Son on yıldır inişli çıkışlı bir seyir izlese de sınıf ve emekçi halk hareketlerindeki yükseliş devam ediyor. Hangi biçim altında olurlarsa olsunlar, sermaye diktatörlüklerinin işçi ve emekçi kesimlere layık gördükleri yaşam biçimleri bu kesimler için katlanılamaz oluyor. Emekçi halklar bu saldırılara grev, genel grev, sokak gösterileri veya birçok ülkede tanık olduğumuz gibi genel bir isyana dönüşen eylemlerle yanıt veriyorlar.
Halk hareketlerinin dinamizmi ve sürekliliği sermaye diktatörlüklerinin yüzlerindeki “insancıl”, “demokratik” maskeleri yırtıp atıyor, maskeler arkasında gizlenen çıplak şiddete dayanan devlet denilen zor aygıtını olanca barbarlığıyla açığa çıkartıyor. Askeri darbe girişimi (Venezuela) ve darbelerini (Bolivya), devlet terörünü sokaklara salınan paramiliter güçlerin cinayetleri tamamlıyor. Örneğin ölü sayısı Şili, Bolivya, Kolombiya’da onlarca ve Irak’ta yüzlerce olarak veriliyor. İran’da eylemciler idamla tehdit ediliyor. Egemenler kendi yaptıkları yasaları tanımayarak onları önlerinde bir engel olarak görüyorlar (Türkiye). Burjuva hukukun en basit kurallarına bile tahammül edemiyorlar. Dillerine doladıkları “insan haklarını” emekçi insanları katlederek yerine getiriyorlar.
Kapitalist dünyada burjuva demokrasisi komedisinin temel aracı olarak sunulan genel oy ve seçim hakkı ile sonuçları kılıç darbesiyle yok saylıyor. Bunlar yalnızca “AB standartlarında demokrasi”si gelişmeyen Türkiye gibi ülkelerde olmuyor. Parlamenter demokrasinin “güzide” örneği olarak sunulan İngiltere’de parlamento tatil edilerek askıya alınıyor. AB üyesi İspanya Katalan halkının yaptığı reform sonuçlarını tanımayarak yasal hükümet üyelerini hapse tıkıyor.
Kapitalist sisteme ve kurumlarına güven erozyonu
Sermaye dünyasında rüşvet, kara para aklama, şantaj ve tek adam diktatörlükleri dönemi ABD’den sistemin bütününe dalga dalga yayılıyor. Skandalların ardı arkası kesilmiyor. Çürüyen sistemin, toplumu “demokrasi” madrabazlığıyla aldatıp oyalamanın temel araçlarından olan eski klasik siyasal partilerin inandırıcılıkları darbeleniyor. Almanya, Fransa ve İtalya’da olduğu gibi itibar kayıpları hızlanıyor. Adı sanı olmayan Macron “bir anda” öne çıkartılarak, çok düşük bir oy oranıyla da olsa Fransa’ya başkan olarak seçtiriliyor. Fransa’da faşist Le Pen’nin Milliyetçi Cephe Partisi birinci-ikinci olma sarkacında sallanırken, Almanya’da faşist parti AfD (Almanya için Alternatif) ikinci parti olma yolunda ilerletiliyor. Ekonomik, sosyal ve siyasal baskı ve saldırılarla yaşamları cehenneme dönen, tam günlü işerde çalışanların bile yaşamını idame etmekte zorlandığı, sosyal yardımlara muhtaç bırakıldığı bir süreç yaşanıyor. İyi bir gelecek umuduyla yaptıkları öğrenim ve meslek eğitimlerini tamamlayan gençlerin gelecek hayalleri, yükselen genç işsizler ordusu gerçeği karşısında yerle yeksan oluyor. Emeklilik yıllarında ise tam bir sefalete sürüklenen emekçilerin, kapitalist sisteme ve onun temel kurumlarına olan güveni ve inancı darbelenerek aşınıyor. Kapitalist sisteme dair taşıdıkları hayalleri yıkılan emekçilerin kapitalist sistemden kopuşa doğru gidişleri hızlanıyor. OHAL, sıkıyönetim, sınırsız devlet terörü ve cinayetler kitlesel eylemlerin önünü kesemiyor.
Kapitalist sisteme ve onun temel kurumlarına karşı olan inanç ve güveni aşınan emekçilerin hak arama eylemlerini askeri darbelerle, tek adam diktatörlükleri ve faşist partilerle sistem içerisinde tutma çabaları kapitalist sistemin bugün umutsuz ortak bir çabası olarak öne çıkıyor. Silahlanma yarışı için daha büyük bütçeler ayrılıyor, bölgesel savaş biçimleri altında süren rekabet çatışmaları tablonun tamamlayıcısı oluyor.
Emperyalist metropoller saldırı ve çatışmaların dışında kalabilir mi?
Veriler kapitalist dünyanın içerisine girdiği çalkantılar döneminin daha da yoğunlaşarak, metropollere doğru yayılacağını gösteriyor. Kapitalizmin azami kâr ve rekabet yasası burjuvazinin kendi sistemini aşırılıklardan arındırarak “normalleştirmelerinin” yolunu tıkıyor.
Alman kapitalist tekellerinin perspektifinden sorunun nasıl göründüğüne bakmak yararlı olacaktır. Örneğin otomobil tekeli BMW şefinin “Çok fazla otomobil var, ama BMW az” sözleri, kapitalist sistemin deva bulmaz yıkıcı rekabet savaşını dile getiriyor. Otomobil pazarından daha fazla bir pazar kapmak için rekabet, daha da fazla rekabet! Daha fazla rekabet yapabilmek için de daha düşük ücret, daha ağır-yoğun çalışma koşulları ve eski haklardan geri kalanların daha fazla gaspıyla azami kâr hedefinin gerçekleştirilmesi...
Azami kâr hedefinin nasıl gerçekleştirileceği, bir diğer otomobil tekeli olan Mercedes şeflerinin perspektifinden yansıyor. Mercedes şefleri, E-Oto (eATS) üretimine geçişin mali yükünü işçilerin üzerine yıkarak, 2022 yılının sonuna kadar ücretlerden 1,65 milyar avro tasarruf etmek için eski kazanılmış haklara saldıracaklarını açıkladılar. 14 Kasım günü Londra’da 1,65 milyar avroluk tasarruf hedefini açıklayan Mercedes şefi Ola Kallenius’un planının nasıl gerçekleştirileceğini ise daha somut olarak Mercedes’in Stuttgart-Untertürkheim işletme şefi F. Deiss açıkladı:
“Fazla mesai saatlerini izin olarak kullanan işçi bu sırada hastalanırsa bunu izninden ödeyecek, şimdiye kadar olduğu gibi 24 ve 31 Aralık günlerinde yapılan izinler yarım gün yerine tam gün olarak hesaplanacak, gelecek TİS sürecinde sıfır zam uygulanacak. eATS arabalarının üretimi için yapılacak olan mesleki eğitime katılan işçiler bunu parasal olarak iki günlük izinleriyle karşılayacaklar. 2024 yılında başlayacak olan eATS arabaların üretiminin Untertürkheim işletmesinde kalabilmesi için on yıl içerisinde 305 milyon avro ücretlerden ek tasarruf edilecek.”
İşçilerin ve ilerici sendikacıların söylediği gibi, “bunlar yapılan TİS anlaşmalarının ayaklar altına alınmasıdır. Bize ölümü göstererek sıtmayı kabul etmeye zorluyorlar.”
Örneklerimizi tercihen kapitalist sistemin en gelişkin ve dahası kapitalist sistemin içerisine girdiği krizlerden en az etkilenen Almanya’dan seçtik. Almanya’nın kapitalist tekellerinin saldırı planları bizlere işlerin eskisi(!) gibi gitmeyeceğini, kapitalizmin mabedi Avrupa’da daha sert çatışma dönemine gireceğimizi gösteriyor.
Dünyanın zenginliklerinin aktarıldığı kapitalist sistemin emperyalist metropolleri dışında kalan kapitalist dünyada çelişki ve çatışmalar çok daha sertleşerek yayılıyor. Emperyalist metropoller bu çatışmaların dışında kalamazdı, kalamayacaklar. Uluslararasılaşan kapitalist sistemin, kaynak aktarımı yoluyla elde ettiği zenginliğin bir kısmını işçilere dağıtarak emek-sermaye çelişkisini ve çatışmayı yumuşak tutmaya çalışan emperyalist burjuvazinin manevra alanı giderek daralıyor. Aşırı üretim krizi, düşen kâr oranları, rekabet savaşlarının sonucu olarak artan silahlanma ve militarist harcamalar işçi sınıfının kazanılmış haklarına daha köklü bir saldırıyı kaçınılmaz kılıyor. Mercedes şeflerinin fütursuz açıklamaları bunun dolaysız itiraflarıdır.
İşçiler sınıf olduklarını hatırlıyor, kolektif davranışlara yöneliyorlar
Kapitalistlerin saldırısı kaçınılmaz olarak karşısında işçi sınıfını bulacaktır. Asgariyle yaşamakla terbiye edilen ve bu yaşamı sürdürebildiği “normal” zamanlarda sömürülmesine çok da tepki vermeyen işçi, elindeki ekmeğin son kırıntılarının da çekilip alınmasına sesiz kalmaz. “Aniden” sınıf olma gerçeğini hatırlayarak, kapitalistlerin karşısına bir bütün olarak, sınıf olarak dikilir. İşçi sınıfının unutulmuş, küllenmiş, mazide bir anı olarak kaldığı ileri sürülen mücadele ve örgütlenme deneyleri küllerinden doğarak güncelleşir. Dün Greif’te, Metal Fırtınası’nda gördüğümüz fabrika ve fabrikalar arası örgütlenme biçimlerinin günümüz Almanya’sında da hortlaması tesadüf değildir. Kapitalist tekellerin saldırılarına karşı MWF’de yedi işçinin temmuz ayında başlattığı, fabrika içerisindeki “12’ye beş var” pazartesi yürüyüşleri yüzlerce işçinin katılımıyla devam ediyor. Mahle’nin değişik kentlerdeki fabrikalarından bir araya gelen işçiler komiteleşerek “Mahle Dayanışması” adlı bülteni yayınlamaya başladılar. Son bir ayda altı bildiri yayınladılar. Lutfhansa/LSG işçileri sendikal ihanete rağmen aylardır değişik eylem biçimleri altında mücadelelerini sürdürüyorlar…