İran’la 2015’te imzalanan nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması için Viyana’da yapılan görüşmelere ara verildi. Anlaşma ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Çin ve Rusya ile İran arasında imzalanmıştı. Trump yönetiminin 2018’de tek taraflı olarak anlaşmadan çekilmesi üzerine İran uranyum zenginleştirme çalışmalarına yeniden başlamıştı. Anlaşmanın canlandırılmasından yana olduğunu ilan eden Joe Biden yönetimi ise Viyana görüşmelerinin başlatılması için yeşil ışık yakmıştı.
ABD görüşmelere dolaylı olarak katılıyor, ancak anlaşmaya varılıp varılmayacağını Biden yönetiminin tutumu belirleyecek. Zira diğer beş ülke anlaşmadan çekilmediler. Görüşmeler Avrupa Birliği diplomatı Enrique Mora başkanlığında yürütülüyor. Viyana’da yapılan son oturumun ardından heyetlerin hükümetlerine danışmak için ülkelerine dönmesi üzerine görüşmelere ara verildi.
Görüşmelerin yeniden başlama tarihi açıklanmadı. Belirleyici olan ABD’nin tutumu olacak. Diğer taraflar zaten görüşmelerin devam etmesi ve anlaşmanın yeniden canlandırılmasından yanalar. Nitekim görüşmelere başkanlık yapan Mora, yeni oturumun bir an önce başlanmasını umduğunu söyledi. Çin heyetinin başkanı da benzer bir açıklama yaptı. Buna karşın Biden yönetimi henüz somut bir açıklama yapmış değil.
İran heyetinin başkanı ise, ABD ile müttefikleri karar verme iradesi gösterebilirlerse yapılacak ilk oturumda anlaşmaya varılabileceğini savundu. Yansıyan haberlere göre konuların %80’inde anlaşma sağlanmış durumda. Buna karşın görüşmelerin seyri hakkında farklı değerlendirmeler yapılıyor. Bazı çevreler anlaşmaya varmanın zor olduğunu, hatta askeri seçeneğin gündeme alındığını iddia ederken bazıları ise anlaşmaya varılmak üzere olduğunu savunuyor.
İran: “Ambargo kaldırılsın, zararımız tazmin edilsin”
Görüşmeler, özünde ABD-İsrail ile İran arasında süren bir pazarlıktır. İsrail görüşmelere doğrudan katılmasa da ABD heyetinin başındaki kişi siyonist rejimin önde gelen destekçilerinden biri olarak tanınıyor. ABD emperyalizminin İsrail’in güvenliği ve istikrarını koruma misyonuyla hareket etmesi de siyonist rejime belli bir alan açıyor. Ancak bu durum, görüşmelerin seyrinin İsrail’in istediği yönde ilerlediği anlamına gelmiyor. Tersine, son haftalarda siyonist rejimin bir tür savaş histerisine girmesi, işlerin istediği yönde gitmediğine işaret ediyor.
İran tarafı savaş istemediğini, ambargonun kaldırılması ve Trump’ın anlaşmadan çekilmesinden bu yana uğradığı zararların telafi edilmesi koşuluyla anlaşmaya uymaya hazır olduğunu döne döne tekrarlıyor. ABD ise hem siyonist rejimin hem körfez şeyhlerinin talepleri doğrultusunda İran’ın balistik füze, insansız hava araçları geliştirme programlarını da pazarlığa dahil etmek istiyor. Tahran yönetimi bu dayatmaları kesin bir şekilde reddettiğini dile getiriyor. Sorunların da bu noktada ortaya çıktığı belirtiliyor. ABD İsrail’le Körfez şeyhlerini rahatlatmak için baskıyı arttırırken, İran yönetimi yeni dayatmaları reddediyor.
Savaş istemediğini söyleyen İran yönetimi İsrail’in saldırı düzenleme ahmaklığında bulunması durumunda buna etkili bir şekilde yanıt vereceğini söylüyor. Son günlerde hava, kara ve deniz kuvvetlerinin katılımıyla gerçekleştirilen geniş kapsamlı tatbikatlar İran’ın hem olası bir savaşa hazırlık yaptığını hem de karşı tarafı uyarmak istediğini gösteriyor.
İsrail: “Savaştan başka çözüm yok”
ABD heyeti üzerinden Viyana görüşmelerinin seyri hakkında dolaysız bilgiye ulaşan siyonist rejim, anlaşmaya varılmasını baltalamak için çırpınıyor. İsrail’in ‘sivil’ ve askeri yöneticileri savaş dışında İran’ı durdurabilecek bir yol olmadığı yönünde propaganda yapıyorlar. Nükleer tesisleri başta olmak üzere İran’ın 100’den fazla temel kurum ve tesislerinin bombalanmasını isteyen İsrail, bu konuda Biden yönetimini ikna etmeye çalışıyor. ABD’deki siyonist rejim destekçisi Yahudi lobileri de aynı yönde çaba harcıyorlar.
Göründüğü kadarıyla Biden yönetimi siyonist rejimin İran’a karşı savaş başlatma isteğine onay vermiş değil. Bu ise savaş histerisine giren siyonist şefleri daha saldırgan açıklamalar yapmaya itiyor. ABD savaşa girmeden İran’la karşı karşıya gelmekten korkan İsrail’in üst düzey heyetleri Washington’da mesai yapıyorlar. siyonist siyasetçilerin, askerlerin, istihbaratçıların gündeminde ise savaş ilk sırada yer alıyor. “ABD destek vermezse de İsrail İran’a saldırmak için hazırlık yapıyor” propagandası yapan siyonistlerin, Biden yönetiminden destek almadan İran’la savaşa girmelerinin mümkün olmadığı yönünde yaygın bir kanı var. Zira 2006’da Lübnan’a saldıran İsrail ordusu Hizbullah gerillaları karşısında hezimete uğramışken, İran gibi bir devletle savaşa girmesinin yaratacağı yıkımın altından kalkması olası görünmüyor.
Son günlerde ABD savaş aygıtının şefleri ile siyonist rejimin temsilcilerinin İran’a saldırı senaryosu üzerinde çalıştıkları söyleniyor. Bu gelişme “ABD İran’a karşı savaş seçeneğini değerlendiriyor” yorumlarına neden olsa da halen savaş seçeneğinin düşük bir olasılık olduğu fikri ağrılık kazanıyor. Afganistan ve Irak’tan çekilen ABD’nin İran’la savaşa girmeyi göze almasının kolay olmadığı görüşü de yaygın. Sadece siyonist kaynaklar tersini iddia ediyor.
Biden yönetiminin siyonistlerin istediği gibi İran’la savaşa yeşil ışık yakması henüz beklenmiyor. Zira savaşın varacağı boyutu kestirmek kolay değil. Olası bir savaşta İran’la müttefiklerinin hem İsrail’e hem bölgedeki ABD üslerine saldırma ihtimalleri yüksektir. Dünya pazarlarına sunulan petrolün önemli bir kısmının ilk geçiş noktası Basra Körfezi’dir. Körfez’in savaş alanına dönüşmesi ise petrol akışını durduracaktır. Bu da küresel bir enerji krizini tetikleyebilecek bir gelişme olur. Bu arada bir taraftan Çin’le diğer taraftan Rusya ile yaşanan gerilimler de ABD’nin siyonistlerin istediği kapsamda bir savaşa girişmesini zorlaştıran önemli faktörlerdir. Göründüğü kadarıyla bu verilerden hareket eden Tahran yönetimi ABD’nin savaşa girme ihtimalini zayıf görüyor ve nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılacağına dair umutlu görünüyor. Buna karşın emperyalist ve siyonist güçlerin küstahça saldırganlığı devam ediyor. Bir kez daha görülüyor ki, siyonist rejim ayakta kaldığı sürece bölgenin istikrara kavuşması mümkün değil. Dolayısıyla Ortadoğu’da yeni bir yıkıcı savaş riski de devam ediyor.