Siyonizmin değirmenine su taşımak

İsrail'deki genel grev ve savaş karşıtı hareketlere bakıldığında, bu hareketlerin şovenist histeri ile nasıl işlevsizleştirildiklerini göstermek mümkün. Bu süreçte, soykırıma cepheden karşı duran gerçek savaş karşıtı bir hareketin inşa edilmesi, sınıfsal çelişkilerin daha belirgin şekilde ele alınmasını ve işçi sınıfının kendi talepleri doğrultusunda bağımsız bir duruş sergilemesini gerektiriyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 09 Eylül 2024
  • 12:30

“Başka bir halkı prangaya vuran başka bir halk kendi esaret zincirinin demirini dövmüş olur” (Karl Marx)

Başka bir halkı ezen bir halk özgür olabilir mi? Olamayacağı ve yaşanan ve yaşanmakta olan olaylarla döne döne kanıtlanıyor.

Siyonist İsrail 76 yılı aşkın bir süredir (1948’i referans alırsak) emperyalistlerin himayesinde Filistinlilere zulüm yapıyor, katlediyor, göç ettiriyor soykırım uyguluyor. Terörist İsrail devleti Siyonist propaganda ve şovenizmi şahlandırarak İsrail halkını, işçi ve emekçilerini esir alarak bu soykırıma ortak ediyor.

İsrail'deki son gelişmeler halk muhalefeti, işçi hareketi ve genel grevlerin bile nasıl siyonizmin birer aracı haline getirildiğini gözler önüne sermektedir. Pazartesi günü İsrail’de Histadrut sendikası öncülüğünde gerçekleştirilen genel grev, Gazze'deki savaşın sona erdirilmesi gibi temel insani taleplerden ziyade, İsrail burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmiş bir hareket olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum, savaş karşıtı söylemlerin bile nasıl egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eder hale getirildiğinin acı bir örneğidir. Histadrut'un çağrısıyla Pazartesi günü gerçekleştirilen genel grev, İsrail'de bir dizi sektörde hayatı durma noktasına getirmişti.  Ancak bu grevin temel motivasyonu ne savaş karşıtlığı ne işçi sınıfının gerçek talepleri ne de Filisin halkına uygulanan soykırımın durdurulmasıdır. 

Genel grev, Netanyahu hükümetine baskı yaparak rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamanın yanı sıra, savaş karşıtı tepkilerin havasını alarak burjuvazinin çıkarlarını korumak ve Netanyahu hükümetine karşı duyulan hoşnutsuzluğu yönlendirmektir. Ancak bu “masum” hedefe bile tahammül etmeyen dinci-faşist Netanyahu hükümeti grevi yasakladı. İsrail’deki sarı sendikaların bu süreçte oynadığı uğursuz rol, sınıf mücadelesinin nasıl saptırıldığını ve soykırıma “dayanak” yapıldığını da ortaya koyuyor. 

Histadrut sendikası, savaş karşıtlığını ve işçi sınıfının taleplerini öne çıkarmak yerine, emekçilerin tepkisini “rehinelerin serbest bırakılması” ve savaşla ayakta durabilen Netanyahu hükümetine “istifa” çağrılarına indirgeyerek sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir araç haline gelmiştir. 

Siyonist İsrail burjuvazisi, Gazze'nin yıkımını işgal altındaki topraklarda yeni koşullar yaratmak için bir fırsat olarak görmekte ve Netanyahu'ya sadık kalmaktadır. Diğer yandan, “liberal” kesim ise rehinelerin serbest bırakılamamasını, Netanyahu'nun ahlaki çöküşünün bir sembolü olarak görmekte ve bu durumu hükümetten kurtulmanın bir aracı olarak değerlendirmek istemektedir. 

Ancak her iki grup da sendikalar da Filistin halkına uygulanan soykırıma kayıtsız kalmakta, sınıfsal çelişkilerin üzerini örtmektedir. Faşist Netanyahu hükümetine karşı yürütülen mücadelede, işçi sınıfı ve emekçilerin öfkesi sarı sendikalar aracılığı ile şoven ve siyonist saiklerle zehirlenerek soykırım savaşının dayanağına dönüştürülüyor.  

Yargı reformu sürecinde de görüldüğü gibi, sermayenin bir kesimi kitlelerin öfkesini şovenizmle zehirleyerek asıl amacından saptırarak kendi çıkarlarını korumanın dayanağına dönüştürebiliyor. 

Bu süreçte, soykırım uygulanan Filistin halkının işgal altındaki topraklarında yaşanan yıkımın, işçi sınıfı hareketinin gündeminde yer almaması için özel çaba sarf ediliyor. Siyonizmin bir aparatı olan sendika bürokratları da kendilerine biçilen rolü layığı ile yerine getiriyor.

Netanyahu hükümetinin “gözde” bakanlarından Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir gibi figürlerin, rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik müzakereleri bile engelleme çabaları, İsrail'in “yerleşimci” istilasını yayma amacı taşıdığını göstermektedir. Zaten bu soykırımcılar, hedeflerini gizleme ihtiyacı da duymuyorlar. 

Genel grevi destekleyen kesimlerin Cenin'deki katliamlara yönelik ilgisizliği ve sessizliği de siyonist şovenist histerinin kitlelerin tepkilerine sirayet ederek nasıl sakatladığını göstermektedir. 

***

Netanyahu hükümeti, grevin etkisini kırmak için her türlü baskı aracını devreye sokmuş ve grevin sonlandırılması için yargı yoluna başvurmuştur. İsrail İş Mahkemesi'nin grevin yasaklanması yönündeki kararı, sermayenin yargı üzerindeki kontrolünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. 

Histadrut Başkanı Arnon Bar-David'in bu karara boyun eğmesi ve grevin sona erdirilmesi talimatını vermesi, sendikanın işçi sınıfının çıkarlarını savunmaktan ziyade soykırımcı rejimin emirlerine nasıl da itaatkâr olduğunu ortaya koymaktadır.

İsrail'deki genel grev ve savaş karşıtı hareketlere bakıldığında, bu hareketlerin şovenist histeri ile nasıl işlevsizleştirildiklerini göstermek mümkün. Bu süreçte, soykırıma cepheden karşı duran gerçek savaş karşıtı bir hareketin inşa edilmesi, sınıfsal çelişkilerin daha belirgin şekilde ele alınmasını ve işçi sınıfının kendi talepleri doğrultusunda bağımsız bir duruş sergilemesini gerektiriyor. Gazze'deki savaşın sona erdirilmesi ve Filistin halkının özgürlüğünün ancak bu yolla sağlanacağı gibi, İsrail halkı ve emekçi sınıfları da ancak bu yolla kendi esaret zincirlerinden kurtulabilirler. Filistin halkına uygulanan soykırımı görmezden gelme tutumu aşılana kadar Siyonizmin değirmenine su taşıma da Filistin halkını ezen rejimle suç ortaklığı da devam edecek. Filistin halkını ezen İsrail halkı da özgür olamayacak… Çünkü, başka bir halkı ezen ulusların özgür olduğu tarihte görülmemiştir. Verili koşullarda görülmesi de olası değil.