Zirvelerin “barış” sahtekarlığı Libya’da tutmadı

Emperyalistlerin insanlığa karşı işledikleri bu ağır suçların hesabı, kendilerinin güdümündeki herhangi bir kurum ya da mahkeme tarafından değil ancak bölge halklarının birleşik devrimci direnişiyle sorulabilir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 02 Ocak 2022
  • 20:05

Libya’yı yağmalama savaşının tarafları, 2020 Ocak ayında Birleşmiş Milletler’in (BM) ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in çağrısıyla Berlin’de bir araya geldiklerinde, ilk etapta silah sevkiyatının durdurulması konusunda “anlaşarak” ülkede istikrarın sağlanacağı illüzyonu yarattılar. Tilkinin tavuk kümesine bekçi yapılması misali, Almanya ve Fransa’nın başını çektiği AB gözetiminde bir kontrol mekanizmasının bu süreci yürüteceği söyledi. Berlin’de anlaşmaya imza atanların hiçbiri buna uygun davranmadı. Rakip güçler tarafından savaş yanlısı olarak gösterilmemek ve iç kamuoylarında “barıştan yana” görüntüsü yaratabilmek için anlaşmaya imza atanların yaptıkları şey kaba riyakarlıktan ibaretti.  

Riyakarlar topluluğu Libya’da “barış ve istikrarın sağlanması için” birbirlerini sorumlu davranmaya çağırdılar. 24 Aralık 2021’de gerçekleştirileceği söylenen seçimlere bağlı kalmalarını istediler. Perde önünde barış nutukları atanlar Libya’nın petrol kaynaklarından daha büyük pay kapmak için silahlandırdıkları piyonları üzerinden savaşı sürdürdüler. Devam eden çok taraflı, çok figüranlı yağma savaşı Libya’daki bölünmeyi daha da derinleştirdi.

AKP işbirlikçisi “Ulusal Mutabakat Hükümeti”nin (GNA) Trablus ve çevresinde, CIA beslemesi Halife Hafter’in Libya Ulusal Ordusu’nun (LNA) ülkenin doğusunda etkin olmasından dolayı ülke fiilen ikiye bölündü. Bu iki güç de, duruma göre ‘Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni veya Hafter güçlerini destekleyen, IŞİD’den Müslüman Kardeşlere uzanan irili-ufaklı çok sayıda dinci-paramiliter çetenin koalisyonuna dayanıyor.

Parçalanmış ülkede yapılacağı söylenen seçimler var olan bölünmeyi daha derinleştirdi. ABD’nin adaylığına karşı Seyf-ül İslam’ı Rusya desteklerken, bölgesel etkinlik peşinde koşan Mısır ve BAE favorileri Hafter olsa da Akila Salih’e yatırım yapmayı ihmal etmediler. Zaman zaman karşı karşıya gelen Türkiye ve Fransa ise Fethi Başağa kuklasını destekliyorlar.

Libya’yı parçalayan istilacı devletlerin, yapılan anlaşmalara göre resmi ve gayriresmi militarist güçlerini çekmeleri gerekiyordu. Oysa tersi oldu, militarist güçlerini daha da tahkim ettiler. Libya’ya istikrar ve barış sağlayacağı iddia edilen seçimleri, AKP-MHP rejimi başta olmak üzere farklı güçler sabote edip belirsiz bir tarihe ertelediler.

Libya istilasında BM’nin suç ortaklığı

Libya istilasına zemin hazırlama kapsamında BM Güvenlik Konseyi’nde (GK) bazı diplomatların deyimiyle ‘tüyler ürperten bir konuşma yapan’ dönemin BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Kaddafi’ye bağlı kuvvetlerin ev ev dolaşarak muhalifleri tutukladığı, Trablusgarp’taki hastanelerde tedavi edilen yaralıları öldürdüğü yalanını dünyaya yaydı. Batılı emperyalistlerin savaş sözcülüğünü üstlenen Ban Ki Moon, Kaddafi yönetimine karşı yaptırım ve diğer cezalar içeren somut adımların derhal atılmasını talep etti. “Bu koşullar altında zaman kaybı demek daha fazla can kaybı demektir. Şimdi Konsey için somut eyleme geçme vaktidir” çağrısı yapan BM şefi, emperyalist saldırının bir an önce başlatılmasını istedi. Bu çağrıların yapılmasından bir-iki hafta sonra Libya’ya yönelik vahşi NATO saldırısı başlatıldı.

Savaş kararını emperyalistler aldı ancak Ban Ki Moon da Libya’nın parçalanması için başlatılan savaşa onay vermişti. Şimdi ise BM, savaş baronlarının “barış oyunlarına” inandırıcılık kazandırmak için bir tür paravan işlevi görüyor. Oysa ülkeyi savaş bataklığına sürükleyen emperyalist güçler ve onların güdümündeki savaş ağaları Libya’da etkin oldukça istikrar ve barışı sağlamanın olanaksız olduğunu BM şefleri de iyi biliyor.  

Libya trajedisi “insan hakları” demagojisi yapanların suratında patlayan şamardır

2021 yılının Ekim ayında Birleşmiş Milletler’e bağlı “Bağımsız İnceleme Heyeti”nin sunduğu rapor*, Libya’da yapılan toplu katliamlar, keyfi gözaltılar, sistemli işkenceler, yüz binlerce kişinin zorla yerinden edilmesi gibi savaş suçlarının listesini sundu. İnsanlığa karşı işlenen suçlar listesini kayıt altına alan BM, ne bu suça ortak olanlar ne Libya’yı parçalayanlar hakkında herhangi bir yaptırım kararı aldı. Ne de olsa dönemin BM şefi Ban Ki Moon’da savaş suçuna ortak olanlardan biriydi.

Çarpıtıcı saptamaların yapıldığı raporda şöyle deniyor:

“2011’de Kaddafi rejiminin düşmesinden bu yana, devletin dağılması, silahların yaygınlaşması, toprakların ve kaynakların kontrolü için yarışan milislerin çoğalması, Libya’da hukukun üstünlüğünü ciddi şekilde baltaladı. Libya aynı zamanda kadınlar, çocuklar, etnik azınlık üyeleri, göçmenler, sığınmacılar ve ülke içinde yerinden edilmiş savunmasız kişilere karşı hemen hemen kesintisiz silahlı saldırılara sahne olmuştur.”

Farklı savaş ağalarının denetimindeki Libya’da keyfi hapis ve işkencelerin yaygın olduğuna dikkat çeken rapor şöyle devam ediyor: 

“Bu tutukluların çoğu, adil ve aleni bir duruşmada hiçbir zaman suçlanmadı, mahkûm edilmedi veya hapis cezasına çarptırılmadı. Birçoğu tecrit halinde; bazıları resmi olarak var olmayan gizli hapishanelerde, bazen de herhangi bir salıverilme ihtimali olmadan yıllarca tutuluyor. Tutukluların ailelerine, yakınlarının akıbeti hakkında bilgi verilmiyor. İşkence, cezaevi sisteminin yerleşik bir özelliğidir. Gözaltı koşulları hijyen, yeterli gıda ve tıbbi bakım eksikliği ve ayrıca çocuklarla yetişkinler arasında ayrım yapılmaması ile damgalanıyor. Yargısız infazlar, işkence, açlık, sağlıksız koşullar ve tıbbi bakımdan yoksun bırakma yoluyla gerçekleşen birçok ölüm belgelendi. Cinsel şiddet, özellikle sorgulama sırasında yaygındır ve bu, tecavüz, tecavüz tehdidi veya diğer tutuklulara karşı cinsel istismarda bulunmaya zorlama gibi farklı biçimler alıyor. Kadınlar özellikle savunmasızdırlar ve kanıtlar erkeklerin de cinsel şiddete uğradığını gösteriyor.”

Raporda ülke içinde yüz binlerce Libyalının zorla yerlerinden edildiği belirtiliyor. Aynı etnik gruba mensup 40 bine yakın kişinin Misrata merkezli İslamcı milisler tarafından 2011 yılında evlerinden sürüldüğüne dikkat çekilen raporda aradan on yıl geçmesine rağmen sürgün edilen Tavurga halkının evlerine dönmesinin engellendiği belirtiliyor. Bu İslamcı zorbalar, yedi ay boyunca Libya’yı bombalayan emperyalist savaş aygıtı NATO tarafından desteklendi. Tavurga halkını sürgün eden bu dinci çeteler yerle bir ettikleri kasabaya dönüşe hâlen izin vermiyor.

Raporda, çoğu Sahraaltı Afrika’dan gelen ve Akdeniz’i geçerek Avrupa’ya ulaşmak amacıyla Libya’ya giren göçmenlere karşı işlenen ağır suçlar da belgeleniyor. Rapora göre, AB tarafından eğitilip finanse edilen Libya Sahil Güvenliği (LCG), göçmenleri taşıyan tekneleri “şiddetle veya pervasızca” durduruyor, “bu müdahaleler zaman zaman ölümlere yol açıyor.” Raporda konuya dair şu ifadeler yer alıyor:

“Teknelerde, LCG’lerin göçmenlerin eşyalarına el koyduğuna dair kanıtlar var. Karaya çıktıktan sonra, göçmenler ya gözaltı merkezlerine naklediliyor ya da insan tacirlerine satıldıklarına dair söylentilerle kayboluyorlar. Daha önce DCIM’nin (Yasa Dışı Göçle Mücadele Bakanlığı) gözaltı merkezlerinde tutulan göçmenlerle yapılan görüşmeler, tüm göçmenlerin -erkekler, kadınlar ve çocuklar- ağır koşullarda tutulduğunu ve bir kısmının öldüğünü ortaya koydu. Bazı çocuklar yetişkinlerle birlikte tutulmakta bu ise onları istismar açısından yüksek risk altına sokmaktadır. İşkence (elektrik şoku gibi) ve cinsel şiddet (tecavüz ve zorla fuhuş dahil) yaygındır.”

İstilacı savaş baronlarının gözetimi altında işlenen insanlık suçlarına işaret edilen raporda şu bilgiler de yer alıyor: “Göçmenlere karşı işlenen cinayet, köleleştirme, işkence, hapsetme, tecavüz, zulüm ve diğer insanlık dışı eylemler, bir devlet politikası doğrultusunda yapılan sistemli ve yaygın bir saldırının parçasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu eylemler insanlığa karşı suç teşkil edebilir.”

Raporu hazırlayan yazarlar, insanlığa karşı işlenen suçlardan sorumlu olabilecek “hem Libyalı hem de yabancı aktörleri” belirlediklerini ve bu bilgilerin Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) ile paylaşılabileceğini de belirtiyorlar.

İstilacıların işledikleri suçlar bu kadar açık ve barizken, Muammer Kaddafi’nin işkenceyle öldürülmesini “Geldik, gördük, öldü” diyerek neşeyle karşılayan eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’lara istila savaşının düğmesine basmaları için “meşru zemin” hazırlayan BM şefleri, kendilerine sunulan rapor karşısında üç maymunu oynuyor. 2011 Şubat ayında savaş borazanını öttüren BM şefleri, Libya’da dinci çeteler tarafından insanlığa karşı işlenen suçları durdurmak için bir şey yapmıyor ya da yapamıyor. Libya’ya yaşatılan trajedinin sorumlularından biri olan BM, şimdi ise “kan deryasından barış güvercinleri uçurmaları” için batılı emperyalistlerin sergilediği “demokrasi” ve “istikrar” oyununda bir figüran olarak boy gösteriyor.

Libya’da insanlığa karşı işledikleri savaş suçlarının üzerini Berlin zirveleriyle kapatamadılar. Zirvelerde aldıkları kararları kendileri çiğnediler. Rekabet savaşına yenik düşenlerin Berlin konferanslarında yaratmak istedikleri “barış illüzyonu” her taraflarına bulaşan kan lekelerini silmeye yetmedi. Emperyalistlerin insanlığa karşı işledikleri bu ağır suçların hesabı, kendilerinin güdümündeki herhangi bir kurum ya da mahkeme tarafından değil ancak bölge halklarının birleşik devrimci direnişiyle sorulabilir.

*https://www. wsws. org/tr/articles/2021/10/12/afgh-o12. html