Son günlerde ard arda ya da bir arada yaşanan olaylar, toplumsal yaşamın bir dizi alanında işlerin giderek çığırından çıktığını gösteriyor. AKP-MHP iktidarının yarattığı milliyetçi-şoven iklimden beslenen ırkçı saldırılar, kitlesel boyutlara ulaşan mülteci akını, biri bitmeden diğeri başlayan orman yangınları, katliamlarla sonuçlanan sel vb. doğa olayları, salgının tekrar yükselişe geçmesi, sonu gelmeyen kadın cinayetleri bu gerçeğin en çarpıcı örnekleri olarak öne çıkıyor.
Bütünlüğü içerisinde bu gelişmeler kapitalist sistemin toplumu büyük bir yıkımın içerisine sürüklediğini, sonu belirsizliklerle dolu bir kaos ortamının giderek tek belirleyen olduğunu ortaya koymaktadır. Bu koşullarda gerici-faşist iktidar bloğunun ve burjuva muhalefet partilerinin hareket alanı giderek daralıyor, düzen siyasetine rengini veren kriz daha belirgin bir hal alıyor. Zira, çevresel yıkımdan ağırlaşan toplumsal sorunlara kadar, temelinde kapitalist sistemin yapısal çelişkilerinin yer aldığı gelişmeler, kendisi de kriz içerisinde debelenen düzen siyasetini iyiden iyiye köşeye sıkıştırıyor. Tüm yaşananlar, kapitalistler adına devleti yöneten gerici-faşist iktidarın da yönetmeye aday olan burjuva muhalefet bloğunun da çok yönlü sorunlar yumağına çözüm üretmekten yoksun olduğunu döne döne ortaya koyuyor. Dolayısıyla, düzen siyasetinin temel aktörleri Kürt sorunundan mülteci akınına, çevresel yıkımdan kadın cinayetlerine, toplumun gündemini belirleyen her bir sorunu istismar ederek birbirlerine karşı kullanmaktan ve emekçileri burjuva gericiliği ile zehirlemenin vesilesi yapmaktan öteye bir adım atamıyorlar.
Öte yandan, arkası kesilmeyen “felaketler” dizisinin tüm bedeli işçi sınıfı ve emekçilerin omuzlarına yüklenmiş durumda. Her fırsatta sorumluluktan sıyrılmanın yolunu arayan gerici-faşist iktidar, pandemi örneğinde olduğu gibi bütün suçu emekçilere yıkmaktan da geri durmuyor. Kürt halkını yangınların kundakçısı ilan ediyor, yangınlara müdahaledeki zafiyeti yerel belediyelere fatura ediyor. Türkiye’de yaşayan göçmenleri işine geldiğinde ırkçı-şoven söylemler eşliğinde ekonomik-sosyal sorunların baş sorumlusu ilan ediyor işine geldiğinde ekonomideki “başarının” sırrı olarak sunuyor. Yaşanan sel olaylarında onlarca kişi hayatını kaybetmişken, tam bir arsızlıkla HES’lerin mağdur olduğunu söyleyebiliyor vb... Tüm bunlar AKP-MHP iktidarının derin bir açmaz içerisinde zayıfladığını, burjuva siyasetin bir çürüme ve çöküş yaşadığını gözler önüne seriyor.
***
Tarihsel deneyimler doğrulamaktadır ki, burjuvazi adına devleti yöneten güçler ne kadar çürüme ve çöküş içerisinde debelenseler de kendiliğinden alaşağı olmuyorlar. Bu gerçeklik, bugün iktidar gücünü elinde tutan ve mevcut konumu korumak için her türlü kirli yol ve yöntemi devreye sokmaktan geri durmayan gerici-faşist iktidar bloğu için fazlasıyla geçerlidir.
İşçi ve emekçilerin yaşadığı yıkımın alabildiğine derinleştiği, çevre tahribatının boyutlanmasının ağır sonuçlara yol açtığı, burjuva gericiliğinin büyük bir ağırlık olarak toplumun üzerine çöreklendiği günümüz Türkiye’sinde toplumsal mücadele güçlerine önemli görev ve sorumluluklar düşüyor. Zira, başta işçi sınıfı merkezli toplumsal mücadele güçleri olmak üzere, ilerici-sol hareketin, kadın, gençlik, çevre vb. hareketlerinin özneleri, dayandıkları toplumsal dinamikleri harekete geçiremediği, birleşik mücadele zeminlerini güçlendiremediği sürece mevcut tabloda esaslı bir değişiklik yaşanmayacaktır. Toplumun ve doğanın ödediği bedeller ağırlaşacak, nefes almak her geçen gün daha da güçleşecektir.
Sınıf devrimcileri, ilerici-sol güçler, kadın, gençlik, çevre vb. hareketlerin özneleri, emek ve meslek örgütleri güncel sorumluluklarını bu kapsamda ele almalıdırlar. Zira, işçi ve emekçilere cehennem koşullarını dayatan, ırkçı-faşist saldırıların ve kadın cinayetlerinin önünü sonuna kadar açan, çevresel yıkımı görülmemiş boyutlara taşıyan sermaye düzeninden ve gerici-faşist iktidar bloğundan hesap sormanın, kaos ve belirsizliklerle örülü koşullardan kurtulmanın yolu, merkezinde işçi sınıfının durduğu, birleşik-kitlesel ve devrimci temellere dayalı toplumsal mücadeleyi büyütmekten geçmektedir.