1975 ara seçim deneyimi üzerine

Burada önemli olan, Türün’e seçim dönemini kabusa çeviren, bunun için işçi ve emekçilere darbecilerle hesaplaşma çağrısı yapan devrimcilerin politika üretmesi, kitle çalışması yürütmesi ve militan duruşuyla güven yaratmasıdır. Asıl kazanım budur. İstanbul Sıkıyönetim komutanına İstanbul’un sokakları, meydanları dar edilmiştir! Devrimcilere rağmen Türün kazansa da bu politik etki değişmezdi. O dönemin devrimcileri Türün’e kaybettirmek için CHP adayına sıkışmadılar. CHP senatörünün yaptıkları, devrimcilerin moral ve motivasyonunu, yürüttükleri çalışmanın kitleler üzerindeki etkisini zayıflatmadı.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 19 Haziran 2019
  • 20:24

Sonuçta 12 Mart’ın işkenceci faşist paşası seçimlerde ağır bir hezimete uğradı. Devrimciler seçimleri 12 Mart faşist cuntasıyla politik ve moral bir hesaplaşmanın fırsatı olarak kullanmışlardı.” (İstanbul Seçimleri ve Devrimci Sınıf Tutumu, Ekim, Sayı:317, Mayıs 2019)

TKİP’nin İstanbul seçimlerinin yenilenmesi üzerine açıklamasında değindiği 1975 yılı Cumhuriyet Senatosu ara seçimleri oldukça önemli bir tarihsel deneyime işaret etmektedir. ‘75 seçimlerindeki devrimci tutum, bugünün görevlerine de ışık tutan ön açıcı bir deneyimdir.

Devrimci mücadele gibi süreklilik taşıyan bir alanda tarihten öğrenmek, tarihin dersleriyle yeni mücadeleler örmek kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Hele ki tarih bilincinin kırıldığı içinden geçtiğimiz dönemde, geçmişten kopuk an tahlili ve ardından “anın zorunlu seçeneği” tutumları dayatılıyorken, bunun önemi daha fazladır.

Seçim süreçlerinden bakıldığında, buna dair birçok durumu örnekleyebiliriz. Sanki burjuvazi ilk kez bu kadar politik arenaya hakim ve sermaye devleti ilk kez baskı gücü haline gelmiş gibi bir algı yaratılmakta ve ardından reformist hatta düzen işbirlikçisi eğilimler meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Fakat biz ideolojik kimliğimizden aldığımız güçle bu savrulmalar karşısında istikrarlı yolumuzu yürüyebiliyoruz. Bu noktada seçimler ve İstanbul seçimlerinin yenilenmesinde ortaya çıkan taktiklere dikkat çekerek, tarihin önemine değinmek istiyoruz. Çünkü 1975’te düzen partisi AP adına Demirel’in “sol ve milliyetçilik arasındaki seçim” dediği istikrar vurgusuyla, Erdoğan’ın beka tartışması arasında fark yoktur.

İstanbul seçimlerinin yenilenmesi kararı ile sol adına yeniden bir tutum tartışması çıktı. Aslında yenileme öncesi de dolaylı/dolaysız CHP’ye destek açıklanmışken, bu tutumdan bağımsız görünen bir dizi sol güç de bugün “demokrasi için” CHP desteğine kaydı. Bunu AKP’nin sandık darbesine bağlayanı da var, HDP gibi “demokrasi mücadelesinin gereği”ne bağlayan da! Ancak biz demokrasi mücadelesi için başka bir seçenek olduğunu, bunun gerçek bağımsız hattın, bu anlamıyla işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi olduğunu biliyoruz.

Anti-faşist kampanyaya dayanan üçüncü seçenek!

Selahattin Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışıyla, Canan Kaftancıoğlu’nun yenilenen seçim için “AKP’nin çöküşüne başlangıç” ilan etmesi aynıdır. Ancak 1975 deneyimi üzerinden Erdoğan’a kaybettirme tartışmamız aynı değildir. Aradaki fark yöntemseldir. Esas itibarıyla onlar seçim sandıkları merkezli bir sonuç denklemi kurarken, biz seçimin politik yoğunluğu içerisinde devrimci bir mücadele yönteminden söz ediyoruz. Söz konusu olan sistemden bağımsız ele alınamayacak bir gerici iktidar teşhiri ile bunun alternatifi olarak devrim ve sosyalizmi öne çıkarmak, onu gerçek seçenek kılmaktır.

İşte bu noktada 1975 seçimlerine dönmek gerekiyor. Zira 1975’te ne olduğunu somutlamak durumu anlaşılır kılacaktır. Faik Türün adaylığını açıkladığında, devrimciler için hâlâ darbeyi geride bırakıp bırakmamış olmak tartışmalıydı. Devlet üzerinde ordunun hegemonyasından bağımsız olmayan bu adaylığın karşısında politika geliştirmekse oldukça önemli bir fırsattı. Darbeye karşı örülemeyen mücadele şimdi, işçi ve emekçilere seçimlerin yoğun politik atmosferi içerisinde taşınabilirdi.

O günlerde hâlâ da 12 Mart’ın yaralarını sarmakla uğraşan dönemin devrimci hareketi açısından vücut bulan bu oldu. Etkin bir devrimci anti-faşist kampanya örüldü. Faik Türün’ün de sorumluluğunu taşıdığı işkence tezgahlarından geçen devrimciler, 10 Ekim’de basın açıklamalarıyla “Faik Türün hesap vermelidir” çağrısını adaylığına karşı mücadele ile birleştirmişlerdi. Devrimciler güçlü oldukları mahallelerde Faik Türün’ün seçim çalışmalarını engellemiş, korsan eylemlerde barikatlar kurmuşlardı. Sarıyer, Hisarüstü, Alibeyköy gibi emekçi semtlerinde Faik Türün’e geçit verilmemişti. İstanbul’un birçok caddesinde, sokaklarında yazılamalarla, afişlerle Türün teşhir edilmişti. Eminönü’nde Türün’ün seçim afişlerinin yırtılması, Adalet Partililer tarafından korkuyla “ilçe binasına baskın girişimi” diye abartılmıştı. 26 Ekim günü Türün, Karadolap’ta kahvede konuşma yaparken yüzlerce işçi ve emekçi sloganlarla gelip kahveyi taşlamış, 9 kişi gözaltına alınmıştı. Uğur Mumcu Cumhuriyet’teki köşesinde “son olaylar Türün hazretlerinin sinirlerini iyice bozmuş olacak” diyerek devrimcilerin faaliyetlerine değinmişti.

Sendikalar da taraf!

Darbeciler “demokrasi ve seçim” maskesiyle sendikalara düzenlediği aday ziyaretlerinden de umduğunu bulamamıştı. Türk-İş bile Türün’ü desteklemediğini açıklayarak, devrimcilerin yarattığı atmosferde tutum almak durumunda kalmıştı. Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, “ulusun kaderini bir avuç çıkar çevresinin kaderi ile bir tutan zihniyetin Türk işçi hareketi tarafından desteklenmesi mümkün değildir” diyerek, sınıf vurgusu yapmıştı.

Sadece tutum beyanı değil, sendikalanın açıklamasındaki detaylar da önemli. Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Semih Balcıoğlu, Faik Türün’ün sendika genel merkezini ziyareti nedeniyle bir açıklama yaparak, Türün’ün randevu almadan geldiğinin altını çizmiş, ziyaret sonrası kınama telefonları aldıklarını ifade ederek, oluşan tepkinin basıncını yansıtmış ve şunları ifade etmişti: “... Sayın Türün’ün bu görevdeyken üyemiz olan basın mensuplarına, gazetelere ve diğer yayın organlarına karşı olan yasadışı davranışları hiçbir zaman unutulmamıştır ve unutulmayacaktır. (...) Birçok arkadaşımızın yüzünde acı işkence izleri hâlâ durmaktadır.

Türk-İş İstanbul Bölge Temsilcisi Ziya Hepbir de ayrı bir açıklama yapmış, “grev yasaklayan bir zihniyetin temsilcisi” vurgusuyla “Türün’ü desteklememiz söz konusu değil” demişti. Anti-faşist kampanyanın sınıf ayağında da taraflaşma yaratılıyordu. Bunun 1 Mayıs kürsüsünde İmamoğlu’nu konuşturmakla hiçbir ortak yanı yoktur!

DİSK de Türün karşıtı mücadelede taraflaştırılıyor, ancak sendika bürokratları bunu CHP desteğine sıkıştırmaya çalışıyordu.

Devrimcilerin basıncı CHP’yi de Türün karşısında “Katil paşa, Demirel’e maşa!”, “İşkenceci Türün geliyor hesap günün!” şiarlarını kullanmaya itmişti.

Türün “İşkence ile ilgili şikâyetleri her defasında soruşturdum, hepsi de gerçeğe aykırı çıktı” diyerek ayyuka çıkan pisliklerini inkar etmeye çalışıyordu. Darbe günlerinde “halk savaşına karşı” sıkıyönetim ilan eden bu komutan, gerekirse eylemlerde toplu tutuklamalar yapacakları tehditleri savurmuştu. Seçim dönemi ilk demecinde kendisine faşist denmesine “bu benim için şereftir” diyordu. Mao’dan alıntı yapıp “balığı değil suyu kazanın” düşüncesinin faşist yorumuyla “Balığı, yani anarşisti tek yakalamaktansa, suyu yani anarşistin ortamını yaşanmaz hale getirmeyi düşündüm ve uyguladım” diyen Türün, sonrasında işkenceci pratiğini de itiraf etmek zorunda kalmıştı. TKP’nin Sesi Radyosu Türün teşhirinde işkence gören sosyalistlerin ifadelerini yayınlanmıştı.

Kaderin ironik tekrarı olarak Kadir Mısırlıoğlu’nu kollayan Türün ile Erdoğan arasındaki ortaklık da dikkat çekicidir. Türkiye İşçi Partilileri, Tersane-İş Sendikası üye ve yöneticilerini sahte bombalama yalanlarıyla “sabotajcı” ilan eden, yargılandıkları davadan beraat etmelerini hazmedemeyen Türün, Mısırlıoğlu’nun o günlerde de yaptığı saçma tarih konuşmalarına kovuşturma açtırtmayarak destek veriyordu. Mısırlıoğlu isminin ortaklığı, 44 yıllık gericiliğin kökleri, işkencecilerin korunması pratiğindeki baskının yöntemi, aynı argümanların üretilmesi tesadüf mü?

Burada önemli olan, Türün’e seçim dönemini kabusa çeviren, bunun için işçi ve emekçilere darbecilerle hesaplaşma çağrısı yapan devrimcilerin politika üretmesi, kitle çalışması yürütmesi ve militan duruşuyla güven yaratmasıdır. Asıl kazanım budur. İstanbul Sıkıyönetim komutanına İstanbul’un sokakları, meydanları dar edilmiştir! Devrimcilere rağmen Türün kazansa da bu politik etki değişmezdi. O dönemin devrimcileri Türün’e kaybettirmek için CHP adayına sıkışmadılar. CHP senatörünün yaptıkları, devrimcilerin moral ve motivasyonunu, yürüttükleri çalışmanın kitleler üzerindeki etkisini zayıflatmadı.

Bugün de devrimcilerin önünde ya AKP’ye teslim olmak ya da İmamoğlu’nu desteklemek gibi bir ikilem bulunmuyor. Asıl saflaşma iki sınıf arasındadır ve gerçek seçenek devrim mücadelesini geliştirmektir. ‘75’in kazanımı, sonraki yıllarda yükselen sınıf ve devrimci mücadelede kendini gösterdi. Bunun için ‘75 seçimleri referansından devrimciler adına CHP ya da başka bir düzen partisi kuyrukçuluğu çıkmayacaktır. Tarihimiz sosyal demokrat maskeli burjuva partileri ile reformist sol partilerin düzen sınırlarına hapsolanların politik iflasıyla doludur. Bu karanlık günlerde geleceği yaratacak olan, ilkelerde ve devrimci sınıf mücadelesinde ısrardır.