16 Mart 1978 Beyazıt Katliamı’nın 43. yılı… Katliamların hesabı sorulacak!

16 Mart 1978 Beyazıt Katliamı da devletin kanlı ve kirli yüzünü ortaya seren katliamlardan biridir. Gerçekleştiği tarihsel koşullara bakıldığında, devletin sistematik saldırılarının bir parçası olduğu görülür. ‘60’lı yılların ikinci yarısında yükselen toplumsal mücadelenin önüne geçebilmek için saldırılarını tırmandıran sermaye devleti, faşist çeteler eliyle de katliamlar gerçekleştiriyordu.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 16 Mart 2021
  • 12:20

“Çitler kesilir birer birer
cop ve bomba alt edilirler
biz ki gürleyen birer volkanız
Beyazıt patlayan krater

Mart'ın on altısında yedi can
düştük gün ortasında yedi can
bin dallı yasemen olup yeşerdik
faşizmin karşısında yedi can

Çaldığım özgürlük ateşini
ülkemin koynunda büyütmek
değil lale bahçelerinden değil
barut yakan avazdan (soluktan) geçer”

1 Mayıs 1977 Taksim, Beyazıt, Çorum, Maraş, Sivas, Gazi, Roboski, Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç, Ankara, Antep, Cizre, Sur, Nusaybin...

Türk sermaye devletinin tarihi katliamlarla doludur. Ne zaman ki baskıya, sömürüye, savaşlara, emperyalizme karşı toplumsal muhalefet yükselse, sermaye devleti CIA ile kontr-gerilla masalarında planlanan katliamlarını devreye sokmuştur. 

16 Mart 1978’de 7 can!

16 Mart 1978 Beyazıt Katliamı da devletin kanlı ve kirli yüzünü ortaya seren katliamlardan biridir. Gerçekleştiği tarihsel koşullara bakıldığında, devletin sistematik saldırılarının bir parçası olduğu görülür. ‘60’lı yılların ikinci yarısında yükselen toplumsal mücadelenin önüne geçebilmek için saldırılarını tırmandıran sermaye devleti, faşist çeteler eliyle de katliamlar gerçekleştiriyordu.

‘77 1 Mayıs’ında CIA masalarında tezgahlanan en kanlı katliamlardan biri gerçekleştirilmiş, 34 emekçi yaşamını yitirmişti. İşçilere yönelik saldırılara birlikte devrimci ilerici öğrencilere yönelik baskılar da tırmanıyordu. Üniversiteler faşist abluka altındaydı. Rektör-polis-faşist çeteler işbirliği ile devrimci ilerici öğrenciler fakültelere alınmıyordu. Faşist saldırılara karşı sessiz kalmayan devrimci ilerici öğrenciler, bu ablukayı dağıtmak için 16 Mart 1978’de Süleymaniye’de bir araya gelerek İstanbul Üniversitesi Merkez Bina’ya doğru toplu şekilde yürüyüşe geçtiler. Diğer fakültenin öğrencileri de onlarla birlikte Eczacılık Fakültesi’ne kadar yürüdüler. Bu eyleme karşı pusuda bekleyen faşistler katliam hazırlıklarını tamamlamışlardı. Öğle tatilinde Süleymaniye’ye açılan kapının polis tarafından kapatılması ve çıkışlara izin verilmemesi nedeniyle devrimci öğrenciler meydana açılan kapıya doğru yöneldiler. Buradan çıkmakta olan öğrencilerin üzerine “Beyazıt Meydanı komünistlere mezar olacak!” bağırışlarıyla kurşun yağdırılmaya başlandı. Hemen ardından da bomba atıldı. Saldırı sonucu 50’den fazla insan yaralandı, 7 devrimci öğrenci katledildi.

Katliamlar bu düzenin geleneğinde var

Katliamın ardından bilindik senaryo devreye sokuldu. Katliamı gerçekleştiren faşistler korundu ve yargı yoluyla aklandı. İşbirliği yapan polisler ödüllendirildi.

Ortaya çıkan kanıtlar, katliamın asıl sorumlusunun devlet olduğunu ortaya koymuştur. Katliamda kullanılan bombanın 16 Şubat 1978’de yakalanan emekli yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’in deposunda bulunan Amerikan modeli TNT kalıplarından yapıldığı açığa çıkmıştır. Ülkücü faşist Ali Yurtaslan’ın Ağustos 1978’deki itiraflarına göre, kontrgerilla mensubu bu yüzbaşı MHP’liydi ve faşist saldırıları örgütleyenlerle yakın ilişki içindeydi.

Katliam günü öğrencileri meydan çıkışına doğru yönlendirerek katliama zemin hazırlayan polis şefi Reşit Altay’ın, katliamı gerçekleştiren faşistlerin peşinden koşan polislere “dur!” emri verdiği ve Altay’ın katliamdaki başarısından sonra devlet tarafından ödüllendirilerek, İstanbul TMŞ Müdürlüğü’ne atandığı bilinmektedir.

Katliamı gerçekleştirenlerden biri olan, konuşacağı korkusuyla diğer katiller tarafından öldürülen Zülfikar İsot’un ablası Remziye Akyol’un yaptığı açıklamalar da yeni gerçekleri gün yüzüne çıkarmıştır. Akyol’un, katliamı gerçekleştirenlerin kardeşi ile birlikte Latif Aktı, Sıddık Polat ve polis Mustafa Doğan olduğunu, katliam emrini Alparslan Türkeş’in verdiğini açıklamasına rağmen Türkeş’e herhangi bir dava açılmadı. Mustafa Doğan “bulunamaması nedeniyle” yargılanmadı.

Katliamın sorumlusunun devlet olduğunun kanıtlarından biri de Pol-Der yetkililerinin yaptığı ihbar oldu. Dönemin Pol-Der yetkilileri katliamı öncesinden ihbar etmiş, bu da İçişleri Bakanlığı tarafından doğrulanmıştır. Ancak bu ihbarın da gereği yapılmadı. Katliamın sorumlularından İstanbul Ülkü Ocakları Derneği yöneticileri Mehmet Gül ve Mustafa Verkaya aylarca yakalanamadılar. Yakalandıklarında ise bir iki yüzleştirmenin ardından serbest bırakıldılar. Mehmet Gül daha sonra MHP’den İstanbul milletvekilliği yaptı.

O günden bugüne katliamların sonu gelmemiştir. Tüm bu katliamların hesabı işçilerin ve emekçilerin yükselecek mücadelesiyle eninde sonunda sorulacaktır.