2023 1 Mayıs’ını seçim gündemiyle birlikte karşılıyoruz. Seçim gündemi toplumun geniş kesiminin olduğu gibi işçi ve emekçilerin de temel gündemi haline gelmiş bulunuyor. Sınıfın verili bilinci, devrimci ve ilerici güçlerin işçi ve emekçi kitlelerle bağlarının zayıflığı seçimler üzerinden yaratılan umut tacirliğinin iktidardan rahatsız kesimlerde geniş bir yankı bulmasını sağlıyor. Burjuva muhalefeti kitlelerin 20 yıllık gerici iktidardan rahatsızlığını düzen içi kanallarda tutmak için canhıraş çalışıyor. Reformist sol çevreler ülke tarihinde olmadığı kadar açık ve berrak bir tutumla parlementerist hayalleri yaymak için adeta birbiriyle yarışıyorlar. “Sosyalizm” iddialı çevreler işçi sınıfının, emekçilerin kurulu düzenden, daha özelinde ise AKP iktidarından rahatsız kesimlerin verili bilincini ileri taşımak yerine onların oy desteğini almak için söylem ve tutumlarını en geri yerden kuruyorlar. Sosyalizmin tarihsel değerleri, birikimi, iktidar perspektifi, yöntemi vb. parlamentoda koltuk kapmak uğruna en pespaye biçimde yok sayılıyor. Ortaya konulan tutumlar ise sosyalizm etiketiyle pazarlanıyor ve geniş kesimlere yutturulmaya çalışılıyor.
12 Eylül faşist darbesiyle birlikte devrimci konumunu terk eden dünün devrimci hareketleri sağlam bir temelden yoksun olsa da yer yer geçmiş değerlerinin basıncı altında kalarak davranıyorlardı. Gelişmeler artık söylem düzeyinde dahi bu tutum ve davranışların hızla terkedildiğini göstermektedir. 12 Eylül yenilgisinin ardından devrimci safları terk edenler için bu durum ‘90’lı yıllarla birlikte belirginleşmiş bir tutumdu. Gelinen aşamada yakın döneme kadar devrimci kalmakta ısrar eden, devrimci değerleri yer yer tutarsız ve çarpık biçimde sınıf özünden kopuk da olsa öne çıkaran çeşitli sol çevrelerde ana akım reformist (gelinen aşamada önemli bir kısmı için düzen solu denebilir) çevrelerin cereyanına kapıldılar. Kuşkusuz bu tek başına reformizmin etkisiyle açıklanacak bir durum değildir. Özellikle sermaye devletinin son 8 yılda hayata geçirdiği saldırılar karşısında bir dizi sol çevrenin sağlam olmayan ideolojik-politik hattının, örgütsel zeminlerinin ve ilkesel tutumlarının iflasının gelinen aşamadaki bir yansımasıdır yaşananlar…
Yaklaşan 1 Mayıs’a karşı yaklaşımlarda bu tutum ve eksen kayması, daha doğru ifadeyle belirginleşmesinden bağımsız ele alınamaz.
İddiasızlaşan sol, terkedilen mevzi!
2023 1 Mayıs toplantıları bir dizi kurumun çabasına rağmen yine geç bir tarihte başladı. Uzun zamandır her yıl gerçekleşen toplantıların düzeyinin düştüğünü söyleyebiliriz. Gelinen aşamada sendikal bürokrasinin kendi programını deklere ettiği, bunu da ortaklaşma olarak sunduğu toplantılardan bahsediyoruz. Geçen sene bu durumun daha da ileri taşındığı bir pratik yaşadık. Dörtlü olarak ifade edilen (DİSK, KESK, TTB, TMMOB) bileşen, diğer kurumlar adına hazırlanan ve kürsüde okunan metni hazırlayarak diğer kurumların önüne koydu. Birkaç kurum dışında bu tutuma tepki gösteren ise olmadı. Hatta sınıf devrimcilerinin ve birkaç kurumun bu dayatmaya karşı tutumlarına saldırmayı kendilerine görev bildiler. Ciddi bir dayatma ve tutum orta yerde duruyorken solun geniş kesimlerinin bu dayatmayı olağan karşılaması gelinen düzeyin görülmesi için fazlasıyla yeterlidir.
2023 1 Mayıs’ı gündemli toplantıda sol hareketin iddasızlaşmasının yeni bir boyut kazandığını söyleyebiliriz. Sendika bürokratları ilk toplantıda yine kendi programlarını açıkladılar ve bu programa solun tüm kesimlerini yedeklemeye dönük adımlarını attılar. Bu durum yeni değil. Yıllardır benzer durumlar yaşanıyor. Yeni olan ise bir elin parmaklarını geçmeyecek kurumun “ortak program” adı altında tüm kurumların iradesini hiçe sayarak sunulan dayatmalara itiraz etmesiydi. Her geçen gün azalan itirazlar ve tartışmalar sendika bürokratlarını her yıl daha fazla cesaretlendiriyor olsa gerek. Açığa çıkan bu tablo solda iddasızlaşma, ideolojik-politik gerilemeden başka bir şeyle ifade edilemez. Hatta sendikal bürokrasinin yedeğine düşmeyi gönüllü olarak kabul eden ve küçük hesaplar uğruna değersizleşen, yer yer kraldan daha kralcı tavır takınan duruma düşmeleri ise rezalette sınırsız olduklarının göstergesidir. Keza başta EMEP ve DİP sendikal bürokrasiye yöneltilen eleştirilere kalkan olma görevini üstlenerek eleştiri sunan kurumlara karşı saldırıya geçmeyi görev bilmişlerdir. Yaklaşık 50 kurumun olduğu toplantıda 15 kişi söz almış, bunların bir elin parmağını geçmeyecek kadarı dayatmaları eleştirerek 1 Mayıs’ın ortak örgütlenmesi düşüncesini ifade etmiştir. Geri kalanlarından birkaçı sendikal bürokrasinin avukatlığına soyunmuş diğer kısmı ise bir an önce Maltepe’nin netleşmesi ve kolların oluşturulması düşüncesinden başka bir şey ifade etmemişlerdir. Söz almayan kurumların sessiz kalmalarıysa dayatmaları kabullenmeleri anlamına gelmektedir.
Tablo budur. Sendikal bürokrasinin iradelerine ipotek koymasına ses çıkaramayan kurumlar gerçeğidir. Bürokratik kastlarda doğrudan temsilcisi olan ve olmayan fakat sendikal bürokratik kastın siyasal uzantısı olan sol siyasetler toplamının sınıfı devrimleştirmesini beklemek-ummak ise hayal dünyasında gezmekten başka bir şey değildir.
Taksim 1 Mayıs alanıdır!
İstanbul 1 Mayıs’ı denince akla gelen ilk şey Taksim’dir. Taksim tartışmasız olarak 1 Mayıs alanıdır. Devrimci ve ilerici işçilerin, emekçilerin kanla canla kazandığı meydandır. Taksim’in açılması ve kapanması işçi sınıfı ve geniş kesimlerin örgütlülüğü ve mücadelesiyle doğrudan ilişkilidir. İşçi sınıfı, emekçiler, geniş kesimler örgütlü ve militan bir hat izlediğinde Taksim yasakları boşa düşürülmüş ve kutlamalar gerçekleştirilmiştir. Sermaye devleti işbirlikçi sendika ağalarını ve devletin tüm kurumlarını devreye sokarak Taksim iradesini ve Taksim 1 Mayısları üzerinden açığa çıkan mücadele azmi ve iradesini kırmak için azgınca saldırmıştır. Gelinen aşamada Taksim yasaklıdır, daha doğru ifadeyle sermaye devletinin sınıf tutumunun bir yansıması olarak keyfi olarak yasaklanmış, işçi ve emekçilere kapatılmıştır. Dün olduğu gibi bugün de Taksim üzerindeki yasak devrimci ve ilerici güçlerin, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin birleşik mücadelesiyle aşılacaktır. Aksi her beklenti mücadele ile elde edilen-edilebilecek her şeyi burjuva düzenin ve aktörlerinin insafına terk etmek demektir.
İstanbul 1 Mayıs’ına giderken!
İstanbul 1 Mayıs hazırlıklarında Taksim her zaman belirgin bir yer tutmuştur. Son yıllarda soldaki zayıflama ve iddia kaybıyla birlikte Taksim salt bir alan tartışmasıymış gibi algı bir dizi kurum tarafından bilinçli ve sitemli olarak ortaya konmaktadır. Keza Taksim tartışması alan tartışması olmanın çok ötesindedir. En geri noktada duran kurumlar bile bunu bilmektedir. Devletin Taksim Meydanı üzerinden yürüttüğü sistematik saldırı bile buna bir göstergedir. Geçmişte birleşik biçimde Taksim iradesinin koyulması çabasının parçası olmayan kurumlar Taksim karşısında temkinli davranmak zorunda kalıyorlardı. Politik planda dahi olsa “Taksim olmalı… Ama”larla devam eden cümleler kuruyorlardı. Gelinen aşamada ise politik planda dahi Taksim iddiasını ortaya koymaktan uzaklaştıkları gibi Taksim tutumuna “Maceracılık”, “İşçileri polise coplatma girişimi”, “Sınıftan kopukluk”, “Uygunsuz durum yaratma” vb. ifadelerle açıktan karşı duruş sergileyen konumda duruyorlar. Devrimci güçlerin zayıflığı ve güçlü bir sınıf hareketinin yoksunluğundan güç alarak bu tutumlarını rahat biçimde sergiliyorlar. Bu tutumların sahiplerinin takiyeciler olduğunu ise unutmamak gerekir. Yarın Taksim barikatları açıldığında en önde yer almak için her türlü ilke, değer yoksunu davranışları ortaya koyacaklarından şüphe duymamak gerekir.
Göstermelik toplantıların gösterdikleri!
1 Mayıs gündemli toplantıda dörtlü adına yapılan konuşmada “Taksim başvurusu yapacağız ama Maltepe’deyiz” demeye gelen açıklama yapıldı. Birkaç devrimci kurum tarafından Taksim’in önemi ve birleşik biçimde Taksim iradesi ortaya koymanın gerekliliği vurgulandı. Bazı çevreler ise doğrudan ve Taksim düşüncesine saldırmadan Maltepe üzerinden fikrini beyan etti. Bazı çevreler ise adeta düşkün ve Taksim düşmanı açıklamalar yapma yolunu seçtiler. Bazı örnekler vermek tablonun anlaşılmasını sağlayacaktır.
SEP: “Taksim emekçilerin gündeminde değil. Taksim demek emekçilerin taleplerini polis şiddetiyle ezdirmektir.”
DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu toplantı kapanış konuşmasında Taksim’le ilgili şu ifadeleri kullandı:
“Biz Taksim deriz ama üyelerimizi getiremeyiz. Bu sene Taksim yasağı son. Seneye Taksim’deyiz. Bu sene Taksim diyerek uygunsuz görüntüler yaratmak istemiyoruz.”
Toplantıda söz alan DİP, EMEP gibi kurumlar politik bir tutum olarak Taksim’e değinme ihtiyacı duymadıkları gibi Taksim vurgusu ve başka bir dizi öneriler yapan İşçi Emekçi Birliği ve bileşenlerini eleştiren, deyim uygunsa sendika bürokratlarının avukatlığına soyunan tutumlar sergilediler. 50 kurumun olduğu toplantıda Taksim vurgusunun yapıldığı konuşmaların yine sınırlı olduğunu söyleyebiliriz. Sol güçlerin ortak hareket ettiği dönemlerde istisnasız birçok kurum farklı alan önerse dahi Taksim’in öneminden bahsederdi. Şimdi ise Taksim’in gereksiz ve anlamsızlığından bahsedenler sesini daha yüksek çıkarmaya başladılar.
Kuşkusuz Taksim 1 Mayıs alanıdır. Farklı tercihler yapılabilir fakat bu bir değerlendirmeye ve politik bir tercihe dayanmak zorundadır. Açığa çıkan tabloda tercihler sınıfın ve kitlelerin bilincini militan eylemini ileri taşımak yerine geri yanlarına tutunmanın bir sonucudur. Tam da bu nedenle solun bir kesimi gerçeklerinin yüzlerine vurulduğu her değerlendirmeye, öneriye karşı durmayı kendine görev edinmiştir.
Sendikal bürokrasi mi, sosyalist etiketli yılgınlar mı?
Sınıf ve kitleleri ilgilendiren herhangi bir sorun, gündem, geri tutum açığa çıktığında sendikal bürokrasinin buradaki özel rolünün altı kalınca çizilir. İşbirlikçilik, ihanet vb. bürokratik kastın mayasında vardır. Keza DİSK Genel Sekreteri ve Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı’nın 1 Mayıs toplantısında ifade ettikleri bu gerçeğin altını çizmektedir. Devrimci ve ilerici güçlerin Taksim’i belirgin biçimde gündeme getirdikleri ve azımsanmayacak bir desteğin görüldüğü zamanlarda daha temkinli adımlarla Taksim’den kaçmayı teorize ediyorlardı. Son günlere kadar süren valilik görüşmelerinin ardından “Biz zorladık olmadı”larla süreci geçiştiriyorlardı. Artık buna ihtiyaçları dahi kalmadı. Keza 2013 yılında Taksim’e yeniden getirilen keyfi yasağı takip eden birkaç yıl boyunca “Taksim 1 Mayıs alanıdır, 1 Mayıs miting değildir, bunun için başvuru yapmayız. Biz Taksim’deyiz” diyorlardı. Sonrasında ise bilindik oyalamacalar devreye sokuldu.
Solun önemli bir kısmı sendikal bürokrasinin tutumuna esaslı eleştiriler sunmadan fakat kendi zayıflıklarını örtmek için “Bürokratlar işte, ne beklenir ki bunlardan” diyerek geri adım attılar. Geri adımların geldiği nokta ise Taksim’i tamamen gündemlerinden çıkarmalarına vardı.
Sendikal bürokrasinin sınıf üzerindeki gerici rolü tartışmasızdır. Fakat sınıfa siyasal militan mücadele bilinci taşımak yerine geri yanlarına yaslanan sol hareket gelinen yerde bürokrasiden daha geri bir noktadadır. Biri üç yapma ama burada da sınıfın geri bilincine yaslanma, devrimci olan ne varsa ondan uzak durma tutumu solun büyük bir kısmının temel davranış biçimidir artık. Sınıfı ve kitleleri dişe diş mücadeleye hazırlamak bugünün koşullarında en zor iştir. Bunu yapmak yerine popülizm yapmak, kitle tabanını genişletmek için daha elverişlidir. Durum böyle olunca “işçiler gelmiyor” argümanın arkasına saklanmak da adeta moda olmuştur. Yapılması gereken her koşulda işçileri, emekçileri, kitleleri dişe diş mücadeleye hazırlamak, sınıf ve mücadele bilinci kazandırmaktır. Birleşik, militan devrimci bir sınıf hareketi yaratmanın başka yolu yoktur. Aksi her adım işçi ve emekçileri oy verecek kişiler olarak görmek, düzen sınırları içinde siyaset yapmanın dışına çıkmamaktır. Solun uzun yıllardır sergilediği bu tutum sendikal bürokrasi üzerinden açıkladıkları her gerici yaklaşım ve pratiğin baş aktörleri olduğu gerçeğinin üzerini örtemez. Yılgınlığa düşenlerin, umudunu düzen muhalefetine bağlayanların bürokratlar üzerinden açıklamaya çalıştıkları tablodaki paylarını hiçbir örtü örtemez. Kuşkusuz sınıf devrimcileri başta olmak üzere devrimci ve ilerici güçlerinde bu tabloda payları vardır. Sınıfın öne çıkan kesimlerini devrimci eksende kazanmaktaki zafiyet başta sayılacak sorun alanıdır. Militan bir sınıf ve kitle hareketi yaratmak, yılgınlığa düşen solun tükettiği kesimleri gerçek devrimci sınıf çizgisine ve programına kazanmak militan kitlesel mücadeleler yaratmak ve sendikal bürokrasiye büyük darbe vurmak için yakalanması gereken halkadır.
Taksim nasıl kazanılır?
Taksim son dönemlerde moda olan bir düzen partisinin yerine başka bir düzen partisinin gelmesiyle kazanılmaz. Keza burjuva düzenin her aktörü sermaye sınıfının temsilcileri ve farklı klikleridir. İşçi sınıfının militan ve mücadeleci her çıkışı bunları korkutur, sınıf çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre davranırlar. Taksim kitle mücadelelerinin simgesidir. 2010 yılından 2012 yılına kadar en görkemli 1 Mayısların alanı olmuştur. Sermayeye korku olan işçi sınıfı ve geniş kesimlere özgüven, mücadele azmi taşıyan bir alan olmuştur. Bu korku sermayenin her kliğini Taksim’e saldırmaya, yasaklamayı başaramadıkları her durumda ise ehlileştirmeye itecektir. Bu gerçeklerden hareketle Taksim ancak fiili-meşru ve militan mücadelelerle kazanılır. Ancak böyle bir tutumla sınıf ve kitle hareketinin devrimci geleceğinin bir simgesi olur. Aksi her tutum ve beklenti düzenin icazet alanlarında kalmaktan başka bir sonuç üretmez.
2000’li yılların başında devrimci ve ilerici kurumların çabalarıyla oluşturulan “Devrimci 1 Mayıs Platformu” sendikal bürokrasinin 1 Mayıslar üzerindeki gerici hegemonyasını kısmen kırmak için önemli işlevler gördü. Sendikal bürokrasinin hegemonyasını aşacak güç ve düzey yakalanmasa dahi uzun yıllar süren tutum ve pratikler sendikal bürokrasinin gerici hegemonyasın da gedikler açmayı başardı. Bürokratik kast tepkilerin bir sonucu olarak 1 Mayıs’ın tarafı olan kurumlar adına ortak açıklamanın kürsüden okunması, ortak metnin Kürtçe okunması, vb. gibi bir dizi konuda taviz vermek zorunda kaldı. Kürsüye çıkan sendika başkanları devrimci ve ilerici kurumların basıncının bir sonucu olarak “biz de devrimciyiz” görüntüsü vermek adına sosyalizm ifadelerinin yer aldığı konuşmalar yapmak zorunda kaldılar. En önemlisi ise Taksim iddiasını bir söylem olmaktan çıkararak pratik bir tutumun konusu etmek zorunda kaldılar.
Gelinen aşamada dünün iddialı ve kararlı tutumlarının sonucu elde edilmiş tüm kazanımlar ortadan kalkmış, olduğu kadarıyla da sendikal bürokrasinin sol çevrelere lütfuymuş gibi sunulur hale gelmiştir. Taksimi yeniden kazanmanın yolu da devrimci ve ilerici kurumların, işçilerin, gençlerin birleşik mücadelesiyle mümkündür. En başta da öne çıkan işçi ve emekçileri sınıf davasının gerçek neferleri olarak kazanmak ve öne çıkarmakla mümkündür. Gerici sendikal siyasal odakların etki ettikleri kesimleri gerçek sınıf mücadelesine ve gündemlerine çekmenin biricik yolu budur. Devrimci iddiası olan her kurum ve bireyin yapması gereken de bulundukları her yerde geleceği kazanmak için canla başla çalışmaktır. Sınıf devrimcileri öne çıkan işçileri, gençleri, kadınları devrim davasına kazanmak için her zamankinden daha fazla çaba ortaya koymalıdırlar. Taksim’i gerici tartışmaların parçası olmaktan çıkarıp, geniş kesimlerin iddiasına dönüştürmenin yolu buradan geçmektedir.