2011 yılında günlerce süren halk ayaklanmaları ile Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’yi tahtından indiren Tunuslu emekçiler, açlık ve sefalete karşı bir kez daha meydanları doldurdular. Başkent Tunus dahil olmak üzere birçok şehirde büyük bir çoğunluğu gençlerden oluşan eylemciler izinsiz gösteriler düzenliyorlar.
Sermayenin gerici iktidarı, olası eylemleri engellemek için, halk ayaklanmalarının onuncu yıl dönümü olan 15 Ocak tarihinde başlamak üzere dört günlük sokağa çıkma yasağı ilan etti. Yasağa tepki olarak 14 Ocak gecesi, işçi ve emekçilerin yoğun olarak yaşadıkları Kassarin şehrinde, başta gençlik olmak üzere yüzlerce insan sokağa çıktı. Çığ gibi büyüyen işsizliği ve işsizlik yardımının olmamasını protesto eden göstericiler güvenlik güçleriyle karşı karşıya geldiler. Sonraki günlerde büyüyen protestolar, başkentin Ettadhamen ve El Karm gibi işçi semtlerinin yanı sıra Sbeitla, Bizerte, Beca, Kayravan ve Monastır’a yayıldı. Manzel Bourguiba, Susa ve Nabil ile diğer şehirlerde de devam eden gösterilerde güvenlik güçleri ile eylemciler arasında çatışmalar yaşandı.
2011 yılında diktatörleri deviren halk hareketleri devrimci bir önderlikten yoksunlardı. Diktatörlük kurumlarını tümden ortadan kaldırmak gibi bir perspektife sahip değillerdi. Bu büyük zaafın sonucunda, Tunus’ta iktidar günlerce süren militan kitle gösterilerine rağmen bir kez daha burjuvazinin eline teslim edildi. İktidarını koruyan burjuva gericilik açlık ve sefalet içerisinde yaşayan Tunuslu emekçilerin eylemlerde öne çıkarttıkları tüm talepleri yok sayarak hiçbir çözüm üretmedi.
Tunus’ta o tarihten bugüne kadar başta işçiler, sağlık çalışanları ve eğitim sektörü emekçileri tarafından örgütlenen ve yüz binlerin katıldığı genel grevler olmak üzere eylemler kesintisiz olarak devam etti. 11 milyon nüfuslu bir Kuzey Afrika ülkesi olan Tunus’ta on yıllardır işçi ve emekçiler ağır bir sefaletin yanı sıra gerici diktatörlerin yoğun baskısı altında yaşıyorlardı.
Dün ve bugün kesintisiz olarak süren kitle hareketlerini tetikleyen tam da böylesine ekonomik, toplumsal sorunlardı. Bütün bu gelişmeler bu çerçeve içerisinde ele alınmadığı sürece, dünyanın birçok kıtasını saran proleter sınıf hareketlerini ve halk isyanlarını yerli yerine oturtmak mümkün değildir. Komünistlerin konuyla ilgili 2011 Şubat tarihli değerlendirmesinde vurgulandığı üzere, “… toplumsal olaylar tarihi çerçevede gündeme gelirler ve tarihi ölçülerle bakılır onlara. Üç beş günle, üç beş ayla, üç beş yılla, hatta bazen birkaç on yılla ele alınmaz onlar. Bugün Tunus ve Mısır üzerinden yaşanan sarsıntıları da tarihsel bir dönem içinde, daha somut olarak da son otuz yılın birikimi üzerinden ele alırsanız eğer, onları tam olarak anlayabilir ve doğru bir biçimde anlamlandırabilirsiniz.” [Ortadoğu’da halk hareketleri-1 (Tunus-Mısır dersleri) - H. Fırat, tkip.org]
Kapitalizmin onulmaz çelişkileri toplumsal ayaklanmaları tetikliyor
Bir sömürü ve talan sistemi olan kapitalizm dünyanın her yerinde işçi ve emekçilere yönelik dur durak bilmeyen sosyal saldırılar yolu ile açlık, sefalet dayatıyor. Öte yandan kapitalist tekellerin daha fazla zenginliği ve yeni pazarların ele geçirilmesi için emperyalist savaşlar çıkartılıyor. Buna rağmen sömürü sistemi kapitalizm krizlerden kurtulamıyor. İkinci emperyalist paylaşım savaşının ardından belli bir gelişme yaşayan kapitalist sistem 1970’li yılların başında tekrar bir bunalımla yüz yüze kaldı. Sermayenin soruna çözümü ise neoliberal ekonomi politikaların uygulanması yolu ile işçi ve emekçilere yönelik saldırıları şiddetlendirmek oldu.
Öte yandan dünya burjuvazisi, kapitalist küreselleşmeye hız vererek bütün ülkeleri kapsayacak köklü saldırıları ve talan politikalarını gündeme getirdi. Kapitalizmin bu küresel saldırılarından birçok ülke gibi Tunus da ziyadesiyle nasibini aldı. Borç batağı içerisinde iflasa sürüklenen ülke 1991 yılında IMF kredilerine muhtaç duruma düştü. Dünya Bankası’nın ağır yaptırımlarına maruz kalan Tunus’ta işsizlik ve yoksulluk çığ gibi büyüdü. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak bütün ülkelerde olduğu gibi Tunus’ta da sefalete, açlığa, işsizliğe karşı toplumsal mücadeleler hız kazandı. Son bir yıldır dünya çapında korona salgını ile daha da derinleşen kapitalizmin krizi ise Tunus gibi yoksul ve az gelişmiş ülke ekonomilerini tam bir yıkımla yüz yüze getirmeye ve kitlesel tepkileri beslemeye devam ediyor.
Tunus Emekçileri Partisi sözcüsü Mortadha Labidi’nin parti adına yaptığı açıklama da bu gerçeklere işaret ediliyor. Tunus hükümetinin krizin yükünü işçi sınıfına taşıtmak için elinden geleni yaptığını, emekçilerden kesilen fonların yüzde 65’inin patronların kasalarına aktarıldığını belirten Labidi, pandemi döneminde 240 binden fazla işçinin işsizler ordusuna katıldığının altını çiziyor. Toplumda çoğunluğu oluşturduğu ve sosyal istikrarın garantörü olduğu iddia edilen “orta sınıf” efsanesinin çöktüğünü vurgulayan Labidi, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Sağlık önlemlerini ve yasakları çiğneyerek ailelerinin ihtiyaçlarına karşılayabilmek için utanç verici bir sosyal yardımı (5 kişilik bir aile için ayda 200 Tunus dinarı veya 60 avro) almak için kurumların önünde kuyrukta bekleyen milyonlarca insanın görüntüleri, yoksulluk sınırını aşan insan sayısının arttığını ortaya koyuyor. Öyle ki, bu kişilerin sesleri, karantinanın kaldırılmasından önce duyulmaya başlamıştı. Toplumsal hareketler öngörülebilir durumdaydı ve ortaya çıkması uzun sürmedi. Toplumsal Hareketler Gözlemevi sadece mayıs ayı için 516 protesto eylemi kaydetti; ülkenin hiçbir bölgesi bundan muaf kalmadı. Eylemler kendiliğinden ya da örgütlü, bireysel ya da kolektifti ve esasen ekonomik ve sosyal taleplerle ilgiliydi. Sendikalar, dernekler ve sosyal medya, eylemlerin başlatılmasında, yol gösterilmesinde ve sürekliliğinin sağlanmasında önemli bir rol oynadı. İç bölgelerde de protestolar çeşitli biçimlerde (işyerlerinin işgali, yolların veya demir yollarının kapatılması vb.) gerçekleşiyor.”
Tunus’ta resmi veriler, işsizlik oranının yüzde 15 olduğunu gösterirken, bu oran üniversite mezunları içinde daha da yüksek. İşsizliğe itilen ve geleceği yok edilen gençler, ülkenin birçok kentinde sık sık yürüyüşler düzenlemeye devam ediyorlar. “Korku yok, korku yok, sokaklar halka ait” sloganıyla yaygınlaşan ve asıl olarak gençliğin damgasını vurduğu eylemler, sokağa çıkma yasaklarına, polisin şiddetli saldırılarına rağmen durdurulamıyor.
Öte yandan, askeri birliklerin de eylemlere karşı kamu kurumları ve stratejik mekanların önünde konuşlandığı bildiriliyor. Savunma Bakanlığı Sözcüsü Muhammed Zekri, ordu birliklerinin Silyana, Kasrin, Binzert, Susa kentlerinde önemli noktalarda konuşlandığını, yanı sıra askerlerin ülkenin tüm bölgelerinde ortak devriyelere katılacağını sözlerine ekledi. Bugüne kadar binin üzerinde eylemcinin gözaltına alındığı ülkede gerici basın ise gösterileri terör eylemleri olarak karalamak için hummalı bir çaba sarf etmektedir. İktidar ortağı gerici Nahda Hareketi Partisi (Müslüman Kardeşler’in Tunus kolu En Nahda) ise “halkı şiddet olaylarına karşı tek saf olmaya” çağırarak, karşı eylemler düzenlemeye başladı. Bu ağır kuşatmaya rağmen kitle eylemleri devam etmektedir.
***
Toplumsal mücadeleler eksileri ve artılarıyla her zaman geride zengin tarihsel deneyimler bırakırlar. 21. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran proleter sınıf hareketleri ve halk isyanları devrimci partiler açısından bu anlamıyla zengin bir laboratuvar işlevi taşımaktadırlar. Komünistlerin, on yıl önceki Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmaları üzerine değerlendirmeleri, bu laboratuvardan devrimci dersler çıkarmanın yöntemsel çerçevesini de vermektedir:
“Biz komünistler, nerede, ne zaman ve ne biçimde ortaya çıkacağını kestirememekle birlikte, hiçbir büyük toplumsal hareketi, isyanı ya da ayaklanmayı şaşırtıcı bulmuyoruz. Zira sistemin gidişatının toplumsal fay hatlarında sürekli patlama dinamikleri biriktirdiğini ve bunun da ilk sarsıntılar biçiminde kendini bir dönemdir dışarı vurmaya başladığını biliyoruz. Bu tespit, günümüz dünyasına ilişkin her devrimci tahlilin temel hareket noktası olmak zorundadır. Bu tespite dayanmaksızın günümüz dünyasının temel süreçlerini anlamak olanaklı olamayacağı gibi, önümüzde uzanan ve giderek de yakınlaşmakta olan yeni tarihi döneme devrimci hazırlık da yapılamaz. Bu gerçeği görmek, görev ve hedeflerini bunun ışığında ele almak, kendini her bakımdan buna göre konumlandırmak ve hazırlamak, günümüz dünyasında gerçekten devrimci bir parti olabilmenin olmazsa olmaz koşulları arasındadır.” (Tunus ve Mısır: Devrim İçin Dersler, Ekim, Sayı: 272, Nisan 2011)