Rusya ile AB, özellikle de Almanya arasındaki ilişkilerin biraz daha gerginleşmesinde Aleksey Navalnıy olayı bahane oldu. Navalnıy, Rus yetkililerinin, özellikle de Putin’in bilgisi dahilinde, bir savaş gazıyla zehirlendiği gerekçesiyle Almanya’ya getirildi, tedavi edildi ve geri gönderildi. Almanya, zehirlenmenin kanıtlandığını açıkladı ve AB ile birlikte Rusya’ya karşı sert diplomasi ve yaptırımlar başlatıldı. Junge Welt’ten seçtiğimiz makalede ise geçen hafta yayınlanan Uluslararası Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) raporu ise kronolojideki belirlemeleriyle olayın kurgulandığı izlenimini güçlendirdiğini ileri sürdü. Rusya da, Almanya federal hükümetini Navalnıy davasında “provokasyon” ve tiyatro yapmakla suçluyor.
Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron pazartesi akşamı yeniden ulusa seslendi ve sağlık sektöründe çalışanlarının tümüne 15 Eylül’den önce aşı zorunluluğu getireceğini açıkladı. Toplumun geri kalanlarına yönelik şimdilik aşı zorunluluğu olmasa da iki doz aşı olmayanlara yönelik restoran, sinema, yolculuk, kültür vs… gibi birçok alanda kısıtlamalar getirilecek. Fakat bu kararların nasıl hayata geçirileceği konusunda birçok muğlaklık var olmaya devam ediyor. Örneğin restoran sahiplerinin iki doz aşısı olmayan müşterileri içeri alması yasaklanacak ama bunların nasıl denetleneceği, müşterinin kimliğini veya aşı durumunu kontrol etme yetkisinin olmadığı gibi tartışmalar da beraberinde başladı. Liberation gazetesinin baş yazısı alının kararların detaylarına bakmaya davet ediyor.
Britanya hükümeti yoksul ülkeler için ayrılan dış yardım bütçesini düşürerek ülkedeki sağlık, okul ve emniyet kurumuna daha fazla yatırım yapmak için olanak sağladığını savundu. Counterfire yazarı Lucy Nichols, Britanya’nın desteğini keserek hükümetin binlerce insanı yoksulluğun, kıtlığın ve hastalığın olduğu bir dönemde daha çok sefalete sürüklediğini savundu
Navalnıy olayında Berlin tiyatrosu
Reinhard LAUTERBACH
Junge Welt
Uluslararası Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) raporu: Rusya, Almanya federal hükümeti Navalnıy davasında “provokasyon” ve tiyatro yapmakla suçluyor.
Rusya, Alman hükümetini muhalif eylemci Alexey Navalnıy’ın zehirlenmesini en azından kısmen kurgulamakla suçluyor. Navalnıy’in zehirlenmesi hakkında hiçbir şey bilinmezken Uluslararası Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nden (OPCW) bir soruşturma grubu talep edilmişti ve bugüne kadar OPCW, Rus savcılığına bu konuda herhangi bir hukuki yardım vermeyi reddetti.
İddialar, Rus diplomatların OPCW’ye verdiği raporlara dayanıyor. Diplomatlar, kuruluşun geçen hafta açıklanan 2020’ye ait yıllık raporunda Navalnıy davasının kronolojisinde tutarsızlıklar fark ettiler. Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zakharova’nın cumartesi günü Telegram kanalında yazdığına göre, raporun 1.41. maddesi, Berlin’in talebi üzerine 20 Ağustos 2020’de OPCW’nin bir Rus vatandaşının bir savaş gazıyla zehirlendiği şüphesi üzerine Almanya’ya bir grup uzman gönderdiğini içeriyordu. Halbuki 20 Ağustos, Navalnıy’ın semptomlar göstermeye başladığı tarihti.
Sakharova’nın değerlendirmesine göre, bu tarih semptomların neye dayandığının bilinmediği ve Navalnıy’in tedavi için Berlin’e gönderilip gönderilmeyeceğine henüz karar verilmediği bir tarihti. Ayrıca, OPCW’nin destek görevlerini bu kadar kısa sürede başlatması da alışılmış bir durum değildi. Bu nedenle, “olayın” kurgulanmış olduğuna dair acil bir şüphe var.
Zakharova’nın ardından Duma Milletvekili Vasily Piskarjow, Alman hükümetini Navalnıy davasının bulguları hakkında Rus savcılığından gelen 13 soruşturmayı görmezden gelmekle suçladı. Bu dikkat çekiciydi; çünkü 2020’de 100’den fazla karşılıklı yardım talebi olağan süreler içinde yanıtlanmıştı. Devlet Duması’ndan Federal Meclis Başkanlığına yöneltilen sorular, yalnızca kaçamak bir biçimde yanıtlandı.
Sakharova tezini pekiştirmek için daha fazla ayrıntı verdi: Örneğin, bu tür destek görevlerinden sorumlu OPCW Teknik Sekreterliği Genel Sekreteri, Rus diplomatlar kendisine delegasyonun bu kadar hızlı görevlendirilmesinin alışılmış ya da mümkün olup olmadığını sorduğunda tek kelime etmedi. Alman temsilci, tutarsızlığı aceleyle yapılmış bir yanlışlık olarak duyurdu. Ancak Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 20 Ağustos’ta Almanya ve Fransa’nın Navalnıy’i ülkelerinde tedavi etmeye hazır olduklarını resmen ilan ettiler. Bu o günün akşamı oldu.
Çelişkileri gidermek için kronolojiyi tam olarak yeniden kurmak gerekecektir. Navalnıy’in Tomsk’tan ayrılması yerel saatle sabah sekizdeydi -bu Almanya saatiyle sabah dörde tekabül ediyor- uçağın Almanya saatiyle dokuz veya beşte Omsk’a acil iniş yapması ve tedavinin en geç sabah on veya altıda başlaması gerekiyor. Dışişleri Bakanlığı bu erken saatte olayları öğrenmiş olsa bile, OPCW gibi Lahey merkezli bir örgütün olayı Orta Avrupa ofisinin işe başlamasından önce öğrenmiş olması şaşırtıcı.
Almanya’nın resmi açıklamaları, OPCW uzmanlarının 4 Eylül 2020’ye kadar Berlin’e gelmediği yönünde. Bu ve diğer soruların açıklığa kavuşturulması için Junge Welt gazetesinin Federal Dışişleri Bakanlığı’na yönelttiği sorular, şimdiye kadar yanıtsız kaldı. Sadece federal hükümetin bu tür suçlamalardan haberdar olduğu söylendi.
(Çeviren: Semra Çelik)
Aşı: macron, şeytan detaylarda yatıyor
Dov ALFON
Liberation
Cumhurbaşkanı konuştu artık yönetim görevlilerinin lütufları yerine getirmesi gerekiyor. Aşı olma konusunda bir elektroşok gerekli olsa bile, konuşmasında var olan belirsizlikler birçok Fransız’ı daha da zayıflatacaktır. Macron’un konuşmalarını takip eden kafa karışıklığını daha önce de biliyorduk. Başkan karar veriyor geri kalanların ise emre uyması gerekiyor. Eskiden Kral teşrifatçının topladığı danışmanlarıyla bir tartışmadan sonra krallık kararnamesini imzalıyordu.
Ama bu modern değil. Dolayısıyla Emmanuel Macron neredeyse tek başına karar vermeyi kararlaştırdı, birçok bakanının tersi açıklamalar bile yaptı, üst bürokratları kenarda bırakıyor, kendi danışmanlarına bile itimat etmiyor ve dolayısıyla Jupiter’in verdiği emirleri, ne kadar önemli olursa olsun, hayata geçirmek için kimse hazırlık yapamadı. Böylelikle birkaç saat içinde bir milyona yakın gecikmiş kişinin hızlıca aşı olmaya yönelik adım atmalarını sağlayabilse bile, söylemin geri kalan bölümünde çok muğlak kaldı. Oysa ki, esas olarak Nietzsche’e atanan sözü herkes bilir: ‘‘Der Teufel steckt im Detail’’, yani ‘‘şeytan detaylarda yatar’’.
Cumhurbaşkanının isteklerinin (aşı zorunluluğunun legal olup olmaması, takviminin ne olacağı ve gerçekleşebilir olup olmaması) detaylarına saklanan şeytan konuşmanın ertesi günü herkesin ilgi odağı oldu ve toplumun birçok kesimi (Kültür sektörü, polisler, restorancılar, tatil ajansları, ergenlik çağında olanların ebeveynleri) kendi somut durumlarına dair büyük bir muğlaklık içinde kalmış ve meşru olan soru işaretlere dair cevap bulmaya çalışıyorlardı.
(Aşı alma internet platformu) Doctolib, Cumhurbaşkanının konuşmasından sonra randevu almak için bağlanan yüz binlerce insana cevap verebilmek için mühendislerini seferber edebilme olanağı olsa bile, pass sanitaire (aşılı olanların kimi alanlarda faydalandığı geçiş belgesi) alanının yüzlerce, belki de binlerce yeni alana genişlemesini hazırlayacak olanlar ise buna hiç de hazır değildi.
Örneğin 12 yaşında ve iki doz aşısını yapamayan birçok kişi uçağa binemezse ebeveynleri onlarla nasıl yolculuk yapabilecek? Restoran sahibine müşterinin kimliğini kontrol etme yetkisi hangi yasaya dayanarak verilecek? Ya da bizzat Macron’un çağırdığı Amerikan turistler ağustos ayında Paris’e gelir ve aşı yaptıklarına dair belgenin QR kodu burada geçerli olmazsa ne olacak? Bir bakan bu sorulara önümüzdeki dönem cevapların verileceğini belirtiyor ve uygulamaların ilk başlarında bir esnekliğin olacağını belirtiliyor. Anlaşılan gelecek konuşmaya kadar muğlaklık devam edecek.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
Hiç kanmayın, Boris Johnson dış yardım paralarını ulusal sağlık sistemi için harcamayacak
Lucy NICHOLS
Counterfire
Bu hafta Tory Milletvekilleri gayri safi milli gelir üzerinden belirlenen dış yardım bütçesini yüzde 0.7’den yüzde 0.5’e düşürdü ve kesintinin kalıcı olması için parlamento içinde oy kullandı ve böylece dış yardım bütçesinde 4 milyar sterlin kesinti uygulanacak.
Tory Milletvekilleri oylamalarda bölündü, eski başbakan Theresa May « Birleşik Krallık dünyanın fakir ülkelerine verdiği sözü bozdu » diyerek getirilen teklife itiraz etti. 25 Tory Milletvekili bu teklife itiraz etti, Lordlar Kamarası üyelerinden, yardım kuruluşlarından ve sivil toplum kuruluşlarından da eleştiriler geldi.
Hükümet, milletvekillerine bu oylamaya hazırlanmaları için sadece 24 saat bir süre verdi; pazartesi bu açıklamayı yaptılar ve salı günü oylamaya sundular.
Kesintiler, dünyanın en savunmasız olanlarını çok daha yoksullaştıracak; bu süreçte mülteciler, cinsel şiddete uğrayan kadınlar, açlık içinden olan çocuklar ve binlerce Yemenli yardımsız bırakılacak. Tam da pandeminin ortasında ve küresel aşı sıkıntıları olan bir dönemde bu karar uygulanacak. Sağ olsun aşı yetersizliğin nedeni de Britanya’nın patent kaldırma çalışmaları önünde hiç azınsamayacak engelleri oldu.
Boris Johnson, muhafazakar hükümetin en son uygulanan kesintilerini ekonominin yavaşladığı bir dönemde kamu borucunu düşürmek için gerekli olduğunu savundu. Boris Johnson kararını savunmaya da devam etti ve dış yardım bütçesini keserek ulusal sağlık sistemi için, okullar ve de polis için daha fazla harcama fırsatın olacağını ve de dış yardım bütçesinin yeniden koşullar iyileştiğinde gayri safi milli gelirin yüzde 0.7’ye yükseleceğinin sözünü verdi.
Hükümetin, dış yardıma harcanmayacak olan £4 milyarın ülke içinde harcanacağını iddia etmesi çok gülünç, özellikle de aynı hükümet pandemi döneminde askeri bütçeyi 16.5 milyar sterlin yükseltti, Kovid için 37 milyar avro işe yaramayan “test ve takip” programları için harcamalar yaptı ve yüz milyonlarca kamu paralarını uyduruk anlaşmalar yaparak kendi arkadaşlarına aktardıkları öğrenmiştik.
Aynı anda, sağlık çalışanlar için doğru dürüst bir maaş artışı için, sosyal yardım alanlar ve emekliliklerin artışlarının sürdürmek için para olmadığı söyleniliyordu. Bir diğer unutturulmak istenen ise ülkedeki en yoksul çocukların karnını, futbolcu Marcus Rashford sorun halene getirmeyene kadar, doyurmak için yeterli paralar olmadığı söyleniyordu.
Johnson’nun yurt dışı yardım bütçesini ülkedeki ve kendisinin sorumlu olduğu yoksulluklara karşı kullanması hükümetin insaflızlığının yansıması, ülkedeki ve dünyadaki tüm işçi sınıfına tepeden baktığını bir kez daha hatırlatıyor.
Ama şaşırdığımı söyleyemem; Britanya’nın dış politikasını belirleyen şeyler açgözlülük, savaş ve sömürgeciliğe duyulan tuhaf bir özlem. Ülkenin Küresel Güney’e yönelik uyguladığı korkunç yaklaşım ve dünyadaki bütün kıtalardan tekrarlaşan askeri müdahaleleri unutamayız.
Britanya’nın eli zaten kanlı ve dış yardım desteğini keserek hükümet binlerce insanı yoksulluğun, kıtlığın ve hastalığın olduğu bir dönemde daha çok sefalete sürükledi. Bu koşulları yaratmakta ve kaktı sunmakta Britanyanın rolü unutmamalıyız. Bazen bu koşulları direk yaratıyor, Yemendeki yaşanan savaş gibi, veya neo-sömürgeci ekonomik systemin başını çekerek Küresel Güneydeki ülkeleri fakir kalmasını sağlıyor.
Dış yardım bütçesini kesme kararı, İçişleri Bakanı Priti Patelin ilticacılara yönelik sürdürdüğü saldırısı sonrası uygulandı ve Boris Johnson hükümetinin ayrılmaz parçası olan ırkçılığın kaynağı. Aynı ırkçılığı siyah futbolculara yönelik tahrik ve tacizde gördük. Bu hükümet durdurulmalı, ve mücadele irkçılığa, kesintilere ve savaşa karşı birleşik bir tabandan gelmeli.
Çeviren: Çağdaş Canbolat
Evrensel / 18.07.21