlarında yaşanan sorunların gerçek mahiyetini görebilmek için zorunludur.
Doğal afetler değil, kâr ve rant düzeni öldürüyor!
Kentleşme kapitalizmin gelişmesine paralel olarak ilerlemiş, kentler süreç içerisinde sanayi üretiminin ve toplumsal yaşamın merkezleri haline gelmiştir. Günümüz Türkiye’sine bakıldığında, sanayinin ve nüfusun yoğunlaştığı alanlar üzerinden bu gerçek açıkça görülmektedir. Resmi rakamlara göre, ülke nüfusunun neredeyse üçte biri (24 milyon 465 bin 689 kişi) Marmara Bölgesi’nde yaşamaktadır. Bu rakamlara kayıt dışı kesim eklenmelidir.
Kapitalist gelişme, özellikle de neoliberal politikalarla belirlenen son evresi, kentlerin üretimini ve yeniden üretimini devasa bir piyasaya çevirmiştir. Böylece kentler toplumun ihtiyaçlarına göre değil, kapitalist piyasa ve sermaye döngüsünün ihtiyaçlarına göre çarpık bir biçimde şekillenmektedir.
Tarım arazilerinin ve ormanların talan edilerek devasa sitelerin kurulması, afet riski olan bölgelerde yapılaşmaya izin verilmesinin gerisinde, konut piyasasını tutan tekeller ve bu tekellerle ilişki içerisinde olan rantçı sermaye iktidarı yer almaktadır. Dolayısıyla deprem, sel, orman yangını vb. olaylarda yaşanan yıkım ve can kayıplarına, sermaye-devlet ilişkisi üzerinden şekillenen rant-kar düzeni neden olmaktadır.
Çözüm devrimde!
Elâzığ Depremi ve Kanal İstanbul rant projesi kapitalist sistemin toplum ve kent yaşamında yarattığı ve yaratacağı tahribatları bir kez daha tartışılır hale getirmiştir. Özellikle deprem sürecinde yaşanan ibretlik olaylar toplumun önemli bir kesiminde duyarlılık yaratmıştır.
İnsanlar yaşananlardan hareketle yıllardır toplanan deprem yardımlarının akıbetini soruyor ve toplanma alanlarının ranta açılmasına tepki gösteriyorlar. Toplumun önemli bir kesimi Erdoğan yönetiminin AFAD ve Kızılay gibi kurumlar aracılığıyla yardım adı altında sergilediği şovlara itibar etmiyor. Tersine, depremin yarattığı yıkım ve acıları istismar etmelerini öfkeyle karşılıyor.
Çünkü kapitalist sömürü düzeni kâr ve rant uğruna işçi ve emekçilerin yaşam hakkını tehdit ediyor. Milyonlarca insanın yaşama kaygısı giderek büyüyor. Doğanın ve çevrenin pervasızca talan edilmesine, çarpık kentleşmenin yarattığı sayısız soruna karşı ortaya çıkan tepki ve duyarlılık dolaysız olarak bu kaygının izlerini taşıyor.
Toplumun önemli bir kesiminde yaşam hakkı üzerinden büyüyen kaygı, öfke ve duyarlılığın önemi açık. Sınıf devrimcilerinin ve ilerici güçlerin önünde, deprem ve Kanal İstanbul projeleri karşısında oluşan duyarlılığın güçlendirilmesi, harekete geçirilmesi, örgütlü ve bilinçli hale getirilmesi görev ve sorumluluğu duruyor.
Sınıf devrimcileri, emekçilerin hayatına kastedenin kapitalist sömürü düzeni olduğu, bu düzen ayakta kaldığı müddetçe milyonlarca insanın iş cinayetlerinde, doğal afetlerde, savaşlarda ya da açlık ve yoksulluk nedeniyle ölmeye devam edeceği, gerçek ve kalıcı çözümün ancak kapitalist sömürü düzeninin yıkılmasıyla mümkün olacağı gerçeğini döne döne anlatacaklar, bu çerçevede sistemli bir propaganda ve ajitasyon faaliyeti yürüteceklerdir.