Mart 1997’de, komünistler, “Proleter Hareketin ve Halk İsyanlarının Yeni Dönemi” başlığı altında, şu temel önemde değerlendirmeyi yaptılar: “Dünya ölçüsünde proleter kitle hareketinin büyüyeceği ve isyanlara varan halk hareketlerinin çoğalacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. " (H. Fırat, Dünya Ortadoğu ve Türkiye, Eksen Yay., s. 409).
Aradan geçen zaman içinde yaşanan tüm gelişmeler, hem de eksiksiz biçimde komünistleri doğruladı. ABD, İngiltere, Fransa gibi en gelişmiş olanlarından, Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya, İrlanda gibi ekonomisi daha zayıf kapitalist ülkelere kadar, bir dizi ülke ardı arkası kesilmeyen sınıf ve kitle hareketlerine sahne oldu. Fakat asıl sarsıcı olan kimsenin beklemediği bir coğrafyada, önce Tunus ve ardından da Mısır'da patlak veren halk isyanlarıydı. Bu iki görkemli halk isyanı anında tüm Ortadoğu'ya yayıldı. Bahreyn, Libya, Suriye'de de halk on binler halinde sokaklara çıktı.
En anlamlı olanları Tunus ve Mısır'daki emekçi halk isyanlarıydı. Hiç kuşkusuz ikisi de devrim değildi. Devrimci bir hazırlıktan, programdan, yön ve hedeften, en önemlisi de onları zafere taşıyacak devrimci bir önderlikten yoksunlardı. Fakat buna karşın, tüm bu hususlarda son derece paha biçilmez deneyinler, uyarılar ve “devrim için dersler” bıraktılar, yeni isyanlar için esin kaynağı oldular.
Tunus ve Mısır halk isyanlarının ruhu ölmedi. Çünkü sular durulmadı, için için kaynamaya devam etti. İsyan ateşleri sönmedi. Her iki isyanın yıldönümlerinde yaşananlar bunun somut kanıtı oldu. Tunus'ta ve isyanın yıldönümü olan 25 Ocak'ta Mısır'da on binlerce insan bir kez daha sokaklara çıktı, diktatörlükleri ve diktatörleri protesto eylemleri yaptı. Yine polisle ve askerlerle şiddetli çatışmalara girdiler. Yine kanları aktı. Yüzün üzerinde insan yaşamını yitirdi, bir o kadarı da yaralandı. Gözaltı ve tutuklama terörü yine gündemdeydi. Her iki ülkede de isyanların ruhunun ölmediği, bizzat atılan sloganlarla, ileri sürülen taleplerle ve başvurulan örgütlenme yöntemleri ile kendisini açığa vurdu. Ve görüldü ki, isyanlar sadece bastırılmıştı. Dizginlenmişti ya da saptırılmıştı. Ama ruhu öldürülememişti. Zira, isyanları besleyen, daha başka bir ifade ile mayalayan koşullar devam ediyordu. Hem de daha da çoğalarak ve daha bir ağırlaşarak... Örneğin Tunus'ta binlerce işyeri kapanmış, buna bağlı olarak işsizlik 1 milyonu aşmıştı. Ülke daha da yoksullaşmıştı. Bin Ali gitmiş, ama yeni Bin Ali'ler türemişti. Diktatörlükse yerli yerinde duruyordu. Emperyalizme kölece bağımlılık daha da onur kırıcı boyutlar kazanarak devam ediyordu. Benzer koşullar, üstelik bazı bakımlardan daha çekilmez biçimde Mısır'da da hüküm sürüyordu. H. Mübarek gitmiş yerine dinsel gericiliğin temsilcisi Mursi işbaşına gelmişti. Mısır işçi sınıfı Mursi döneminde daha ağır iktisadi ve sosyal saldırılarla karşı karşıya getirildi. Ülke hızla karanlık bir döneme doğru seyrediyordu. Mısır'da koyu bir karanlık oluşuyordu. Yeniden patlak veren halk ayaklanmalarının önü kesilmek için de Mursi askeri darbeyle işbaşından uzaklaştırıldı, yerine ABD uşağı General Sisi oturdu. General Sisi dönemi işçi ve emekçiler için daha dayanılmaz oldu
Tüm bu nedenlerledir ki, her iki ülkede de sular hiç durulmadı, için için kaynamaya devam etti. Arada geçen zaman içinde Tunus'ta grevler bir birini izledi. Her vesileyle gösteriler yapıldı. Bunları, diplomalıların başını çektiği işsizlerin açlık grevleri tamamladı. Diplomalı işsizlerin öfkesi yine öne çıktı, yıldönümündeki isyanın ateşleyicisi oldu. Eylemler diplomalı bir işsiz olan Rida Yakyavi adlı gencin elektrik direğine tırmanırken elektrik akımına kapılması sonucu yaşamını yitirmesi ile patlak verdi. Önce Yakyavi'nin kenti Kasrtin'de, ardından da tüm ülkede alevler yükseldi.
Mısır'a gelince, 2014-2015 yıllarında gösteriler hiç eksik olmadı. Özellikle sayıları yüz binleri bulan kamu emekçilerinin sokak eylemleri sarsıcı oldu. İskenderiye ve diğer pek çok yerde işçi grevleri yine gündemdeydi. Yıldönümü günlerine bu süreklilik içinde varıldı. General Sisi, Kahire ve Tahrir Meydanı'na açılan sokak ve caddeleri kapatarak, yasaklayarak, metro seferlerini iptal ederek, ordu ve polisi meydanda konumlandırarak yıldönümünde daha büyük eylemleri engellemeye çalıştı.
Hem Tunus hem de Mısır'da isyanların yıldönümlerinde yaşananlar diktatörleri yine korkuya itmiştir. Tüm gözlemciler bu iki isyanın ruhunun sürdüğünü dile getirmiş, işbaşındakilere geleceğe dair uyarılarda bulunmuşlardır. Şimdi için için yanan alevlerin büyümemesi için önlemler alıyorlar. İşsizliğin daha da büyümemesi, konut sorununa çare, bu önlemlerin başında geliyor. Ne var ki, bu önlemlerin tümü de palyatif önlemlerdir, köklü değildir ve hiçbir kalıcılığı bulunmamaktadır. Tunuslu ve Mısırlı emekçilerin en önemli talepleri olan diktatörlerden hesap sormak ise hala hedefte duruyor.
Tunus'ta da Mısır'da da hiçbir şey eskisi gibi olmamaktadır. İlk isyanların gerisine değil daha da ilerisine bakılmaktadır. Daha ileri hedefler, daha ileri beklentiler ve özlemler için mücadele edilmektedir. Yıldönümü günlerindeki tüm sloganlar bunun somut kanıtı oldu. Sonuç olarak bu kavga bitmedi, diktatörlükler yıkılan dek sürecektir.