Birleşmiş Milletler (BM) İklim Konferansı sona erdi. Zirve ismini İngilizce “Conferences of the Parties (COP)” alıyor. Bu yıl 27’ncisi yapıldığı için de COP27 deniliyor.
COP27 Zirvesi, Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde 6 Kasım günü yaklaşık 200 ülkeden devlet ve hükümet temsilcisi ile çeşitli sivil kurumlardan 40 binin üzerinden kişinin katılımıyla başlamıştı. Zirvenin ardından yapılan açıklamada “Küresel ısınma için 1,5 derecelik üst sınır hedef olmaya devam ediyor” denildi. Ancak buna yönelik doğrudan bir yol haritası yok. Yenilenebilir enerjilerin yaygınlaştırılmasından söz edilse de fosil yakıtların aşamalı olarak kaldırılmasından söz edilmiyor.
COP27’nin 18 Kasım’a kadar sürmesi öngörülmüştü. Ancak “anlaşmazlıklar” nedeniyle 20 Kasım’a sarktı. 20 Kasım’da “anlaşmazlıklar” giderilmese de bir “Sonuç Bildirgesi” üzerinden anlaşıldığı duyuruldu ve COP27 sona erdi. Üzerinde yaşadığımız gezegen için çok önem atfedilen bu zirvede, bırakın önemli kararlar almayı, COVID-19 salgınının gölgesinde Kasım 2021’de İskoçya'nın Glasgow kentinde gerçekleştirilen 26. BM İklim Değişikliği Konferansı’nda alınan kararların bile gerisine düşüldü. Zaten taraflar dahil, bu zirveden olumlu bir sonuç çıkmasını bekleyen neredeyse yok gibiydi. Öyle de oldu.
Üzerinde anlaşmaya varılan sonuç bildirgesinde “İklime bağlı zararlar için bir fon kurulmasına karar verildi” deniliyor. Ancak petrol ve gaz gibi fosil yakıtlardan söz edilmiyor.
İklime zarar veren kömürün yakılmasını durdurmak için daha önceki zirvelerde alınan kararlar tekrarlanmakla beraber petrol ve gaza bir vedadan söz edilmiyor.
BM Genel Sekreteri António Guterres, BM İklim Konferansı’nı kilit hedefleri kaçırmakla suçladı ve küresel ısınmayı durdurmak için gerekli olan "sert emisyon kesintilerini" getirmede başarısız olduğunu ifade etti. BM Genel Sekreteri, "Gezegenimiz acil serviste" sözleriyle durumun aciliyetine de işaret ederek "emisyonları büyük ölçüde azaltmamız gerekiyor. İklim Konferansı bunu ele almakta başarısız oldu" dedi.
COP27’de, 7-8 Kasım tarihlerindeki liderler zirvesinin ardından finans, bilim, gençlik ve gelecek nesiller, karbonsuzlaşma, adaptasyon, tarım, cinsiyet, su, sivil toplum, enerji ve biyo çeşitlilik ve çözümleri başlıkları altında her gün oturumlar düzenlendi. Küresel sıcaklık artışını yüzyıl sonuna kadar 1,5 dereceyle sınırlandırma zirvenin ana gündemiydi. Küresel ısınmanın 1,5 derecenin altında tutulması “hedefi”, Paris İklim Anlaşması’nda 2015 yılında kabul edilmişti. Bilim insanları, konunun uzmanları “küresel ısınma 1,5 derecenin üstüne çıkarsa dünyanın sonu olur” demektedir. Gelişmekte olan ülkelerin iklim krizi nedeniyle uğradığı ekonomik kayıpların iklim krizinin ortaya çıkmasında tarihsel sorumluluğu en büyük olan Batılı ülkeler tarafından karşılanması için bir fon ayrılması zirvenin en önemli tartışma konularından biri oldu. ABD ve bazı başka ülkeler böyle bir fonun oluşturulmasının önüne geçmek isteseler de böyle bir fonun oluşturulması kararlaştırıldı.
Gelişmekte olan ülkelere “iklime uyum planları” için 2030'a kadar yıllık 340 milyar dolara varan bir finans desteği önceki zirvelerde de karar altına alınmıştı. Ancak 2020'de bu ülkelere bu nedenle sağlanan “destek” öngörülenin yüzde 10'una bile ulaşmamıştı. Daha önceki zirvelerde karar altına alınan benzer destekler hayata geçirilmediği gibi, bunun da hayata geçeceği beklenmiyor.
Paris İklim Anlaşması ve Batı’nın ikiyüzlülüğü
Zirvenin ardından Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarda COP27’yi başarısızlıkla itham etmekle kalmadılar, fosil yakıtlardan kademeli olarak uzaklaşmanın bir takvime bağlanmamasını “topa tuttular.”
Daha dün nükleer enerjiyi “yeşil enerji” olarak etiketleyen ve üzerinde yaşadığımız gezegenin uçuruma sürüklenmesinde en büyük payı olan Batı’nın sözde eleştirileri ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.
2015 yılında 194 ülkenin imzaladığı Paris Anlaşması iklim kriziyle mücadelede “kilometre taşı” olarak kabul görmüştü. Bu anlaşmanın önemi, küresel ısınmanın 1,5 derecede tutulması ve bunun için ülkelerin verdiği taahhütlerden kaynaklanıyordu. Ancak verilen sözler yerine getirilmediği gibi, içinde Baerbock ve von der Leyen’ın temsil ettiği ülkeler de dahil olmak üzere, diğer tüm emperyalist ülkeler ve uluslararası tekeller fosil yakıtlara yatırımlarını artırmaya devam ettiler.
Avrupa’da yaşanan son 500 yılın en büyük kuraklığı, Avrupa ve başka kıtalar da kuraklığı izleyen büyük sellerin yol açtığı ölümler, her geçen yıl şiddetini artırarak yaşanan felaketler ve daha birçok sorunun kaynağında iklim krizi var. Küresel ısınmanın durdurulması ve iklim krizinin önlenmesi acil bir görev olarak insanlığın önünde duruyor. Ancak bunu, bu sorunun kaynağı olanların çözeceği beklentisine girmek en basit tabirle naiflik olur. Dünyanın karşı karşıya bulunduğu bu sorunları ancak dünya halkları, işçi ve emekçilerinin ortak mücadelesi çözebilir.
İklim krizinde temel iki taraf var. İklim krizine yol açanlar ve o krizin yükü altında ezilenler. Kapitalizmde ilişkiler kâr amacına dayanır. Bu ilişki biçimi diğer tüm ilişki biçimlerinde olduğu gibi doğa ile kurulan ilişkilerde de belirleyici olur. Sermaye daha fazla zenginliğe ve güce sahip olmak için, insan emeğini sömürmekle kalmaz. Doğayı da sömürür, talan eder. İhtiyaçtan fazla üretimi ve tüketimi zaruri kılar, böylece üzerinde yaşadığımız gezegeni yaşanmaz hale getirir.
Sosyalizmi insanla doğanın birlikteliği olarak tarif eden Engels’ten hareketle marksist sosyolog ve yazar John Bellamy Foster, “Sosyalizm her zaman kapitalizmin sömürü ilişkilerini tersine çevirmeyi ve bu ilişkilerin doğurduğu çoklu toplumsal kötülükleri ortadan kaldırmayı hedefleyen bir toplum olarak düşünülmüştür… Bugün sosyalizme geçiş ile ekolojik bir topluma geçiş aynı şeydir” diyerek sorunu tarif etmekle kalmıyor, çözümüne de işaret ediyor.
Bu bağlamda ya kapitalizmin barbarlığında çöküş ya da insanla birlikte doğanın kurtuluşu için sosyalizm. Başka da bir çıkış yok!..