Bir salgının gösterdikleri...

Sovyet sağlık modelinde koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri önceliklidir. Bireylerden öte toplumun sağlığı esas alınır. Hekimler topluma sağlık eğitimi vermekte, işçiler gönüllü sağlık işçileri olabilmekte, sağlık toplumsallaştırılmaktadır. Kapitalizm ise emek gücünün sömürüsüne dayanır. Her şeyi üreten, tüm zenginlikleri yaratan, sermaye birikimini sağlayan emek gücüdür. Ama işçiler bunun sonuçlarından yararlanamazlar. Salgın üzerinden ortaya çıkan gerçek, bizi öldürenleri yaşatanların da yine bizler, emekçiler olduğudur.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 02 Nisan 2020
  • 10:08

Bizi öldürenleri yaşatanlar da bizleriz!

 

Özel mülkiyet düzeninin egemenleri, Covid-19 salgını yayılırken, sermaye üreten çarkların durmaması için önlem üzerine önlem alıyorlar. Sınırları delip geçen ve binlerce insanın ölümüne yol açan salgın karşısında kapitalist dünyanın ilk işi, yeni ekonomik durumu, sermaye için artan riskleri ve fırsatları masaya yatırmak oldu.

Salgın hızla yayılırken, yaşamını yitirenlerin sayısı her geçen gün artarken, geride kalanların hayatı tehdit altındayken, petrol savaşı kızıştı, süper güç olma yarışı sürdü, “düşman” ülkelere ambargolar devam etti. Virüs nedeniyle azalan taleplerin, gerileyen faiz oranlarının hesapları yapıldı. Zarar etmeyen ve yükselişe geçen sektörlere yönelik yatırım ve hisse alımları sıralandı, vb...

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'deki kapitalistler için de koruma paketleri çıkarıldı. Finansal piyasalar, kredi kanalları ve firmaların sağlıklı işleyişi için seferber olundu. Açıklanan paketlere; göre nakit sıkıntısı çeken şirketlere para akışı sağlanacak, şirketlerin bankalara olan kredi ve faiz ödemeleri ertelenecek, bankalar ayrıca desteklenecek. Elbette tüm bunlar işçi sınıfının emek gücünden birikenlerle sağlanacak.

Öncesinde krizi fırsata çevirmekte olan sermaye dünyası, salgın üzerinden de önemli bir fırsat elde etmiş oldu.  Salgın sermayeye ilaç gibi geldi. Sermayenin aşısı da işçi sınıfının birikmiş fonları oldu. Bunlarla da sınırlı kalınmadı. Ayrıca kısa çalışma, telafi çalışması, esnek ve uzaktan çalışma modelleri daha etkin hale getirilecek. Bu süreçlerin hızlandırılması için yasal mevzuatta değişikliklere gidilecek.

Sermaye dünyası tarafından “yetmez ama evet” memnuniyetiyle karşılanan paketin, yayılan salgın karşısında genişletilmesi beklentisi sürüyor. Örneğin, asgari ücretin tamamının, daha yüksek ücretlerde ise büyük oranının devlet tarafından ödenmesi isteniyor. 

İşçinin payına düşen ise halihazırda açlık sınırın altında olan ücretin daha da azını almak. Bir de “uygun ve avantajlı şartlarda sosyal amaçlı kredi” paketleri… Hatırlanırsa, sermaye sözcüleri Elazığ depreminde de evleri başlarına yıkılan acılı emekçilere uygun ev kredisi jesti yapmıştı. Bir de, hayli zorlaştırılan emeklilik koşulları nedeniyle “ayrıcalıklı” kesim sayılması gereken emeklilerin maaşlarının alt limiti, açlık sınırına dahi yaklaşamayan 1500 TL'ye çıkartılacak.

Kârın temel ölçüt olduğu bu düzende sağlık alanı da bir sektör işlevi görüyor ve ödeme gücüne göre satılıyor. Özel mülkiyetin kutsallığı insan hayatına üstün geliyor. Hastalıkları önlemek yerine tedavi etmeye, yani nedenlerini ortadan kaldırmak yerine sonuçlara yöneliniyor. Sağlık sorununun çözümü sağlık çalışanları, hastaneler vb. alanlarla sınırlandırılıyor...

Sermayenin egemen olduğu bir düzende olacak olan da budur. Her şey kapitalistler içindir, kâr içindir!

Gelecek için geçmişe bir yolculuk: Sovyetler Birliği

Bugünün sermaye düzeninden 103 yıl öncesine, 1917 yılına gidelim ve Ekim Devrimi'yle inşa edilen işçi iktidarı altındaki topluma bir göz atalım.

Devrim sanayiden tarıma, eğitimden sağlığa, sanattan kültüre, kısacası insan yaşamının her alanına yönelik devrimci politikaları hayata geçirmiştir. Yeni kurulan düzenin temelinde her şeyin toplumun ihtiyaçlarına göre planlanması ve örgütlenmesi yatmaktadır. Devrimle kurulan işçi iktidarında sağlık da en temel haklardan biridir. Daha ilk adımda toplumsal sağlık hizmetlerinin çok yönlü örgütlenmesine girişilmiştir.

Kârın değil insanın esas alındığı sosyalist düzende, maddi yaşamın tüm gereklilikleri yemek, içmek, barınmak, çalışma ve yaşam koşulları, çevre bir bütün olarak ele alınmış ve tümünün geliştirilmesi hedeflenmiştir. 

Sağlıklı olmak için sağlıklı beslenmek gerekir. Sağlıklı beslenmek yeterli ve kaliteli tarım ürünleri demektir. Bu da tarımın gelişmesine bağlıdır. Verimli ve doğal bir tarım için de çevre ve doğanın temiz kalabilmesi gerekir. İnsan sağlığı bu etkenlere bağlıdır.

Sosyalist düzende bunlarla birlikte tüm sağlık hizmetleri ve sağlıkçıların yetişmesini sağlayan eğitim kurumları ücretsizdi. Sağlık emekçilerinin sayısı hızla artarken, sağlıkçılar içerisinde kadınların oranı yükselmişti. Eğitimde kadın-erkek eşitliği sağlanmıştı. Tıp öğrencileri arasında azımsanmayacak sayıda işçi ve köylü çocukları bulunmaktaydı.

Sağlık alanında temel ilke, “İşçilerin sağlığı işçilerin elinde olmalıdır” anlayışına dayanıyordu. Sağlığın korunması ve güvence altına alınması için işçi denetimine öncelik veriliyordu.

Devrimin hemen ardından Sovyet hükümeti 8 saat işgünü kararnamesini yayımladı. Bu adım batıda da bu yönlü adımları hızlandıran bir etki yarattı. On yıl sonra ise ücret aynı kalmak koşuluyla işgünü 7 saate düşürüldü. İşçi sağlığı ve güvenliğini temel alan İş Mevzuatı 1922 yılında kabul edildi. Buna göre, hiçbir sanayi tesisi ve işlik, sendikalar ve sağlık otoritelerinin onayı olmadan inşa edilemez, tadilat yapılamaz veya başka yere taşınamaz. Hiçbir tesis, iş müfettişi ve hijyen müfettişi tarafından incelenmeden hizmete giremez. İş müfettişleri sendikalar tarafından işçiler arasından seçilirler ve özel iş müfettişliği okullarında eğitilirler. Her işlikte yerel komiteler tarafından temsil edilen sendikalar, işyerlerindeki işçi sağlığı ve güvenliği uygulamalarına katılır ve denetlerler.

Ayrıca işçi sağlığı ve güvenliği alanında bilimsel araştırma enstitüleri kurulmuştur. Bu enstitülerde bilim insanları, mühendisler, hijyenistler, hekimler birlikte çalışarak, üretim sürecini ele alırlar. İşçi sağlığı ve güvenliğini tehdit eden unsurların ortadan kaldırılmasına çalışırlar.

Sovyetlerde işçi sağlığı kişiyle birlikte çevreye yöneliktir. İşçilerin hem sağlıklı iken hem hastayken bakımı sağlanır. İşler işçiye göre düzenlenir, işçiye göre iş verilir.

Kadınlar, erkeklerle eşit çalışma, dinlenme, tatil, sosyal sigorta haklarından yararlanır. Kadınların anne olmaktan kaynaklı hakları geniş kapsamda ele alınmıştır. Evli olmayanlar da dahil olmak üzere çocuklu annelere devlet yardımı yapılır. Ücretli gebelik izinleri, doğumların yapılacağı gebelik evleri, çocukların bakılacağı kreşler, anaokulları sağlanır. Kadınlar doğumdan sonra geniş bir ev isteme hakkına sahiptir. Bu haklar, kadınların çalışma yaşamına aktif katılımını ve erkeklerle eşitliğini güvence altına almaktadır. 

Sovyet sağlık modelinde koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri önceliklidir. Bireylerden öte toplumun sağlığı esas alınır. Hekimler topluma sağlık eğitimi vermekte, işçiler gönüllü sağlık işçileri olabilmekte, sağlık toplumsallaştırılmaktadır. Tıbbi konular toplumsal ve ekonomik etkenlerle birlikte ele alınmaktadır. Herşeyin emeğin hizmetinde olduğu çok yönlü bir sağlık sistemi oluşturulmuştur.

Kapitalizm ise emek gücünün sömürüsüne dayanır. Her şeyi üreten, tüm zenginlikleri yaratan, sermaye birikimini sağlayan emek gücüdür. Ama işçiler bunun sonuçlarından yararlanamazlar. Salgın üzerinden ortaya çıkan gerçek, bizi öldürenleri yaşatanların da yine bizler, emekçiler olduğudur.

Sovyetler Birliği’nin ilk sağlık bakanı Dr. Nikolay Aleksdroviç Semaşko'nun temel bir ilke olarak işaret ettiği gibi, “İşçilerin sağlığı, işçilerin ellerinde olmalıdır.” Bu da emek gücünü sömüren sermayenin egemenliğine son vermekle mümkündür.

Bugüne ışık tutan Sovyetler Birliği örneği aşılmayı bekliyor. Bunun için birleşmenin, örgütlenmenin ve bizler üzerinden yaşam şansı bulan asalak sisteme öldürücü darbeyi vurmanın yaşamsal önemi orta yerde duruyor.

Yararlanılan kaynak: M. Akif Akalın, Toplumcu Tıp/ Sovyetler Birliği Deneyimi